Bu Blogda Ara

30 Temmuz 2013 Salı

Geç Antik Dönem'in Sonlarında İslam'ın Gelişiyle Tur Abdin Topografyasının Değişimi

Toplumsal Tarih [Tarih Vakfı Yayınları]
221 (2012), 96 S., ISSN 1300-7025-9-1
[KanalKultur] - Toplumsal Tarih, mayıs 2012'de yayınlanan 221. sayısında editörlüğünü Turhan Kaçar'ın yaptığı "Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Değişen Paradigma: Geç Antikçağ'ın Doğuşu" dosyasını kapağa taşıyarak Türkçe tarihyazımında az bilinen Geç Antikçağ'la ilgili tartışmalara dikkat çekiyor.

Toplumsal Tarih dergisinin 221. sayısındaki "Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Değişen Paradigma: Geç Antikçağ'ın Doğuşu" başlıklı dosyada Turhan Kaçar'ın yanı sıra Oğuz Tekin, Mustafa H. Sayar, Kutlu Akalın, Elif Keser- Kayaalp gibi önemli arkeologların makalelerine yer veriliyor. Turhan Kaçar, Geç Antikçağ dünyasının siyasi tarihinde, Doğu'nun yaratıcı ve yönlendirici siyasal enerjisinin MS 3. ve 8. yüzyıllar arasında Akdeniz dünyasının sınırlarının yeniden şekillenmesinde nasıl belirleyici bir rol oynadığına işaret ediyor. Yazar, ayrıca Geç Antikçağ'ı farklı bir çalışma alanı olarak tanıtan Peter Brown ile yaptığı söyleşide Brown'ın bu döneme ilişkin görüşlerini, beslendiği kaynakları, eğitimini, akademik tercihlerini ve akıl yürütme tarzını ortaya koyuyor. Oğuz Tekin, Geç Antikçağ'ın önemli imparatoru Büyük Constantinus'un döneminde Avrupa tarihini değiştiren gelişmeleri; imparatorun Hıristiyan olması ve başkentinin Roma'dan Byzantion'a taşınmasını o dönem kesilen sikkeler üzerinden anlatıyor. Mustafa H. Sayar, Geç Antikçağ'da bir dünya imparatorluğunun başkenti olan Constantinopolis'in farklı bir şehirleşme anlayışıyla kurulmasını değerlendiriyor. Elif Keser-Kayaalp, yapıları ve konumuyla bölgenin en dikkat çekici köylerinden biri olan Hah'a odaklanarak Geç Antik Dönem'in sonlarında İslam'ın gelişiyle Tur Abdin topografyasının nasıl değiştiğini inceliyor. Kutlu Akalın, Geç Antikçağ'ın Doğu Roma toplumuna dair Yunanca ve Latince'den başka dillerde yazılmış eserlerden de yararlanılabileceğine dikkat çekerek eserlerini Süryanice yazmış Efesli Yuhanna'nın tanıklığında başkent Constantinopolis'i tasvir ediyor.

Filiz Hallıoğlu: Tasarımdan Üretime İğne Oyaları - Gerdan

© Filiz Hallıoğlu - Gerdan

Firuz Kutal çizdi: 'Kaderimiz, görevimiz, uygunuz, hazırız...'

© Firuz Kutal çizdi: 'Kaderimiz, görevimiz, uygunuz, hazırız...'

Ansiklopedi'den Wikipedia'ya: Bilginin Toplumsal Tarihi

Peter Burke: Bilginin Toplumsal Tarihi 2
(Encyclopedie'den Wikipedia'ya).
Çev.: Mete Tunçay, İstanbul, 2013,
402 s., ISBN : 9789753332958
[KanalKultur] - Tarih Vakfı Yurt Yayınları, daha önce birinci cildi "Gutenberg'den Diderot'ya Bilginin Toplumsal Tarihi" adıyla okuyucularla buluşan çalışmanın ikinci cildini yayınladı. Kültür tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan tarih profesörü Peter Burke, bu kez de günümüzün bilgi toplumunda dijital teknolojiler sayesinde şekil değiştiren bilgi derleme, araştırma, bilgiye ulaşım ve bilgiyi sunma alışkanlıklarımızı masaya yatırıyor.

"Gutenberg'den Diderot'ya Bilginin Toplumsal Tarihi" adıyla Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan çıkan kitabın ikinci cildi "Bilginin Toplumsal Tarihi II", Peter Burke'nin kalemiyle bilgi tarihi ve bilgiyi üretmenin yöntemlerine dair çağlar boyunca izlenen yöntemleri, yüzlerce yıllık deneyimin ışığında okuyuculara aktarıyor ve bu süreçleri yeniden sorgulama imkanı tanıyor.

Burke, bilgi teknolojilerinin her geçen gün yepyeni buluşlar, cihazlar ve konseptler ile kendini yenilediği bir dünyada, bilgiye ulaşma ve bilgi üretimi konusundaki kabul edilmiş çalışma yöntemlerinin de köklü bir biçimde değişime uğradığı gerçeği üzerinden hareketle, bilimsel disiplin yandaşlığına veya ulusal söylemlere bağlı kalmadan yürüttüğü tartışmayı, "Bilgi nedir?" sorusuyla biraz daha derinleştiriyor ve bilgi felsefesi ile uygulaması arasında bağımsız bir sentez yaratmaya çalışıyor.

Mete Tunçay'ın çevirmenliğini yaptığı kitap, Aydınlanma Çağı'nda bilginin toplumsallaşmasının önünü açan "Encyclopedie"den (1751-1766), bilginin teknolojik, yasal ve kültürel boyutlarıyla benzersiz bir paylaşım örneğini sunan "Wikipedia"ya (2011) kadar olan süreci, karşılaştırmalı olarak irdelerken günümüzde bilgi toplumu diye adlandırılan süreçte, dijital çağın da etkisiyle bu alışkanlıklarımızın nasıl değiştiğini de gözler önüne seriyor. [KanalKultur]

Peter Burke: Bilginin Toplumsal Tarihi 2 (Encyclopedie'den Wikipedia'ya). Çev.: Mete Tunçay, İstanbul, 2013, 402 s., ISBN : 9789753332958

Roz Kohen: Hamur Tatlısı... / Leon el Barragan

© Roz Kohen
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" çiziyor ve anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı -

Mûnis görünüşlü babam Yahudi bayramlarında hamur tatlılarını yapma işini yüklenmişti. Bu konuda anneme güvenmez, önlüğünü giydiği gibi, büyük bir projeyi üstlenmişcesine, görevini yürütürdü. Ortalığı toparlamak da her zamanki gibi anneme kalırdı...

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Hasan Gürgenarazili: Sanatçı... nedir bu? - Chagall (1887 - 1985)

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - Pazarola "akl-ı selim" okur!

Geçtiğimiz günlerde Türkiye'de Pera Müzesi'nde (İstanbul) bir Chagall sergisi açılınca, mümtaz Türk basınının şimdilerde sanatsever ve aksakallı "monşer" duayenlerinden birinin "fırçasıyla âşıkların uçuştuğu" ressam olarak nitelediği Marc Chagall'le ilgili kimi bilgilerimi eski-anakaranın karlı bir gününde sizinle paylaşırken, bu vesileyle bir kitabı "teğet" de geçsem anımsatmak istedim:

Chagall'in yapıtlarıyla yakından tanışmam, New Yort'taki Museum of Modern Art'ta (MoMA) yer alan iki tablosuyla başlar. Bunlardan biri Paris yıllarında "La Ruche"da 1911'de ürettiği insan ve hayvan, doğa ve köy / uygarlığı resmettiği radyal kompozisyonlu "Moi et le village / I and the Village / Ich und das Dorf" (Ben ve Köy) adlı tablosudur. Diğeri de 1915-1920 yılları arasında ürettiği elinde asası, sırtında çuvalıyla "uçan" bir insanı doğduğu kent üzerinde resmettiği, bir tür insan ve kültür, din ve insan-toplum ile mimari arasındaki ilintiyi verdiği "Au dessus de Vitebsk / Over Vitebsk / Über Witebsk" (Vitebsk semalarında) adlı yapıtıdır. Yine ressama ait "Exodus"un (1952 / 1966) yanı sıra The Art Institute of Chicago / Chicago'daki "Doğum" (1912) ve "Beyaz Çarmıha Germe" (1938), St. Louis Art Museum / St Louis'deki "Adem ve Havva" (1912), Stedelijk Museum / Amsterdam'daki "Kemancı" (1912 / 13) ile Kunstsammlung / Düssoldorf'taki (Nordrhein-Westfalen – NRW) "Kemancı" tablolarını da saymadan geçemeyeceğim.

* * *

Şair, hayalperest, egzot... Resim yasağını dikkate almayan Musevi, çok çocuklu gariban bir fakir ailenin oğlu olarak, hayatı boyunca Marc Chagall'in rolü, "yalnız sanatçı" ve "toplum dışında" yaşamak oldu. O, yaşadığı gerçeklerle toplumun içindeydi ama ona dışarıdan bakıyordu.

Balkan Halkları Mozaiğinde Hayatın Döngüleri

 
[KanalKultur] - 2008 İstanbul Müzik Festivali Yaşam Boyu Başarı Ödülü sahibi Jordi Savall, kurucusu olduğu Hespèrion XXI ile zaman ve değişim temasına odaklanan yeni projesi "Hayatın Evreleri"ni sanatseverlerle paylaşıyor. Projede hayat döngüsünün farklı evrelerine dair şarkılar, kutlamalar ve ağıtları ele alan, Balkanlar'ın zengin müzikal birikiminden beslenerek kurgulanan büyüleyici müzik sanatseverlerle buluşuyor.

"Hayatın Evreleri" / Hespèrion XXI & Jordi Savall - Montserrat Figueras: konsept; Hespèrion XXI: Marc Mauillon, Lior Elmaleh, Gürsoy Dinçer, Irini Derebet: vokaller; Nedyalko Nedyalkov: kaval; Hakan Güngör: kanun; Yurdal Tokcan; ud; Haïg Sarikouyoumdjian: duduk; Dimitri Psonis: santur, morisca; Fahrettin Yarkin, Pedro Estevan: vurmalı çalgılar; Valeri Dimchev: tambur; Zacharias Spyridakis: lira; Jordi Savall: rebap, vielle, şef

"Balkan Halkları Mozaiğinde Hayatın Döngüleri"

Giriş: Evrenin Yaratılışı
1. Doğum, Bebeklik ve Bahar
2. Gençlik, Öğrenme ve Ergenlik
3. Aşk, Karşılaşma
4. Evlilik, Aile
5. İş, Olgunlaşma ve Sürgün
6. Tecrübe, Bilgelik
7. Maneviyat, Ölüm
Postlüd

Doğuyoruz, büyüyoruz, yaş alıyoruz ve yitip gidiyoruz... Gerçekten yitip gidiyor muyuz, yoksa deneyimlerimiz zamana iz mi bırakıyor? İstanbul Müzik Festivali, "Zaman ve Değişim" temasını işlediği 41. yılında, bu konsept üzerine özel tasarlanmış bir program sunuyor: Konseptini iki yıl önce hayata gözlerini yuman Montserrat Figueras'ın tasarladığı "Hayatın Evreleri", 2008 yılında festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nü alan Jordi Savall ve kurucusu olduğu "Hespèrion XXI" ile festivalde... Erken dönem müziğinin süper starı olarak tanımlanan, kurduğu üç müzik topluluğuyla da istisnai bir yere sahip olan Savall, tarihi müziğin günümüzde yeniden değerlenmesinin de başaktörleri arasında yer alıyor. Hespèrion XXI ise üyelerinin enerjisi ve tutkulu uğraşısı sayesinde Avrupa'nın müzik geleneklerinin cevherini keşfedip çıkaran, duygu ve güzellik dünyasını paylaşmasındaki samimiyeti ve dolaysızlığıyla tanınan bir topluluk. Jordi Savall ve Hespèrion XXI, çokkültürlü Balkanlar coğrafyasının müziğinde, kaynağından sonuna kadar hayatın tüm döngülerine odaklanıyor; güzellikleri ve ruhanilikleri ile büyüleyici müzikal gelenekleri keşfe çıkıyor. [KanalKultur]

Sezen Okur - 'Bezemeli Hatayi'

Sezen Okur - 'Bezemeli Hatayi' (Özgün Tasarım)

İsmail Çoban'ın çizgileriyle: Gemein sind wir Deutsch - Putzfrauen-Kabarett 'Die Türkinnen'

İsmail Çoban'ın çizgileriyle:
"Gemein sind wir Deutsch
- Putzfrauen-Kabarett 'Die Türkinnen'"

Imre Adorján: Dede Korkut Kitabı'nın Macaristan'daki Geçmişi ve Önemi

Imre Adorján
[© Imre Adorján - KanalKultur] - Kitabın Macaristan'daki Geçmişi

1977'te Ankara'da sanat tarihçisi[1] Gábor Pap, Orhan Şaik Gökyay tarafından yeni Türkçeye çevrilen Dede Korkut kitabını (İstanbul, 1976) aldı, sonra hediye olarak bana verdi.[2] Macaristan'a döndükten sonra kitabı okurken, hemen ilgimi çekti. Dr. András Kelemen'le[3] seçtiğimiz üç hikâyeyi beraber Macarcaya çevirmeye karar verdik.

İlk çevirdiğimiz hikâye Boğaç Han soylamasıydı. Bu esnada eserin Türk kültürünün ama Macar ile de hazine sahibi olduğunu fark ettik. Örneğin, delikanlı boğa ile güreşmesi bizi şaşırttı. Zira János Arany ünlü Macar şair'in eserinde de Miklós Toldi boğa ile savaşıyor! Ama "kırk yiğidin" yani nökerlerin sayısı, hem Toldi'da hem Boğaç soylamasında da 40'tır. Bundan sonra artık Macar ile Türk, özellikle halk geleneklerindeki benzeyişlerini, aramaktaydık.

Deli Dumrul'daki soylamayla Macar halk şiirlerinden "Sevginin Sınanması" denilen türdeki destanların büyük bir benzerliklerini buldum. Bunu benden önce Macar balad araştırıcıları da bilmekte idiler, ama Deli Dumrul hikâyesini hiç okumadılar.

Düşündük, ki Macaristan'da Dede Korkut hikâyelerini tanıtmalıyız. Bunun için Boğaç Han hikâyesi kaynak olarak kullanıp, bir kukla oyununun senaryosunu yazdım. Székesfehérvár'daki bir ortaokulun öğrencilerinin katılmasıyla 1983'te sahneye konuldu. Kukla oyunun galası, o zamanki Türk Büyükelçisi, sayın Osman Başman ve çalışma arkadaşlarının huzurunda, İl Kültür Merkezi'nde, Aziz Stefanos adlı tiyatro salonunda düzenlendi. Öğrenciler bu kukla oyunuyla çok defa yarışmalara katılıp değerli ödüller kazandılar.

1984'te Székesfehérvár'daki Alba Regia Otel'de düzenlenen "Türk Mutfak Gecesi" sırasında, Deli Dumrul ve Sevginin Sınanması aynı zamanda beraber iki yerli tiyatrocu katılmasıyla sahneye konuldu.[4] Piyes aynı şeklinde Yapıcılar'ın Kültür Evi'nde tekrarlandı. Sayın Osman Başman T.C.'nin Büyükelçisi sayın eşiyle ve çalışma arkadaşlarıyla bu iki şölene de katıldı.

İzmir Suikastı

Toplumsal Tarih [Tarih Vakfı Yayınları]
222 (2012), 96 S., ISSN 1300-7025-9-1
[KanalKultur] - Toplumsal Tarih'in haziran 2012'de yayınlanan 222. sayısında Ahmet Mehmetefendioğlu ve Cemal Necip Gürel, Fikri Altay Arşivi'nden çıkan yeni bir belge ile İzmir Suikastı'nın iki önemli aktörü Giritli Şevki ve Sarı Edib Efe'nin suikastle ilişkileri ve olayın seyrine olan etkileri üzerine yeni bir pencere açıyor.

Evangelia Balta, Paris I-Sorbonne ve École Pratique des Hautes Études en Sciences Sociales'deki öğrencilik yıllarında ve daha sonraları Halil İnalcık'ın kendi çalışmalarına nasıl yön verdiğini anlatıyor. Ayşe Yazıcıoğlu, "Tarihçinin Odası" söyleşi dizisinin ikincisinde Suraiya Faroqhi'yle tarihçi olmaya nasıl karar verdiğini ve mesleğinin ileri aşamasında bir tarihçi olarak kaynaklarla kurduğu ilişkiyi konuşuyor. Dr. Zerrin İren Boynudelik, Müneccim Krallar'ın "Çocuk İsa ve Meryem"i ziyaretlerinin, hediyeler sunma ritüellerinin Hıristiyan ikonografisi içinde nasıl ele alındığını ve aynı konunun Aziz Vitale Kilisesi'ndeki duvar panosunda nasıl resmedildiğini ele alıyor. Cengiz Yolcu, Osmanlı Sosyalist Fırkası'ndan Refik Nevzad'ın Bâbıâli Baskını'ndan sonra yayınlanan İttihad ve Terakki'nin siyasetini eleştirdiği ve Osmanlı ülkesindeki her unsuru İttihad ve Terakki'ye karşı örgütlenmeye çağırdığı risaleyi sunuyor. Sevda Ayluçtarhan, Abdullah Cevdet'in Mısır'ın özgür ortamında yayınlamış olduğu ve II. Abdülhamid'in müstebid idaresine halkın göz yummasına sebep olan umumi cehalete karşı toplumu eğitmek için kullandığı çevirilerini irdeliyor.

Filiz Hallıoğlu: Tasarımdan Üretime İğne Oyaları - Çanlar Çalarken

© Filiz Hallıoğlu - Çanlar Çalarken

Firuz Kutal çizdi: Don Kişot yeldeğirmensiz var olamaz!

© Firuz Kutal çizdi: "Don Kişot yeldeğirmensiz var olamaz!"

Roz Kohen: Apollon'un Sadakacıları / Sedakeros de Apollon

© Roz Kohen
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" çiziyor ve anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı -

1950'li yıllarda Kuledibi Büyük Hendek Mahallesi'nin girişinde eski bir havra bulunurdu. Daha önce Apollon Sineması olan bu eski binanın basamaklarında her zaman bir sürü sadaka isteyen oturur, gelene geçene kahyalık eder, neşeli bir biçimde Yahudi İspanyolcası ile şarkılar söylerlerdi...

Hasan Gürgenarazili: Uyur idik uyardılar; uyanmış idik uyuttular...

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - "Tıknefes" olduk, "Nefes"siz kaldık, ama "türkü"süz kalmadık! Nenni de nenni...

Bir dostum sayesinde tanıştığımız ve "öbür dünya" olarak tanımladığımız, sanal âlemde ve orada kurulan chat odalarında, canlar türküler dinliyor, dinletiyor; kâh halaylar çekiyor, kâh zılgıtlar (tiyy veya teww) atıyor; bazan birbirlerine rakı kadehleri göndererek "aşk" ile mest oluyor.

"Okey" ve "kağıt oynama" illeti, özel programlar aracılığıyla canlar arasında rutin olduğu üzere, sadece kültür derneklerinde değil; "öbür dünya"da da devam ediyor; çifte gidip, okey dönmeler ve okey atmalar, bundan dolayı atışmalar da yaşanıyor.

Kısaca, "öbür dünya"daki yaşamın bu dünyadaki yaşamdan pek büyük bir farkı bulunmuyor. Canlar alışkanlıklarını ve yaşam stillerini hemen hemen birebir "öbür dünya"ya da taşımışlar. Sadece bir farkla, sınırları aşan bir şekle büründürerek. Ne de olsa kolay "adapte" oluyoruz. Lakin "biz bize benzeriz" düsturunu unutmadan.

* * *

Canların biraraya gelerek, kimilerinin zaman zaman hem sesli hem de yazılı olarak "gelin canlar bir olalım; başka yerde düşman yok düşman içimizdedir" dedikleri "kendilerince kendilerini aktardıkları" şu "türkü" odalarını sözlü, yazılı ve görüntülü chat odalarının bulunduğu bir sanal âlem programında geçen süre içinde belirleyebildik ve kaydedebildik:

@)>-->>-->-TuRKuLeR-DiYari-<--<<--<(@

Çukurova Folkloru (İçin) / Seksen Kapıya Doksan Değnek Çalmak - Âşık Karayiğit Osman'ın Hikâye Repertuvarı

Bekir İşlek: Çukurova Folkloru (İçin)
/ Seksen Kapıya Doksan Değnek Çalmak
- Âşık Karayiğit Osman'ın Hikâye Repertuvarı.
Çatı Kitapları, Düziçi Folklor Kitapları: 4,
İstanbul 2012, 520 S., ISBN: 978-605-4337-61-3
[KanalKultur] - Araştırmacı yazar Bekir İşlek'in üçüncü kitabı geçtiğimiz günlerde "Çukurova Folkloru (İçin) / Seksen Kapıya Doksan Değnek Çalmak - Âşık Karayiğit Osman'ın Hikâye Repertuvarı" (İstanbul 2012, büyük boy, 520 sayfa) adıyla yayınlandı...

Yazarın "Düziçi Folklor Kitapları" serisinden olan bu üçüncü kitabı, önceki kitapları "Tekeden Teleme Çalmak" (İstanbul 2009, 272 sayfa) ve "Bir Cerene Av Olmak" (İstanbul 2010, 272 sayfa) isimli kitaplarının devamı mahiyetinde; aynı zamanda serinin de dördüncü kitabı.

Eserin konusu Düziçi / Çukurova folkloru...

Eserde Düziçi / Çukurova kültür ürünlerinden henüz sözlüklere geçmemiş pek çok kelime dâhil atasözü ve deyimi bazen zıtlarıyla, çelişenleriyle birlikte açıklanıyor. Yazar bunu yaparken, zaman zaman Çukurovalı diğer eli kalem tutanların yazılarını da alarak kitabı bir bakıma Çukurovalılar ile bölgesel deyimle "horantacak" (ailecek) yazıyor.

Kitapta şu başlıklar göze çarpıyor:

"Delisi Tutmak, Ocak, Ocaklık, Ocaklama, Ocak Ayırmak, Ateşle Konuşmak, Kav, Sinsin Ateşi, Kil ve Kül, Ağzı Kızıllık, Çelişen Atasözleri, Mıkdanlı, Düşünü Heyketlerken Oynaşını Heyketlemek, Adı Batasıca, Cin, Cindarlık, Sidiklik Bağlamak, Nohut / Hırsız Şişirmek, Yakma / Buzağı Muskası, Muska, Kurt Ağzı Bağlamak, Nazar Değmesi, Doksancık Cücüğü, Kocakarının Kışı, Çocuk Toprağı / Çocuk Belemek, Toprak Yemek, Hacamat, Aşçı, Kınacı, Çomçalı Gelin, Ekşi, Tetiri..."

Kitap 102.ci sayfasından sonra Düziçili Âşık Karayiğit Osman hakkındaki bilgi ve değerlendirmelerle devam ediyor. Sonra âşığın anlattığı şu hikâyeler yer alıyor: Balbörek Hikâyesi, Ahmet Bey ve Güheri Hikâyesi, Ali Paşa Hikâyesi, Âşık Garip Hikâyesi, Deli Boran Hikâyesi, Gündeşlioğlu Hikâyesi, Güzel Ahmet Hikâyesi, Han Mahmut Hikâyesi, Hurşit Hikâyesi, Öksüz Ali Hikâyesi ile Köroğlu Hikâyelerinin Kır Atın Kaçırılması Hikâyesi, Güzel Ayvaz'ın Kaçırılması Hikâyesi, Turna Teli Hikâyesi, Moskof Seferi Hikâyesi, Gürcistan Seferi Hikâyesi...

28 Temmuz 2013 Pazar

İsmail Çoban'ın çizgileriyle: Gerufen, gekommen - wir bleiben! / Çağrıldık, geldik - biz kalıyoruz! // Beiträge zur türkischen Kultur / Türk kültürüne katkılar

İsmail Çoban'ın çizgileriyle:
"Gerufen, gekommen - wir bleiben!
/ Çağrıldık, geldik - biz kalıyoruz! //
Beiträge zur türkischen Kultur
/ Türk kültürüne katkılar"

Bircan Coşkun: Narlıdere'de Dede (Mürşid) Evi

[© Bircan Coşkun - KanalKultur] - 1980 yıllarından öncesine değin, pek rastlanılmayan ve sonrasında ortaya çıkan cemevi olgusu, Alevilerin aralarındaki diyaloğu arttırmak, bir merkez etrafında iletişim sağlamak amacıyla, kentleşme karşısında kültürlerini korumaya, devam ettirmeye yönelik olan güdülerin bileşkesinden çıkmıştır. Çünkü kent yaşamında, cem ve kültürün devamlılığı, günümüzün ikâmet alanlarında ve yaşam şartlarında kolya değildir. Ayrıca küçük guruplar, yaşam şartlarına göre, dağılmayla karşı karşıyadır. Bu da cemevi mekânının yaratılmasında etkendir. Tarih boyunca sık sık kovuşturmaya uğramış olan bu inanç gurubunun dikkat çekecek, özel bir biçim taşıyan ibadet yapıları oluştur(a)madığı, rituel açıdan temizlenmiş her hangi bir büyükçe mekânda dinsel tören yapılabileceği söylenegelmiştir. Geçmişi çok eski zamanlara giden ve inanç içeriğinde yoğun mekânsal imgeler bulunduran bir kültür için, bu tür bir yargıyı kabul etmek zor görünmektedir. Gerçi tüm Alevi kültürü üzerine olduğu gibi, cemevleri üzerine yapılmış araştırmalar da oldukça sınırlıdır. Alevi köylerinde öteden beri bulunan köy-toplantı evi, güncel olarak cemevleri şeklinde görülmektedir.

Alevilik kültürü, günümüze kadar, kapalı toplum ve küçük gurupların kendi kendilerine yaşamalarıyla, özelliğini yitirmeden gelmiştir. Öte yandan, Alevi kültürlerinin yüzyıllardır birleştirilmesi arzusu da mevcuttur. Cemevleri ile bu kültürün ne yönde kimlik kazanacağı tartışılmaktadır. Bu yüzden, öncelikle cemevlerinin, Aleviliğin yaşam felsefesini düşünerek, çağımızın dünya ve ulusal toplum yapısıyla konbinesi düşünülerek sosyo-kültürel kimlikli kültür merkezleri haline getirilmesi gerekmektedir.

Cemin yapıldığı her türlü mekân cemevi görevini üstlenirken, oluşan "dede evleri" daha gelişmişlik göstermiştir. Çünkü "dede evi"nin genelde misafirlerin ağırlandığı ve ekseriye cemin yapıldığı mekân olması, biraz daha itinalı olmasını gerektirmiştir. Bu yüzdendir ki, bazı yörelerde görüldüğü üzere, Tahtacıların dinsel merkezi Narlıdere/İzmir'de, Yanyatır ocağının mürşidinin yaşadığı, kısmen taliplerinin katkılarıyla (iki büyük dede evinin ahşapları Mersin ve Adana'dan gemi ve trenle gelmiştir) "dede evleri" oluşturulmuştur. Tabii ki temelinde tamamıyla yerleşik kültür izleri bulunmadığından, kültür ile ilgili güçlü mekân materyalleri oluşamamış ve mekânın kuruluşunda, bölgenin en ileri mekânsal tipleri (sakız tipi ev) kullanılmıştır. Mekân olarak köklü yerleşik kültür izi taşınmadığından, yerleşik düzenin mekânına alışmak da güç olmuştur. Bu da bu kültüre geçiş evresinin aşamalaşmasına ve ana binanın etrafında ek binanın yapılmasına sebep vermiştir. Yani gündelik yaşam faliyetlerinin yarattığı planimetre ile "dede evi" bitişmiştir. "Dede evi"ne dede ailesinin yerleşimi zaman almıştır. Bu "dede evleri" hiç bir zaman dergâh, tekke gibi benzeri sıfatlara sahip olmamıştır. [© Bircan Coşkun - KanalKultur]



© Bircan Coşkun

Süleyman Fikri Erten: [1920'li Yıllarda] Antalya Vilâyetinde Tahtacılar

[KanalKultur] - (...) Tahtacılar ağızlarının pekliği ile (ketumiyetle) şöhret bulmuş olduklarından kendileriyle yakından temasta bulunmak, bir müddet aralarında kalmak, âdet ve itikatlarına oldukça vakıf olmak icap ediyordu. Elde edebildiğim bilgiyi aşağıda yazıyorum.
Vilayetimizde Tahtacıların bulundukları yerlerin bir kısmı:
  1. Çobanoğlu Musa Kahyâsı
  2. Beslik Kâhya
  3. Kımçak Kâhya
  4. Celâloğlu
  5. Hızır Kâhya
  6. Ganioğlu Hasan Kâhya
  7. Mustafaoğlu Kâhya
  8. Kanlı Mehmetoğlu Veli Kâhya
  9. Gani Kâhya
  10. Kalendar Hasan Kâhya
  11. Kaşlı Ali Kâhya
  12. 200 nüfuslu Anseli Ali Kâhya
  13. 40 nüfuslu Beşikçi Mehmet Kâhya
  14. 250 nüfuslu Hızır Kâhya
mahalleri vardır. (...)

[Şiveleri]

Tahtacıların şiveleri de muhitin şivesinden ayrıdır. Telâffuz tarzlarında bir betaet vardır. "Olmayız" diyecek yerde "olmayık", "gelmeyiz" yerinde "gelmeyik" gibi ve buna benzer (...) lehçeleri vardır.

[Giyimleri]

Erkeklerin giyiniş tarzı yerli ahalisi gibi ise de kadınlar üç peşli entari, paçaları bol ve bağlı bir şalvar (Çentiyan) giyerek başlarını dahi kırmızı büyük bir yazma ile bohçalıyarak ve gümüş zincirler, beşlik gibi gümüş sikkeler takarak köylü ve aşiret kadınlarından yeknazarda seçilebilecek, hususi bir giyinişe tabidirler. Kadınlarında ötedenberi tesettür olmadığından yüz, gerdan ve kısmen göğüs açık haldedir. Elbiseleri ekseriya kirli ve adidir. Maamafih mütemadi çalışma dolayısile umumiyetle bünyeleri kuvvetli ve mizaçları demevidir. Beyaz ve kırmızı çehrelerile bir güzelliğe malik iseler de teşekkülatlarındaki kabalık göze çarpar.

[Barınakları]

Mensup oldukları tacirin iltizam eylediği ormanlarda su başına yakın bir yere evvelâ (Alacık) denilen ağaç dallarından kubbe gibi bir kulübe yaparlar ve bu kubbenin üzerlerini yün ile keçi kılını karıştırarak yaptıkları bir nevi keçe ile örterler. Kubbenin etrafını da düzgün kesilmiş ağaç, yonga ve iplerle bağlıyarak sıravarî kapatırlar. Bütün ev eşyasınıda çuvallara koyarak etrafına sıralarlar.

Politik Bir Alan Olarak Kadın Bedeni: Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması

Toplumsal Tarih
[Tarih Vakfı Yayınları]
223 (2012), 96 S.,
ISSN 1300-7025-9-1
[KanalKultur] - Toplumsal Tarih'in temmuz 2012'de yayınlanan 223. sayısında Gülhan Balsoy'un "Politik Bir Alan Olarak Kadın Bedeni: Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması" başlıklı yazısı kapağa taşınarak 1838 ertesinde yeniden organize olan devletin nüfus politikasına ve kürtaj konusundaki tutumuna dikkat çekiliyor.

Gülhan Balsoy, yazısında 1838 sonrası, nüfus artışını sağlamaya yönelik politikaların önemli ayaklarından biri olan kürtajın yasaklanması sürecini hem Osmanlı kadınlarının deneyimlerinin yeniden kurgulanmasına bir fırsat olarak ele alıyor hem de Osmanlı Devleti'nin ideolojik öncelikleri çerçevesinde süreci analiz ediyor. Bu dönemde devletin ideolojik öncelikleri çerçevesinde kürtajın dinsel / ahlâki zeminden daha maddi / dünyevi bir zemine çekilmeye başladığının işaretlerini sunuyor. Kahraman Şakuz, Tarih Vakfı - Şehir Üniversitesi işbirliğiyle 31 mayıs - 2 haziran 2012 tarihinde Şehir Üniversitesi'nde gerçekleşen "17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu: Kriz ve Dönüşüm" başlıklı çalıştayın geniş bir özetini sunuyor. İrvin Cemil Schick, Türk yapı sanatının şaheser âbidelerinden biri olarak nitelendirilen İshak Ağa çeşmelerini ve kitabelerini ele alıyor. İnci Özkan Kerestecioğlu, Fatmagül Berktay'la, Berktay'ın son kitabı Dünyayı Bugünde Sevmeküzerine ve Berktay, Türkiye'nin düşünsel iklimi, feminist politikada Hannah Arendt'in etkisi, 'Bedenimiz Bizimdir' kampanyası gibi başlıkları konuşuyor.

Olivier Henry, MÖ 6. yüzyıldan 2. yüzyıla kadar Karia gömü mimarîsindeki değişimi ve Karia'nın gömü gelenekleri ile ilgili çalışmaları değerlendiriyor. Esra Danacıoğlu Tamur, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Ulusal Arşivleri'nde bu perspektifle yazılmış bir dizi rapor-değerlendirme üzerinden İngiliz istihbaratının (Special Operations Executive) Yunan direnişine yönelik çalışmalarını inceliyor. Ahmet Tetik, Artvin'in Ersis köyünden Mustafa Tetik'in 1930-50 yılları arasında hem nakdi olarak hem de bedenen, çalışarak ödediği yol vergisine ilişkin makbuzlardan yola çıkarak 1925 yılındaki meclis tartışmalarını ve "Bedeni Hizmet ve 'Yol Vergisi'" uygulamalarını anlatıyor.

"Evliya Çelebi Özel Sayısı"

[KanalKultur] - "Evliya Çelebi" Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi'nin 10. sayısına "özel" konuk oldu.

Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi'nin 10. sayısında Mehmet Ali Ünal, "Evliya Çelebi'ye Göre Bir Osmanlı Veziri: Seydi Ahmed Paşa" [An Ottoman Vizier According to Evliya Çelebi: Seydi Ahmed Pasha] başlıklı makalesinde Evliyâ Çelebi'nin verdiği bilgiler çerçevesinde 17. yüzyılın mâruf simâlarından sarayda eğitim görmüş, sancakbeyiliği, beylerbeyilik ve vezirlik rütbelerine yükselmiş; savaşlara katılmış; "devrin kahramanlarından"; aynı zamanda zalim bir şahsiyet olup görev yaptığı yerlerde reâyâya yaptığı zulümlerle tanınan; Köprülü Mehmed Paşa ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybedip padişah emri ile 1661 yılında öldürülen Seydi Ahmed Paşa'yı konu ediniyor.

Jean-Louis Bacqué-Grammont ise, "Hayranlık Uyandıran Kültür Şokları: Batı Avrupa'dan ve Osmanlı'dan Birkaç Örnek" [Le Choc Des Cultures Décliné à L'admiratif: Quelques Exemples Ouest-Européens et Ottomans] başlıklı makalesinde, içinden çıktığı kültürün az çok ayrıcalıklı ve yüksek mevkisinde bulunup başka kültürlerin üretebildiği muhteşem eserleri keşfeden herhangi birinin tavrının incelenmesini ele almayı öneriyor; ünlü Angkor-Vat Tapınağı hakkında İberik yarımadası ve Fransız bakışlarıyla Evliyâ Çelebî'nin Piramitler veya bugün Slovakya'da bulunan Košice'deki büyük orglar hakkındaki bakışını yan yana koyuyor.

Mehmet Yaşar Ertaş, "Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Yollar: Kaldırımlar, Köprüler ve Kervansaraylar" [The Roads in the Seyahatname of Evliya: Highways, Bridges and Caravanserais] başlıklı makalesinde Evliya Çelebi'nin Osmanlı dünyasını her yönüyle kaleme aldığı seyahatnamesinde yıllarını geçirdiği yolları, kaldırımları, caddeleri, köprüleri, hanları ve kervansarayları anlatımına bakıyor; onun yola ilişkin verdiği her türlü bilgiyi değerlendirerek Osmanlı yollarının temel unsurlarını irdeliyor.

Filiz Hallıoğlu: Tasarımdan Üretime İğne Oyaları - Bahar

© Filiz Hallıoğlu - Bahar

Firuz Kutal çizdi: 'Hrant Dink ve toplumun önündeki aydınlar'

© Firuz Kutal çizdi:
'Hrant Dink ve toplumun önündeki aydınlar'

Roz Kohen: Eşek Sütü / Letche de Azno

© Roz Kohen
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" çiziyor ve anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı -

Henüz kırk günlük yeni doğmuş bebekken, 'boğmaca' denilen çocuk hastalığına yakalanmışım. Annemle babam beni tedavi etmek için, bana eşek sütü içirdiklerini söylerlerdi...

Hasan Gürgenarazili: Müsvedde

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - Hafta sonlarımı kendime ayırırım. Yazı yazma zamanımdır. Bunu gerçek bir Mephisto olan 'imalathatası'yla uğraşmaya başladığımdan beri yaparım.

Adam, yıllarca dernekçidir; hem de profesyonel dernekçi. Türlü derneklerde bulunur. O dernek senin, bu dernek benim, dolaşır durur. Her dernekte takkesini değiştirir. O dernekte küser, başka derneğe gider. Oradan ayrılır başkasına gider. Gene gelir, gene gider...

Herşeye yeniden başlar. Temiz sayfa açma rekortmenidir. Bakkal defterine dönmüş eski defterlerini görmeden.

Önce bir dernekte bulunur övgüler düzer; sonra takkesini aldığında eski dava arkadaşlarıyla ilgili tuttuğu notlarını yazar. Elinin kalem tuttuğunu düşünür. Küsünce, yazar da yazar...

"Fi tarihinde şöyleydi" diye başlar. İyi de takkesi başındayken ne haltlar karıştırdığını es geçer.  Birilerinin de onu yazdığından habersizdir. Yaşadıklarından ve yaşattıklarından habersiz göründüğü gibi.

Zeytinyağı gibidir. Bakar, "fi tarihinde öyleydi" der; bugünkü durumun sorumluluğundan sıyırır aklınca. Yağ gibi üste çıkar. Cıyaklamasının kalemi olduğunu düşünür. Düşünür de düşünür...

Yeri geldiğinde, araştırmacıdır, yeri geldiğinde edebiyatçı...

 Siyasetçidir ve dernekçi...

Eline-beline-diline düsturuna sahip olduğunu da düşünür.

Tarihçiliğe soyunur; aklı sıra a-tipiktir, ama aslında anakroniktir.

Ehh artık internet de icat olunca, orada da at oynatır. Partiden, dernekten arta kalan mesailerini internette gruplarda değerlendirir. Artık "intellektüel"dir ya. Elinde takkesiyle. Al takke, ver külâh; o grup senin bu grup benim yazar durur. Bir grupta yaşasın şu, öbür grupta ölsün şudur. Kaynamış şeker, şerbeti iyi bilir. Ne de olsa kadayıfı pişirmeyi öğrenmiştir. Nabza göre şerbet verir, ortama göre de söylev değiştirir. Hangi grupta ne söyleyeceğini iyi bilir. Takkesi elindedir. Ne de olsa söylevi dernekte, kulislerde ve de msn'de şekillenmiştir. Kendine ricâl-ı gayb "misyonu" yükleyip o'nu, bu'nu, şu'nu "sanal" diye itham eder; aklınca Hoca Nasreddin gibi göle maya çalar! Sonra bakarsınız, ortalıktan kaybolmuştur; hakikaten gayb olmuştur...

Ankara, Ulutaş Sokağı (1923)

1923'te Ankara: Ulutaş Sokağı
[bkz.: Tarih Vesikaları Dergisi II (1942) 9]

Kudret Saylık: Akçaeniş Tahtacılarında Doğum ve Çocukla İlgili İnançlar, Uygulamalar

[© Kudret Saylık - KanalKultur] - Tahtacılarda işin büyük bölümünün insan gücüne ihtiyaç duyulduğundan çocuğa büyük önem verilmektedir. Çocuklar anne ve babaları tarafından kesilen ağaçları katırlar yardımıyla nakliye araçlarının indiği yola kadar taşırlar. Buna katır arkasında "sefer dönme" denir. Genelde bu iş, yedi ile oniki yaşları arasında yapılır. Daha sonra kesim işlerinde motorlu testereyi kullanmayla devam eder.

Her toplumda olduğu gibi doğum Tahtacılarda da kutsaldır ve evlilikten birkaç ay sonra aile büyükleri tarafından evli çiftlere çocuk yapılması için baskı gelmeye başlar. "Ocağın söyünmemesi (sönmemesi)" için çocuk şarttır.

Akçaeniş köyünde yerleşik yaşama geçilmekle birlikte hâlâ tahtacılık işiyle uğraşan ailelerde vardır. Köyde çocuğu olmayan aileler doktora gitmektedirler. Burada çare bulamazlarsa aileler evlatlık alırlar, ki ona 'beslenki' denir. Bu evlatlıklar genelde kadının ya da erkeğin kardeşlerinden alınır. Kadın çocuk yapamıyorsa dışlanmaz; baba evine gönderilmez; üzerine kuma getirilmez. Tıbbi tedavi cevap vermesse 'olçum' denilen halk hekimlerine de başvurulur.

Çocuğu olmayan kadınların başvurduğu çareler şunlardır:
  1. Çıkı, nöbet şekeri, karanfil, tarçın vb. baharatlarla dövülerek rahme konulur.
  2. Kuru incir, dövülerek üzerine kına serpilir ve rahme konur.
  3. Zencefil ve kuru üzüm dövülerek rahme konur.
  4. "Türbeye bağlanma" denilen köyün yakınlarında bulunan Abdal Musa Tekkesi'ne bez bağlanır ve adak adanır.
Hamile kadına 'yüklü' denilir. Hamile kadın doğuma çok az kalana kadar çalışmaya devam eder. Âşık Mehmet Civaroğlu'nun şu anlatımı bu bağlamda önemlidir: Eşiyle birlikte ağacı yıkmaya çalışırken kadın hamiledir ve doğumuna bir ay kalmıştır. Ağaç yıkılır ve ağacın dalının biri kadına çarpar. Orman işletmesinden araba istenir, alamazlar. Kadın ağaç yüklü bir araçla hastaneye kaldırılır ve ölür. Doğum da ölü gerçekleşince Âşık şu yakımı yakar:

İsmail Çoban'ın çizgileriyle: 'Mahmud ile / und Yezida'

İsmail Çoban'ın çizgileriyle: "Mahmud ile / und Yezida"

Hamid Sadi: Anadolu Etnografyası: Tahtacılar

[KanalKultur] - Türkiye hududları dahilinde bazı gizli mezhebler elan mevcudiyetlerini muhafaza etmektedir. Bunlardan en ziyade nazara çarpanlardan biri, garbi ve cenubi Anadolu'da yaşıyan Tahtacılardır. Her dinin yazılmış tefsir ve şerh edilmiş akideleri vardır. Fakat Tahtacıların mezhebi hakkında tesbit edilmiş hiç bir şeye malik değiliz. (...) Garp müellifleri içinde Tahtacılar hakkında uzun uzadıya tetkikatda bulunan zat Berlin Darülfünunu etnografya müderrislerinden profesör Felix [von] Luschan'dır. Viyana ve Paris'de tıp tahsil ettikten sonra antropoloji ve etnoloji ihtisas kesbedip Viyana ve Berlin etnografya müzeleriyle darülfünunlarında çalışmış olan profesör Luschan'ın şarkda bilhassa Anadolu'da müteaddid tetkik seyahatleri vardır. Anadolu'daki uzun tetkikatın neticesi olarak Tahtacılara dair 1890 senesinde Die Tachtadschie (Arch. f. Antrop.) ünvanıyla büyük bir eser neşretmiştir. Birçok resimlerle tezyin edilmiş olan bu eserin nüshası bugün kalmamıştır. Yalnız kitaphanelerde  mütalaası kabil olmaktadır. Ahiren aynı müellif "Kavimler, Irklar, Lisanlar" diye yeni bir kitap neşretti. Burada Tahtacılar hakkındaki bütün malumatını hülasa etmekte olduğundan eserin bu kısmını aynen nakledelim [Luschan, Felix von: Völker, Rassen, Sprachen. Berlin 1922: 95]:

Felix von Luschan

Pek mahdut miktarda, ihtimal 1000 aile, yahut, 5000 nüfus kadar hususi bir cemaat Antalya havalisinde yayılmış - hatta gizlenmiş denecek bir halde - bulunmaktadır ki bunlar garbi Anadolu'da Alevi yani Ali taraftarı tesmiye edilir, fakat onlar kendilerine Tahtacı derler, hakikatende bunlar dağlarda yaşayan ve kerestecilikle geçinen bir zümredir. Bunların intişarı yalnız Antalya havalisini müntazır değildir, civar dağlık yerlerde de bunlara rastgelinir, şu kadar var ki Antalya'dakiler diğer yerlerdekinden daha saf, daha az karışmış bir halde bulunmaktadır. Türkçe konuşan ve resmen Müslüman addedilen Tahtacılar, uzun senelerden beri hizmet-i askeriyeye celb edilmektedir (...) Bunlar kendi itikatları hakkında harice karşı pek ketum davranırlar. Hatta son sırrı kendi karılarından bile gizlerler, çünki onlarca "kadın dili, kaynar su gibidir" sır saklayamaz.

26 Temmuz 2013 Cuma

Hakkari'den Ankara'ya: Kağıtçılar

 
"Hakkari'den Ankara'ya: Kağıtçılar",
Yönetmen: Alper Şen, 2006, 69'
[KanalKultur] - Yönetmenliğini Alper Şen'in yaptığı bir belgesel film: "Hakkari'den Ankara'ya: Kağıtçılar"...

1994 yılında Hakkari'nin Ördekli (Kotranıs) köyünden göç etmek zorunda kalan yüzlerce kişi, halen Ankara'nın merkezinde çöplerden kağıt toplamaya devam ediyor.

2001 yılının temmuz ayında amatörce bir hevesle onların hayatlarını kaydetmeye başlayan kişiler zamanla, hem onların yaşadıkları zorunlu göçün acılarına, hem de Türkiye'nin başkentinde kapitalizmin en vahşi yüzüyle verdikleri mücadeleye tanık oldular.

Belgesel, 13 yaşında Ankara'nın çöpünde ailesini geçindirmeye çalışan çocuktan, 60 yaşında köyünden kovulan amcaya kadar, yaşadıkları tüm sürgünlere, hor görülmelere, dışlanmalara inat sadece emekleriyle varolmaya çalışan insanları anlatıyor.

Belgesel şu festivallerde gösterime sunuldu:

10. 1001 Documentary Film Festival - 2007 - İstanbul
13. Turkey-Germany Film Festival - 2007 - Nürnberg
1. Labor Film Festival - 2007 -İstanbul, Ankara
Laborfest - 2007 - San Fransisco
17. Ankara International Film Festival - 2007- Ankara
Apolloniare Art Museum, 35 Years of Video-Art in Turkey Exhibition - 2009 - Strasbourg
LA Istanbul Connection: 18th Street art Center Santa Monica California - 2011- US

Alper Şen

1977'de Ankara'da doğdu. 2000'de ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümünden mezun oldu. 2001-2006 yılları arasında Ankara Üniversitesi Radyo TV ve Sinema Bölümü'nde yüksek lisans programına katıldı. 2000-2003'de Ankara'da 25+ Kısa Film Atölyesi'nde çalıştı. VideA, Barış İçin Sinema, Film Kollektifi gibi Ankara'da ve İstanbul'da birçok kollektif belgesel - video çalışmasında ve atölyesinde yer aldı. 2007'de tamamladığı "Hakkari'den Ankara'ya Kağıtçılar" belgeseli Türkiye'de ve yurtdışında birçok festivalde ve sergide gösterildi. 2004'den itibaren "Karahaber" video eylem atölyesinde video çalışmaları gerçekleştirdi. 2008'de Oktay İnce ile Greenhouse Belgesel Geliştirme programına "Çöp İçin Dövüş" isimli projeleri ile katıldı. 2009'da Almanya ve Fransa'da futbol kültürü üzerine NTVSPOR'da iki TV programı hazırladı. Halen Ankara ve İstanbul'da belgesel ve video çalışmalarına devam ediyor.

Yarına Bir Harf

[KanalKultur] - Bugün dünyada yaklaşık 6.700 dil konuşuluyor ve tahminler doğru çıkarsa, yaklaşık 5.000 dil, yüzyılımızda tarih sahnesinden silinmiş olacak... Bu tehlikeye dikkat çekmek isteyen belgeselde dünyanın yaşayan en eski üç dilinden biri olan ve Kuzey Mezopotamya-Güneydoğu Anadolu'da yeşermiş olan Süryanicenin tarihsel geçmişi, Süryanice el yazmacılığı geleneğinin bölgedeki son temsilcisi olan Papaz Gabriel Aktaş'ın dünyası üzerinden ele alınıyor. Filmde doğum ile ölüm arasında yaşamın ve kültürün temel dinamikleri ile Süryanicenin tarihsel gelişimi arasında paralellikler kuruluyor; Süryani dili ve el yazmacılığı geleneği, Süryanicenin 22 harfine karşılık gelecek biçimde bölümlere ayrılarak ele alınıyor. Belgesel, dünyada orijinal dili Süryanice olan ilk film.

Yarına Bir Harf - Yönetmen: Hakan Aytekin; Senaryo: Hakan Aytekin, Hasan Özgen; Görüntü Yönetmeni: Turhan Yavuz; Yapımcı: SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı); Kurgu: Erdinç Dinçer; Müzik: Gabriel Aydın, Belgesel, Betacam SP, Renkli, Türkiye, 2000, 46'

Ödüller

2. Uluslararası Altın Salkım Film Festivali "Birincilik" Ödülü

Babüssade Ağası Gazanfer Ağa (16. Yüzyılda Bir Etnik- Bölgesel Dayanışma Örneği)

[KanalKultur] - Toplumsal Tarih, eylül 2012'de yayınlanan 225. sayısında Tommaso Stefini'nin "Babüssade Ağası Gazanfer Ağa" (16. Yüzyılda Bir Etnik- Bölgesel Dayanışma Örneği: İstanbul ve Venedik Arasında Gazanfer Ağa) başlıklı yazısı kapağa taşınıyor ve yazıda devşirme kullar arasındaki dayanışma ele alınıyor.

Tommaso Stefini, Babüssade Ağası Gazanfer Ağa'nın hikâyesinden yola çıkarak Osmanlı yönetim kademesindeki devşirme kulların etnik-ailevi bağlarını kesmek bir yana bağlantılı oldukları kişileri koruyarak ve onları Osmanlı yönetim kademesi içinde yarattıkları ağ yapılanması ve patronaj ilişkileri içine dâhil ederek kurdukları dayanışma ilişkisini inceliyor. Molly Grene, Osmanlı döneminde Ege ve Akdeniz kıyılarındaki Katolik korsanları ele alıyor ve Katolik korsanların kayıtlarından Osmanlı dünyasının denizcilik tarihi ve korsanlık tarihine ilişkin ayrıntılarını gün ışığına çıkarıyor. Gülbahar Baran Çelik, günümüzde Sultanahmet Meydanı'nda yer alan ancak fiziksel müdahaleler ve atmosferik etkenlerle her geçen gün daha da yıpranan Yılanlı Sütun'un tarihini, fiziksel değişimini ve farklı zamanlarda ve kültürlerdeki yerini ele alıyor.

Saro Dadyan, Osmanlı Ermenilerinin en büyük filântroplarından Kazaz Artin Amira Bezciyan'ın yaşadığı dönemin adıyla anılmasına sebep olan icraatleri ve ilişkileriyle hayatını sunuyor. Murat Koraltürk, Corry Guttstadt'la Türkiye'de Yahudiler ve Holokost kitabının yayınlanmasının ardından yaptığı söyleşide Türkiye'nin II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Yahudi soykırımıyla ilgili politikasının nasıl şekillendiği tartışıyor. Zafer Toprak, Cihan Harbi sonrasında barışın korunmasına ilişkin bir girişim olan ve 1921'de Torino'da gerçekleşen uluslararası sosyoloji kongresinde Türkiye'nin dünyaya açılımını değerlendiriyor. Beno Kuryel, ilk kez 1962 yılında yayımlanan ve Kuhn'un bilim tarihinde en çok atıfta bulunulan çalışması olan "Bilimsel Devrimlerin Yapısı"nı (The Structure of Scientific Revolutions) inceliyor.

Bir Kadın Cinayeti Belgeseli: 'Hani Meral'

 
[KanalKultur] - Yapımcılığını Filmmor Kadın Kooperatifi'nin, yönetmenliğini Melek Özman'ın yaptığı "Hani Meral", Türkiye'de her gün beş kadının yitirildiği kadın cinayetlerinden birini; 22 haziran 2011 tarihinde eski kocasının 9 bıçak darbesiyle öldürülen Meral'i kaybedişimizin hikayesini anlatıyor. Meral'in yakınlarının tanıklıkları ve kadın şarkıcıların Meral için, kadın cinayetlerine karşı söyledikleri şarkılarıyla belgesel, kadın cinayetlerine karşı sözler ve sesleri birleştiriyor.

Belgeselde Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin, Sezen Aksu "Şarkılarını Kadın Cinayetlerine Karşı Söylüyor"...

Belgesele Aynur Doğan "Dotmame", Feryal Öney "Hayat Benimdir", Fulya Özlem "Meral'e Ağıt", Neslihan Engin "Nazo", Rojin "Mirin", Sezen Aksu "Ünzile" şarkısıyla katılıyor.

Çekimleri 2 yıl süren belgesel Hollanda Konsolosluğu Matra Fonu'nun katkılarıyla yapıldı.

Bir kadın cinayetinin belgeseli Hani Meral, aynı zamanda, kadın cinayetlerini "münferit" görmenin ötesinde bir bakış ve kadın cinayetlerini sona erdirme çağrısı...

Hani Meral

Hani Meral - Yönetmen: Melek Özman; Görüntü Yönetmeni: Ülkü Songül, Tuğçe Canbolat; Kurgu: Melek Özman; Ses: Deniz Nihan Aktan, Gülşen Duran; Müzik: Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin, Sezen Aksu; Grafik: Feyza Çanaklı; Tiopgrafi: Pelin Kırca; Çeviri: Ayşe Düzkan; Yapım: Filmmor Kadın Kooperatifi; 2012, 37', Renkli, 35 mm; Türkçe-Kürtçe, İngilizce Altyazılı

Meral 22 yaşındadır. Şiddet gördüğü evliliğini bitirdikten sonra kızı ile yeni bir hayata başlamıştır. Yarım bıraktığı okula geri döner. Bir an önce okulunu bitirip kalfalık belgeselini almayı, kızıyla beraber oturacağı bir ev yaptırmayı, kızını okutmayı, yani güzel bir hayat yaşamayı düşler, düşlediği bu hayat için umutla çabalar.

22 haziran 2011 günü bir yıl önce boşandığı kocası kuaför dükkanını basıp Meral'i dokuz bıçak darbesiyle öldürür. Haber gazetelere “Bir Kadın Cinayeti Daha” başlığıyla düşer.

Belgeselde Meral'in annesi, kız kardeşi ve komşuları tanıklıklarıyla, Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin, Sezen Aksu Meral için, kadın cinayetlerine karşı söyledikleri şarkılarıyla yer alıyor.

Melek Özman

1974'te Artvin'de doğdu. MÜ. Radyo-TV ve Sinema Mezunu. Kadınlarla Dayanışma Vakfı, MEDİZ ve Filmmor Kadın Kooperatifi kurucusu. 2001 yılına kadar televizyonlarda çalıştıktan sonra bağımsız feminist-sinema yapıyor.

Filmografi

70-80-90 Masum Küstah Fettan (2010)
İsyan-ı Nisvan (2008)
Namus Nedir? (2008)
Kadınlara Yönelik Şiddete Son (2007)
Morgündem (2005) (2006) (2007) (2008)
Klitoris Nedir? (2002) [KanalKultur]

Hani Meral / Yönetmen: Melek Özman; Görüntü Yönetmeni: Ülkü Songül, Tuğçe Canbolat; Kurgu: Melek Özman; Ses: Deniz Nihan Aktan, Gülşen Duran; Müzik: Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin, Sezen Aksu; Grafik: Feyza Çanaklı; Tiopgrafi: Pelin Kırca; Çeviri: Ayşe Düzkan; Yapım: Filmmor Kadın Kooperatifi; 2012, 37', Renkli, 35 mm; Türkçe-Kürtçe, İngilizce Altyazılı

Filiz Hallıoğlu: Tasarımdan Üretime İğne Oyaları - Gül


© Filiz Hallıoğlu - Gül

Firuz Kutal çizdi: Akıntıya karşı sandallarız...

© Firuz Kutal çizdi: "Akıntıya karşı sandallarız..."

Roz Kohen: Deniz Kızları / Serenas de Mar

© Roz Kohen
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" çiziyor ve anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı -

1950'li yılların yaz aylarında ailece İstanbul'un Ataköy'den Pendik'e kadar uzanan Marmara Denizi kıyılarındaki plajlarını dolaşırdık. Annem özellikle Amerikalı sinema oyuncusu Ester Williams'a özenir, hepimiz "Batılılaşma"nın verdiği özgürlükle İstanbul'lu olmanın ve henüz kirlenmemiş kıyıların tadını çıkarırdık...

Hasan Gürgenarazili: Alıp başını gittiler...

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - 'Kün' dedi, üfledi. Ol anda, balçığa 'nefes' verdi. Oracıkta 'nefes' aldı, 'Adem' oldu. Dört bir yana göçtü. Bozkırdaydı; kondu, göçtü. Ekin ekti eyleşti, 'sürü' güttü göçtü...

* * *

Geldiler, akın akın... Oradan, buradan, şuradan... Ama 'doğu'dan...

Sürü sürüydüler... Sürüleriyle geldiler... Atlıydılar, göçebeydiler; atlı göçebeydiler; çobandılar... 'Azap çeken hayvanları' gördüler...

* * *

Bir kısrak başı görünümündeki yere, geldiler... Orada yeniden 'doğdular'; 'ölmeden öldüler'. Ve dahi ölmeden ölürken, yeniden doğarken O'na, 'Canan'a 'ikrar' verdiler. 'Sırra erdiler'.

* * *

Çakalın dahi giremeyeceği 'aslanlar yurdu'ndan gelip-geçtiler... 'Altın boynuz'un önlerine dayandılar. Zincirleri kırdılar... Diyâr-ı Rûm'u yurt tuttular.

* * *

'Derviş'tiler, 'alp'tiler, 'eren'diler. Misyonları vardı, 'misyoner'diler. 'Alp-eren' oldular. 'Tahta kılıç' kuşandılar. Kimileri, ellerinde 'tahta kılıç'la geldiler...

Değirmen Kültürü: Son Değirmenler

Son Değirmenler - Yapımcı Yönetmen: Aygün Filiz;
Yapım ve Yönetim Yardımcısı: Aynur Kızanlık;
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Filiz; Kameraman: Seyfi Sinan;
Kurgu: Sıdıka Eralp; Özgün müzikleri: Ulaş Özdemir;
TRT, 2008,  5 Bölüm, [her biri] 30', Türkçe
[KanalKultur] - Yok olmaya yüz tutmuş su değirmenlerinin günümüzdeki otantik görünümleri... Türkiye'de seçilen iki bölgede iki farklı değirmen kültürü... Giresun - Espiye ilçesinde Akkaya Köyü'nde bir mağaradan çıkan su bir asırdan fazla bir zamandır tam 7 tane değirmeni hiç durmadan döndürüyor. Bu değirmenlerin sahibi de kullanıcısı da bakıcısı da 3 köyün sakinleri ve değirmene gitmek un öğütmenin ayrı ritüelleri var.

Erzurum Tortum'da ise su, köyün ortak malıdır da değirmen değil. Değirmenci var ve çok önemli bir işleve sahip. Hatta öyle ki, değirmenler aynı zamanda bir toplanma ve eğlence yeri.

TRT için hazırlanan ve 5 bölüm olan belgeselin diğer bölümleri, "Su, Taş, Hak ...", "Anadolu'da İlk Değirmenler", "Suskun Değirmenler" ve "Değişen Değirmenler" alt başlıklarını taşıyor.

"Son Değirmenler Belgeseli", M.S. 1. yy'da Anadolu topraklarında icat edildiği belgelenen su değirmenlerini ve bu değirmenlerin bugünkü durumlarını ele alıyor. Bir bir yok olan, giderek sayıları azalan değirmenlerin özellikle Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu'da en son örnekleri yaşıyor. Tamamen doğal ortamlarında gerçek sahipleri köylüler tarafından yaşayarak anlatılan değirmenlerin yörelere göre değişen kültürel, folklorik ve dilbilimsel özellikleri şaşırtıcı bir zenginlik içeriyor.
"Son Değirmenciler", miraslarını devredecek kişiler bulamazken, bazı değirmenler, işadamları tarafından satın alınıp elektrik santrallerine çevriliyor. Birçok sahipsiz değirmen çürümeye bırakılmış fakat bir kısmı da ilgili belediye tarafından turistik tesis haline getirilmiş.

İsmail Çoban'ın çizgileriyle: Die Türkinnen kommen! - Putzfrauen-Kabarett

İsmail Çoban'ın çizgileriyle:
"Die Türkinnen kommen!" - Putzfrauen-Kabarett

Kudret Saylık: Akçaeniş Köyü ve Kızılarık Mahallesi / Antalya Tahtacılarında Halk Ağzından Derlemeler

[©Kudret Saylık - KanalKultur] - abarık:  şaşma ünlemi
acıktan: az sonra
aka: ağabey
avırt: ağız içi
aydaş: çok bakımsız kalma
ayın oyun: şu bu

babıç: Ayakkabı
balart: abartma
bayaktan: az önce
bazlama: Kaba yufka ekmeği
beslenki: büyütülmek üzere başkasından alınan, evlatlık
bılkıtma: çok mutlu etme, feraha ulaştırma
bibi: hala
Boy: karanfilden yapılan hoş koku yayan takı
böğsümek: ağlama öncesi durum
böğürmek: acı çığlık
börtmek: kırışma

canavar: kurt
carız: rezil olma
culluk: hindi

Eflâtun Cem Güney: Fıkralarına Göre: Nasreddin Hocanın Portresi

Nasreddin Hoca, yedi asırdır yedi dünyaya gülen koca adam... Ona, her yerde bir beşik, her devirde bir mezar gösteriliyor ama, o bunlardan hangisinde sallanarak büyüdü? Bugün de hangi toprağın altında yatıyor, orasını Allah bilir. Bizim bir bildiğimiz, duyduğumuz varsa, bugün de bir kolu maşrikte, bir kolu mağripte ve ruhu ebedîlikle bir baştadır, dünya durdukça, duracak O... Bu ne sihirdir, ne keramet; ne de el çabukluğu bir marifet! Hocayı bu ölmezliğe eriştiren güler yüzü, tatlı dilidir. Biri gönülün yaylası, biri de o yaylanın güneşidir. Zaten adam dediğin ya yüzünden belli olur, ya sözünden! Kötü adam; acı soğan sözlü, kara bulut yüzlüdür. Bu kara gülmezlerin yüzlerinden düşen yüz parça olur; dilleri dersen, saya yağıyla yağlar; çakır dikenle dağlar.. Oysa ki iyi adam tatlı dilli, güler yüzlüdür. Bu güleç insanların yüzlerinden nur mu dedin, nur akar; dillerinden de bal mı dedin, bal akar. Hele Hocanın, hele Hocanın... Ne gözünde bir karartı vardır, ne yüzünde bir morartı; alnının ortası bile güler. İlle dili, ille dili! Alimallah, kaymak çalar balın üstüne. Gayrı onun sözüne, sohbetine doyulur mu? Hanları, hanümanları değil, cümle âlemi ağzına baktırıyor. Her yiğitin bir yoğurt yiyişi var, onun da huyu bu, dobra dobra konuşmak! Bir lâf dilinin ucuna geldi mi, öyle vezir, vüzera gibi «yut gitsin!» etmiyor; ama, «parmağım gözüne, kör kadı!» hesabı değil; şöyle yarlı, yakışıklı; tam dengine getirerek taşı gediğine yerleştiriyor. (Kulun ayıbını yüzüne vurmak istemediği için, ya kendini onların yerine koyuyor; ya da onlar kendini nasıl görüyorlarsa, öyle görünüyor; gülünecekse kendine gülüyor; güldürülecekse, kendine güldürüyor. Velâkin, hani şu yanlarına tütsü ile varılmıyanlar, hele saman altından su yürütenler olursa, yine gülüyor, güldürüyor ama, ya iğneliyerek güldürüyor, ya da güldürerek iğneliyor; ama, bir ucunu kendine dokundurduğu için sözü öylelerine dahi batmıyor). Bundandır Hoca; her başın tacı, her gönülün ilâcıdır. Her meclisin gülü, her sohbetin bülbülüdür. Onsuz, ne düğünün tadı, ne bayramın adı olur; her ziyafetin baş köşesi onun. Çağırılsa da olur, çağırılmasa da gelip kurulur, gayrı ye, kürküm ye! Tok oturup, aç kalkacak hali yok ya, daha olmazsa karısının kulağından tutar gibi tutup tepsiyi çevirir önüne...

Dâmâd-ı Şehriyârî

Toplumsal Tarih [Tarih Vakfı Yayınları]
227 (2012), 96 S., ISSN 1300-7025-9-1
[KanalKultur] - Toplumsal Tarih, kasım 2012'de yayınlanan 227. sayısında Taylan Esin'in "1916 Büyük Ankara Yangını" başlıklı yazısını kapağa taşıyarak Yunanca kaynaklardan 1916 yılında Ankara'da çıkan ve Ermeni-Rum mahallelerine büyük zarar veren yangına ışık tutuyor.

Taylan Esin iki Yunanca kaynağa, Evdokya Epeoğlu-Balaki'nin "Ankara'daki Hayatımdan Hatıralar" ve Androniki Karasuli- Mastoridu'nun "Kayıp Vatanımdan Hatıralar: Ankara'daki Hayatım" kitaplarına, Falih Rıfkı Atay'ın "Ankara"sına ve diğer kaynaklara dayanarak 1916'da Ankara'daki gayrimüslim mahallelerini yok eden yangını ele alıyor. Zafer Toprak, 20. yüzyıla damgasını vuran ve 21. yüzyıla eleştirel açılım sağlayan bir tarihçi olarak yakınlarda kaybettiğimiz Eric Hobsbawm'ı ve Türkiye'de tarihçiliğin kriz geçirdiği bir evrede Hobsbawm'ın eserlerinin nasıl bir işlevi olduğunu değerlendiriyor. Ferdan Ergut, bütün hayatı boyunca daha adil ve eşitlikçi bir dünya için politik mücadele vermiş olan Hobsbawm'ın bu mücadele doğrultusunda tarihe bakışını ele alıyor. Ahmet Mehmetefendioğlu ve Cemal Necip Gürel, Türk siyasal hayatının en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen İzmir Suikasti Olayı'na Giritli Şevki Bey'in hikâyesinden hareketle bakıyor. Pelin Tünaydın, yüzyıllardır ve dünyanın pek çok yerinde Romanların geleneksel meslekleri arasında bulunan ayı oynatıcılığını 1990'ların başında Türkiye'de kaldırılışına dek inceliyor. Juliette Dumas, gecen sayıda dâmâd-ı şehriyârî teriminin anlam ve kullanımlarını açıkladığı yazısının ardından bu unvanın getirdiği; Osmanlı topraklarında geçerli olan geleneksel İslamî âdetlerin ötesinde hatta bazen bunlarla ters düşebilen yükümlülükleri inceliyor.

Yücel Kabapınar, geçtiğimiz günlerde gündeme gelen üniversite düzeyindeki 'İnkılâp Tarihi' dersleri kaldırılmalı-kaldırılmamalı tartışmaları bağlamında bu dersin işlenişine ilişkin öneriler sunuyor ve dersi farklı bir modelle ele alıyor. Dilek Özkan, 1861'de İstanbul Rum Ortodoks cemaatinin kadın üyeleri tarafından kurulan Pera'nın Hayırsever Kadınları Cemiyeti, kurumun hayır işleri ve özellikle de sokağa terk edilen bebeklerin bakımını üstlenme gibi faaliyetleriyle ilgileniyor.

Keriman Halis [Bıjnav Keriman Halis Ece (1913 - 2012)]

Keriman Halis
[Bıjnav Keriman Halis Ece (1913 -  2012)]
bkz. "La Femme Turque", L'Illustration de Turquie
31 - 32 (1935): 1 - 3 (p. 3)

Ön-Asya Etnografyası - Geleneksel Kültürde Kadın - Kürt Kadını -, Kayatepe [Rezip] Köyü, Adıyaman (1968)




Firuz Kutal çizdi: 'Barış görüşmeleri'

© Firuz Kutal çizdi: "Barış görüşmeleri"

Filiz Hallıoğlu - 'Kuklacı Kızlar - 2'

Filiz Hallıoğlu - 'Kuklacı Kızlar - 2',
kağıt üzerine füzen + kuru pastel, 36 x 26 cm.

Roz Kohen: Kitaplık / Biblioteka


© Roz Kohen
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" çiziyor ve anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı -

Melek Apartmanı'ndaki küçük yatak odamızdaki kitaplıkta, ablam ve ben itina ile Musevi Lisesi'nden bize sene sonlarında hediye edilen "mükafat"ları barındırır; bu kitapçıkları sık sık açıp bakardık. İkinci sınıfta aldığım mükafat, Antoine de Saint-Exupéry'nin eseri "Küçük Prens", özellikle resimleri ve anlatımın esrarengizliği ile beni büyülemişti. Küçük dünyamızda, dostlukların önemini öğretmenlerin titizlikle seçtiği bu kitaplardan öğreniyordum...

Hasan Gürgenarazili: Gölge oyununun kahramanları ve kapıkulları

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - O zihniyet böyledir:

Ajitasyon yapar, olayları çarpıtır. Epey yetenekli, kaşarlanmış, pişkindir. Yapay gündem yaratır. Strateji geliştirir ve stratejisini yıkılma, birlik-beraberliğin parçalanması fobisi üzerine kurar. Birilerinin birşeyleri yıkacağından, birlikten-beraberlikten dem vurarak, yönlendirme yapar. Yönlendirmeyle mevzi kazanmaya çalışır. Ama birlik ve beraberliği sistemli bir şekilde kendisi dinamitler. Sonra da ateşe düşmüş gibi avaz avaz bağırır... Bunun parçalanmış yapıdan ona destek sağlanacağı anlamına geldiğini bilir. En önemli taktiği budur.

"Bölücüdür". Bölünmekten güç alır. Ardından "yıkılmadık dimdik ayaktayız", "bizi kimse bölemez", "güçlenerek yolumuza devam ediyoruz" der. Fraksiyon kökenlidir. Hizibin âlâsını yapar; iyi hizipçidir ve bu anlamda "yolumuzda engel tanımayız" şiarını edinir. Bütünleştirici gibi görünür, ama aslında bölünmeye hizmet eder. Önce insanları birbirine kırdırır, sonra da "gelin canlar bir olalım" der. Aslında bu onun için hizibçiliğin birliği anlamını taşır. Böl-parçala-yönet taktiğinin piyonudur.

Sürekli demokrat olduğunu söyler. "Sözde" demokrasi havarisidir. Ancak kendisi gibi düşünmeyenleri tehdit olarak görür, uzaklaştırır. Bunun için her yolu mübah sayar. Aslında antidemokrattır ve totaliterdir.

Hep antidemokratik uygulamalardan bahseder, ama kendisi gibi düşünmeyenlerin düşüncelerine bile tahammül edemez; ona sansür koyar, hem de demokrasi adına. Kılıfı hazırdır: "Birlik ve beraberlik tehdit altındadır." Hakkını yememek gerekir ki, iyi hem de çok iyi bir sansürcüdür.

Murat Uraz: Saz ve Âşık

Halk şâirlerince "Bade", divan şâirlerince de "Mey"; karihayi cilâlandırdığı ve çeşit çeşit heyecanların kaynağı olduğu gibi, "Saz" da "Âşık" için ilhamı kamçılayan baha biçilmez bir âlet olmuş idi.

Divan zümresinin zevkinde yer alan ney, santur, tanbur, kanun ve rübaba mukabil, halk kitlesi şiirinde ve hikâyelerinde de bütün an'aneleri ihyaya saik olan, ruhları ürpertip coşturan ancak " Saz" vardı.

Divan şâirinin kalemi ne ise halk şâirinin de "Tezyane" denilen mızrabı o idi.

Halk şâiri (âşık); "Medet senden sarı telli kepçe" diyip de sazının tellerine asıldığı zaman artık mısralar, beyitler pırıl pırıl bütün bereketile dökülmeğe başlardı.

Divanlarda, sohbetlerde, karşılaşmalarda, ağırlamalarda, güzellemelerde âşığı dile getiren hep sazdı ve onu canı gibi muhafaza eylerdi. "Kel başından, âşık ta sazından korkar" tâbiri bunu ifade eder.

Divan âşığı, meydan âşığı, sohbet âşığı hep sazile övünür, sazı onun dili ve gönlü olur, onunla "vasfı hal" eder, "tutuk âşık" onunla söze gelir, âşık karşısındaki hasmını onun kuvvetile "Hapt" eder, "pes" dedirtir, "atışma"larda "tutmaca"larda hep o imdada yetişir, coşan âşığı o "aç arslan" ederdi'. "Mat" etmekte, "bağlamak"da, "Taşa kayaya çalmak"da da o en keskin bir silâh idi.

"Meydan edilme"lerde sazının hakkını verebilen ağır başlı kâmil âşık, sazına el götürmezden evvel, eğer karşısında genç bir âşık bulursa ona:

— Gel oğul gel, seni sazının telleri gibi haddeden geçireyim.

Demekten kendini alamazdı.

Metin Turan: Mahzuni Şerif ve Gelenek

- I -

Cumhuriyetle birlikte hem geleneksel anlamda hem de modern anlamda bütün sanat alanlarında olduğu gibi, Türk şiiri de yüzünü yeni bir yörüngeye dönmekle birlikte, içerikte ve buna bağlı olarak biçimde önemli değişiklikleri yaşadı. Mahzuni Şerif'in de temsilcisi olduğu Anadolu halk şiiri geleneği, bu bağlamda biçimsel anlamda kırılmalara karşı daha dirençli bir özellik göstermesine karşın, içerik olarak önemli bir değişiklik yaşadı.

Biçimsel anlamda yenilik yaşayamamasının kuşkusuz, geleneğin sürdürücülerinin tavırlarında olduğu kadar, uzun tarihsel süreç içerisinde bu geleneğin ulaşmış olduğu gelenek içinde mükemmelliğin yıkılamaması ya da yıkılmak istenmemesinin de işlevi büyüktür. Kuşkusuz, bu biçimsel yapıyı parçalayamamayı zorlayan kolay hatırda kalıyor olması, müzik eşliğinde söylemeye elverişliliği gibi başka etkenler de vardır. Ancak, yabana atılmaması gereken bir noktada var ki, hece gibi Türk kültür ve edebiyat tarihinin önemli bir kolunu oluşturan, yazılı anlamda ama en önemlisi de sözlü anlamdaki edebiyat varlıklarımızın kuşaktan kuşağa aktarılmasında bu yapının işlevselliğidir. Başka bir gerçeklik daha var belirtmem gereken, Türk şiiri, özellikle Cumhuriyetle birlikte yeni yapı arayışları içerisinde; örneğin garip şiiriyle, 40 kuşağı toplumcu-gerçekci şiiriyle, 60 ya da 70 gibi daha çok siyasi argümanların tanımladığı şiir pratiğiyle hecenin yaratmış olduğu geniş oylumlu şiirsel gereksinimi karşılayacak bir toplam oluşturamadığı için de bu yapı bugün bile korunageldi. Ve işin bir başka ilginç yanı da, gelenek sözcüğü ya da vurgulamasının geçtiği her yerde çoğunlukla geleneği bu biçimsel kalıpların belirleyiciliğinde değerlendirme çabası gözlendi. Geleneği oluşturan başka unsurlar örneğin, usta-çırak ilişkisi, hikaye anlatma, sihirbazlık gibi ancak biribirine eklendiğinde anlamını bulan unsurları – ki bunları örneğin irticalen söyleme, atışma – hesaba katmadan geleneği anlamlandırma çabaları olmadığı için, halk şiiri geleneği eşittir heceyle söylemeye indirgenmektedir. Böyle olunca da heceyle yazılmış şiiri ya da heceyle yazan her şairi; bir de özellikle geleneksel temalar ağır basıyorsa, hemen halk şiiri halkasına eklemleme gibi yanlış bir yöntemi yeğler olmuşuzdur.

Bülent Ecevit: Madımak

Bülent Ecevit (1925 - 2006)
Madımak

"üçüncü ölmem bu hain Pir Sultan ölür dirilir"

Pir Sultan

eylemleri sözdü
silahları sazdı
ozan olmaktı kiminin de
ozanlar ilinde günahı

suçları Pir Sultanı anmak
cezaları yanmaktı
toplu mezar oldu onlara
alev alev Madımak

orman gibi yanan
otuz yedi can
can verirken o gün
Pir Sultan uğruna

büzülüverdi devlet
devlet beşiği Sivasda
uykunun kovuğuna
korkudan

uyanır elbette bir sabah
ashab-ı kehf uykudan
ölür ölür dirilir yine
yüreklerde Pir Sultan

"Madımak" : 2 Temmuz 1993 günü Sivas'da Pir Sultan "Şenlik"lerinde içindeki insanlarla birlikte yakılan otel.
"Ashab-ı kehf" : Toplumdaki kargaşadan ürküp bir mağaraya saklanarak yıllarca uyuyan söylence kişileri.


Bülent Ecevit (1925 - 2006)

Derviş Kemal (Kemal Özcan): Beni

Bir bağda, bir salkım üzüm olsam da,
Zamanı gelince kesseler beni,
Fabrikada dibeklere dolsam da,
Preste sıkarak ezseler beni.

Pres beni iyicene sıktı mı,
Çekirdeğim kabuğumdan çıktı mı,
Şıra tavasına suyum aktı mı,
İnce eleklerden süzseler beni.

Vaktiyle üzümken döndüm mü suya,
İçime çalarlar tahurdan maya,
Badehu doldurup ağaç fıçıya,
Aylarca hapsedip üzseler beni.

Şaraba dönmüşsem, takdire uyup,
İnsanlar bana da ihtiyaç duyup,
Fıçıdan çıkarıp camlara koyup,
Mecliste sofraya dizseler beni.

Derviş Kemal der ki budur efkârım,
Gerçek insanlara yoktur zararım,
Dergah-ı Ali'de güzel dostlarım,
Kevser niyetine içseler beni.

Orhan Şaik Gökyay: Veysel, Şiirleri ve Yaptığı

1 - Veysel, Âşık Geleneği zincirinin büyük halkalarından biridir. Yalnız, o geleneğin bütün yönlerine uyamamıştır. Ama onlardan kültürce ileridir.

2 - Konu bakımından daha zengin ve çeşitlidir.

a) Memleketin coğrafyası, nehirleri, dağları, köyleri, şehirleri adıyla - sanıyla yaşamaktadır şiirlerinde.

b) Halkevleri, hastaneler, okullar, enstitüler fabrikalar, kısaca toplumun çeşitli kurumları şiirlerinin konusu.

c) Vatan, millet, askerlik konularını, duyarak, düşünerek işlemiştir.

ç) Günlük olaylardan esinlendiği gibi kendi hayatının sayılı olaylarına, günün geçerli düşüncelerine, ayrı ayrı yer vermiştir.

Kudret Saylık: Bir Tahtacı Ozanı - Âşık Mehmet Civaroğlu

[© Kudret Saylık - KanalKultur] 1935 yılında Antalya ilinin Finike ilçesine bağlı Gökbük köyünde doğan âşık daha sonra Elmalı ilçesinin Akçaeniş köyüne yerleşmiştir. İlkokul mezunu olan Civaroğlu toplam altı evlilik yapmıştır. Dördü kısa süreli (Kaş'tan 20 gün, Yeniköy'den 15 gün, Gökbük'ten 20 gün, Kaş'tan 30 gün) olduğu için kendini iki evlilik yapmış olarak sayar. Beşinci eşi Elif 1950'de üzerine tomruk göçmesi sonucu vefat etmiş ve 1967 yılına kadar üç kız çocuğuyla (Eşe, Bilan, Güllü) yaşamış 1967'de Burdur'dan Eşe (Ayşe) ile evlenmiş ve bu evlilikten Kader ve Yaman isimli iki çocuğu olmuştur.

İlk yakımlarını 15 yaşlarındayken aynı obada âşık olduğu bir kıza yazmıştır. Kızın bu obadan başka obaya göçmesi onun âşıklığını pekiştiren olay olmuştur. Âşığın elinde çok az şiiri kalmıştır. Bunun nedeni ise kitabını bastıracağını söyleyen bir kişi tarafından alınan şiirlerin bir daha geri getirilmemesidir.

Âşık halen yaşamını Akçaeniş köyünde sürdürmektedir. İlham kaynağını sorduğumuzda aşk, açlık ve acı olduğunu söylemiştir.

Başlıca şiirleri

Beşinci karısı Güssü hamiledir ve tahtacılığın büyük oranda insan emeğine dayanmasından dolayı çalışmaya devam etmektedir. Âşık ağacı kestiğinde yıkılmak üzere olan ağacın dalı hamile kadına çarpar. Hastaneye acilen yetiştirilmek için orman dairesinden araç istenir. Olumlu cevap alınamayınca tomruk yüklü bir kamyonla Elmalı'ya indirilir. Kadın ölür ve çocuk ta ölü doğar bunun üzerine âşık şu yakımı yakar:

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bağımsız Nasturiler - Dağ Nasturileri Misyonu; Osmanlı Dünyasında Kimlik ve Kimlik Oluşumu

Toplumsal Tarih [Tarih Vakfı Yayınları]
226 (2012), 96 S.,
ISSN 1300-7025-9-1
[KanalKultur] - Toplumsal Tarih, ekim 2012'de yayınlanan 226. sayısında Juliette Dumas'nın "Erken Modern Dönemde Dâmâd-ı Şehriyârî" başlıklı yazısını kapağa taşıyarak dâmâd-ı şehriyâri teriminin anlam ve kullanımlarını ele alıyor. Dumas, Osmanlı hanedanına damat olmanın ne tür ayrıcalıklar getirdiğini değerlendiriyor.

Juliette Dumas, üç sayıda tamamlanacak bir yazı dizisinin ilk yazısında "dâmâd-ı şehriyâri" teriminin tüm özelliklerini kapsayan bir çerçeve çizebilmek için konuyu pek çok açıdan ele alıyor. Bu terimin hangi payeye gönderme yaptığını, yükümlülükler açısından bu soruya nasıl cevap verilebileceğini, kariyerlerinin hangi aşamasında bu kişilerin padişah damadı olabildikleri gibi soruları cevaplıyor. Pelin Gürol Öngören, mimarlık tarihi ve müzecilik açısından büyük önem taşıyan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin çok daha öncesinde "Milli Müze" ya da "Hitit Müzesi" olarak adlandırılan Erken Cumhuriyet Dönemindeki ilk arkeoloji müzesi kurma teşebbüsünü ele alıyor. Zafer Toprak, 1921'de Torino'da gerçekleşen uluslararası sosyoloji kongresine ilişkin yazı dizisinde kongrenin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Marksizm'e alternatif olarak gündeme gelen "solidarizm"le ilişkisini inceliyor. Esra Danacıoğlu Tamur, American Board of Commissioners for Foreign Missions'ın Hakkari bölgesi Nasturileri arasında Dr. Asahel Grant'la başlayan ve bir dizi trajik gelişmeyle sonlanan "Bağımsız Nasturiler - Dağ Nasturileri Misyonu"nu inceliyor.

Ayşe Yazıcıoğlu, "Tarihçinin Odası" söyleşilerinin dördüncüsünde Mete Tunçay'la eleştirel tarih yayıncılığını, akademiyi, tarihi ve sosyalizmi konuşuyor. Fuat Dündar, Abidin Özmen tarafından 1930'larda kaleme alınan "Siyah Rapor"da bahsedilen ve 1990'lı yıllarda Uğur Mumcu tarafından da gündeme getirilen Kürt nüfusunun Türk nüfusundan "anormal" derecede hızlı arttığı iddiasını değerlendiriyor. Mete Tunçay, Orlando Figes'in "Kırım - Son Haçlı Seferi" kitabın Türkçe baskısını değerlendiriyor ve bu vesilesiyle bir bibliyografik deneme sunuyor. Kahraman Şakul, Baki Tezcan ve Karl K. Barbir tarafından derlenen "Osmanlı Dünyasında Kimlik ve Kimlik Oluşumu" (Norman Itzkowitz Armağanı) kitabı tanıtıyor. Zerrin İren Boynudelik, Avrupa Resim Tarihi yazı dizisine bu sayıda da Artemisia Gentileschi'nin çizimiyle Yehudit Kitabı'ndan Yehudit ve Holofernes öyküsü ile devam ediyor.