Bu Blogda Ara

11 Kasım 2013 Pazartesi

Fuzuli Bayat: Hurufilik Merkezleri ve Anadolu'da Hurufilik

Prof. Dr. Fuzuli Bayat
[© Fuzuli Bayat - KanalKultur] - 1. Hurufi Merkezlerinin Sosyo-Kültürel Yapısı

1.1 Azerbaycan'da Hurufi Merkezleri

Kurucusunun İran'ı, Irak'ı gezmesine rağmen tarikatını 1386'da Tebriz'de kurmuş olması bu yeni sufi yolunun çok kısa bir zamanda Azerbaycan'da, İran'da, Anadolu'da, Suriye'de ve Orta Asya'da yayılmasına neden olmuştur. Hurufilikte eskiden beri harfların sırrı ile ilgili pek çok kaynaktan yararlanılmış yeni ve orijinal bir sistem oluşturulmuştur. Hurufiliğin Azerbaycan'ın diğer iki büyük şehrinde – Bakü ve Şemahı'da tekkelerinin kurulması zamanı belli değildir. Ancak eskiden Bakü'nün Ateşperestliğin merkezi olduğu bilindiğinden buranın özel olarak seçildiği akla gelir. Nitekim Şemahı da Azerbaycan'da Sasani sülalesinin son sığınağı olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Şemahı ve çevresinde Zerdüşt inançları ile ilgili bazı tapınakların kalması da dikkat çekmektedir. İlk akla gelen şu ki Hurufilik merkezleri Fazlullah Nemi tarafından özel olarak seçilmiştir. Hurufilik akidesinin bu merkezlerde gelişmesi Fazlullah Neimi'nin eserlerini burada yazması ve Hurufiliğin bu merkezlerden yayılması bütün bunların bilincli bir şekilde gerçekleştirildiği kanaatını doğurur. Ahalisinin büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Şemahı'nın Azerbaycan'ın bütünlüğü yolunda Safevilerin mücadele anahtarına çevrilmesi de dikkati çekici bir husustur.

Hurufilik tarikatı doğal olarak üç büyük merkezden – Tebriz, Şemahı ve Bakü'den çevreye yayılmıştır. Hurufizm, Fazlullah Hurufi'nin ölümünden sonra kısa bir süre Karakoyunlu devletinde etkili olmuşsa da cıkan bir isyan sonunda tarikat üyeleri cezalandırılmış ve Azerbaycan'dan tamamiyle sürülmüştür. Yalnız Safevilerin hakimiyete gelmesinden sonra Hurufi şairleri ve düşünürleri takipten yakalarını kurtarabilmişlerdir. Orta Asya'ya giren Hurufiler orada ünlü Azeri şairi Şah Kasım Envar'ın ocağında faaliyet göstermişlerdir. Kaynakların bir çoğu Şah Kasım Envarı Hurufi şairi olarak tanımlamaktadır. Anadolu'da da Bektaşi ocağına sığınan Hurufilerin varlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir.

Hurufi merkezlerinden Tebriz, Bakü ve Şamahı'nın eskiden Zerdüşt inançlarının çok yaygın olduğu yerleşim yerleri olması Fazlullah'ın akide ve amaçlarına uygun düşmekteydi. Nitekim İslam dinini reforme etmeği amaçlayan Fazl Hurufi'nin, Bakü gibi önemini kaybetmeyen Ateşperestlik merkezine büyük dikkat verdiği bilinmektedir. Bazı işaretlere bakılmış olursak önemli Hurufi eserleri de Bakü'de yazılmıştır, denilebilir. Bu merkezlerden Tebriz, Zerdüşt akidelerini unutması ile kayda değer. Hurufizmin ortaya çıktığı dönemde çok büyük ihtimalle Tebriz, Erdebil Ocağı'nın etkisi altında idi. Bu nedenle de Hurufilik kısa bir zamanda Tebriz'den Şirvanşahların önemli merkezlerinden olan Bakü'ye, oradan da bu devletin başkenti Şemahı'ya taşındı. Erdebil Ocağı'nın baştan Şirvanşahlara düşman münasebeti bu iki heterodoks tarikatın ayrı ayrı amaç taşıdığına isbat olabilir. Nitekim Timur'un Azerbaycan'ı almasına kadar Şirvanşahların Hurufilere büyük saygı gösterdiği, onların hem Bakü'de hem de Şemahı'da fikirlerini serbest yaymalarına engel olmadığı kesin şekilde bilinmektedir. Hatta Timur'un oğlu Miranşah'ın Hurufileri takip ettiği bir zamanda Şirvanşah İbrahim'in Fazlullah'ı korumağa ceht gösterdiği de rivayetler arasındadır. Anlaşılan şu ki Azeraycan'ın merkezinde Şirvanşahlar gibi Fars soylu bir devlet kurmuş bu sülale eski İran din ve inançlarından tamamiyle kopmamış, bunları gizlice devam ettirmişlerdir. İslamı yeni bir şekle sokmağa çalışan Fazlullah Hurufi ve taraftarlarının Şirvanşahlarla anlaşma içinde bulunması da dolayısıyla yukarıda söylenenleri tastik etmektedir.

Hurufilerin, katı dindar olan Timur ve oğlu Miranşah tarafından takip edildiği bir zamanda Safevi Ocağı bu Orta Asyalı cihangirden büyük saygı ve yardımlar görmekteydi. Şirvanşahların Safevilere düşman münasebeti Şeyh Cüneydin Şirvanşahlara saldırmasından çok önceler başlamıştı. Oysa aynı Şirvanşahlar Hurufilikten yararlanıp, Fazlullah'ın fikirlerinin yayılmasına yardımda bulunurdular.

Hurufizmin esas prensiplerinin ilk önce Azerbaycan'da, özellikle de Bakü'de bizzat Fazlullah Neimi tarafından ortaya konulduğu bilinmektedir. Hurufilik bir sistem gibi bu merkezlerin aracılığıyla Anadolu'ya yayıldığında Fazlullah Neimi'nin düşünceleri bu ikinci Hurufi merkezlerinde daha da ileriye götürülmüştür. Hurufi merkezlerinde işlenip hazırlanmış bazı doktirinler hakkında elimizde bilgiler bulunmaktadır. Bunlardan ister Ehl-i Sünnetin, ister Şiî adlanan Ehl-i Beyt taraftarlarının, isterse de sufilerin kabül etmedikleri ruh ve âhiretle ilgili anlayışlar, Mehdîlik meselesi, insana atfedilen ilahî sıfatlar Hurufilerin ilk merkezlerinde Tebriz ve Bakü'de işlenip hazırlanmıştır.

Fazlullah Neimi, bazı görüşlerini gizli şekilde söylemiş Cavidannâme'yi gizli bir bilim kitabına çevirmiştir. İkinci ve üçüncü kuşak Hurufiler, Fazlullah Neimi'nin fikirlerini ya aşırıya götürmüş, ya da basitleştirmişlerdir. Bunu Giyaseddin'in İstivâname adlı eserinde de görmek mümkündür. Cavidannâme'de ruhun varlığına, âhirete inanmamak gibi bir mesele söz konusu değildir. Hurufî tarikatının ileri gelenlerinden Nesimî'nin Divan'ında da Anadolu Hurufi merkezlerinde açık şekilde ifadesini bulan âhirete inanmamak gibi bir durum söz konusu değildir. Anadolu merkezlerindeki ikinci ve üçüncü kuşak Hurufiler diğer heterodoks tarikat ve akımlardan da esinlenerek âhiret ve ruhun varlığı inancından vazgeçmiş, ölümden sonra hiçbir yaşayışın olmadığı ve çürüyen cesedin dirilmeyeceği fikrinde birleşmişlerdir.

Tenasüh meselesine gelince Fazlullah Neimi'nin bu fikri Bakü ve Şemahı şehirlerinde geliştirdiği kesindir. Anadolu Hurufi merkezlerinde halifeler tenasühe daha da önem vermiş ve diğer heterodoks akımlara, özellikle Bektaşiliğe bu konuda önderlik yapmışlardır.

Hurufiliğin birinci dönemi gibi değerlendirilen ve açık bir şekilde tebliğ edildiği Bakü ve Şemahı gibi merkezlerinde bu sistemin dini-kültürel esasları, insana bakış meseleleri işlenip hazırlanmıştır ki aşağıda bunlardan bazıları hakkında bilgi verilecektir.

1.2 Hurufilik Tarikatının Kurulması

1339'da Horasan'ın Esterabâd şehrinde doğan, 1394'te öldürülen Şihâbüd'd-Din Fazlullah Neimi'nin kurduğu bir sistem olarak değerlendirilen ve batıl tarikat adı ile takip edilen Hurufilik, varlığın birliği anlayışına esaslanan harf ile sese gizli anlam veren bir tarikattır. Hurufizmin batını bir yol olması kurucusu Fazlullah Neimi'nin ilk şeyhinin batını olması ile de tastik edilmektedir. Tasavvuf anlayışının oluşmasında ve gelişmesinde büyük rol üstlenen bâtınilik rakamlara (aktif ve pasif kabiliyet, gökleri, yedi yıldızı, dört unsuru meydana getirmiştir) ve harflere (mesela kün kelimesinin yorumu) özel yorum vermiştir. Harflerin sırrını Bâtinilerden ve sonradan okuduğu Tevrat'tan, İncil'den ve İbn-i Arabi'nin eserlerinden öğrenmiş, kendisi bütün bu kaynaklara dayanarak yeni bir sistem oluşturmuştur. Harf-sayı münasebeti ve bunların insanda mevcut olması inancı Hurufizmin yeni bir tarikat gibi ortaya çıkmasını saklamış oldu.

Hurufilik Vahdet-i Vücud felsefesini benimsemiş, kâmil insan konsepsiyasını daha da geliştirmiş buna rağmen bazı tasavvuf anlayışına aşırı yorum getirmiş, bununla da sufi tarikatlardan çok farklı bir yol tutmuştur. Bu nedenle de Hurufizm yalnız din adamları tarafından değil de, tarikatların da büyük çoğunluğu tarafından kabül edilmemiştir. Yalnız biribirine çok yakın olan Bektaşiyye ile Safeviyye takip edilen Hurufilere kucak açmış, Hurufi düşüncelerini yayan ve özellikle Türkçe heyecanlı şiirler yazan şairleri ve düşünürleri savunmuşlardır.

Zamanla bilim adamları tarafından din, mezhep, tarikat olarak ele alınan (Mesela B. Atalay, Hurufiliği ayrı bir din ve mezhep adlandırır.[1] A. Gölpınarlı onu "esas inançlarında İslami hükümlerden tamamiyle ayrılmış, uydurma bir din" olarak tarif eder.[2] İslam Ansiklopedisinin "Hurufilik" maddesinde tarikat olarak değerlendirilir.[3]), din adamları tarafından ise Rafizîlik, Zındıklık adı ile damgalanan, resmî Osmanlı belgelerinde ise Kızılbaş, Bektaşi, Kalanderi cemaatı gibi Işık adlandırılan Hurufiliğin gerçek yüzü şimdiye kadar ortaya çıkarılmamıştır. Aynı zamanda Hurufilik merkezleri ve bu merkezlerde oluşan felsefi sistem ve Anadolu'da yayılışı hakkında parmakla sayılacak kadar az eser vardır. Aşırı Şiî inancı, bilinen tevil ve tefsire önem vermeme, harflerle ve rakamlarla Allah sırrını çözmek isteyi ve bir çok yönleri ile şeriata karşı çıkma Hurufiliği öğrenmeye engel olan sebepler arasındadır.

Hurufilik, Timur'un Azerbaycan'ı alması ile gözden düşmüş, önce kontröl altına alınmağa çalışılmış, sonra bunun mümkün olmadığı anlaşılmış ve nihayet Timur'un oğlu Miranşah (Hurufilere göre Maranşah – yılanlar şahı, Farsça maran=yılan sözünden) tarafından tarikat önderinin öldürülmesi ve Hurufi ileri gelenlerinin takip edilmisi üzerine tarikat zayıflamış ve Azerbaycan'dan Anadolu'ya kaymış, bir kısmı ise Orta Asya'ya, ünlü Azerbaycan şairi Şah Kasım Envar'ın Ocağına sığınmıştır.

1.3 Hurufizmin Esasları

Hurufi telimine göre gizli bir hazine olan Allah'ın ilk tezâhür ve tecellisi söz şeklindedir. Varlığın zuhur şekli ise sestir. Ses her şeyde – gayb âleminde, maddi âlemde, canlıda, cansızda mevcuttur. Söz sesten, ses de harften oluştuğu için Hurufiler sözün ve sesin kaynağı olarak harfi almaktadırlar. Yani sesten ibaret olan varlık gayb âlemindedir. Ses gayb âleminden görünüş âlemine çıkınca harf şeklini alır. Bu halde ses vahdeti, harfler ise çokluğu, varlığın çeşitlenmesini, kesreti bildirir. İnsanda ses söze bürünür ve bu şekilde kemala erişir. Sesler 28 veya 32 harfte somutlaştığından tecelli veya görüntü âleminin kaynağı da harflerden ibarettir. Kısacası harfler halka, sözler de Allah'a işarettir ve her ikisinin kaynağı da ilahidir.

Hurufi teliminin esasında söz, ses, harf üçlüsü ile beraber rakamlara da büyük önem verildiği görülmektedir. Nitekim 28 veya 32 harfın esasını oluşturan yedi rakamının kutsallığı Hurufizmde belirgin bir özellik arzetmektedir. İşte canlı varlık gibi algılanan Kur'an-ı Kerim'in sure ve ayetleri, insanın vücut ve yüz çizgileri bu rakamlara, oradan da harflere ulaştırılmaktadır. Mesela Hakk'ın tecellisi olan insan yedi hatla doğar: İki kaş, dört kiprik, bir saç. Bu ana veya aslı hatlar yerleri ile beraber on dört eder. İnsan erginlik çağında yedi hat daha (iki yanaktaki hat, iki sakal, iki bıyık, bir çene altı hat) kazanmış olur ki bunlar da yerleri ile beraber on dört, toplam 28 eder. Kur'an'ın yazıldığı harflerin sayının 28 olması tecellinin hangi boyutta olduğunu gösterir. Kur'an'ın esasını oluşturan ve Ümmül-Kitab olarak adlandırılan Fatiha suresinin de yedi ayetten ibaret olması Hurufilerde Fatiha ile insan, dolayısı ile Kur'an arasında harflere ve rakamlara dayanan bir ayniyetin olduğu düşüncesini oluşturmuştur. Burada Hurufilerin Muhammed-Ali sözünün de yedi harften oluştuğunu söylemekte yarar vardır. Aynı zamanda Besmele'de de yedi harf vardır. (Fatiha suresindeki yedi ayet yüzdeki ana hatlara işaret olduğundan Fatiha okunduktan sonra ellerin yüze sürülmesi, Fatiha'da 28 harftan yedisinin olmaması, kadında da yedi hattın olmaması gibi fikirler, Hurufizmin İslama yeni yorum getirdiğini ispatlar.)

Hurufizm harf ve rakam konsepsiyasını işleyerek dini, manevi her ne varsa bu yolla izah etmeğe çalışmıştır. Bu yolla gündelik, sefer veya cuma namazlarında kılınan rikâtlar, oruc, hacc, zekat, cennet, cehennem, kıyamet ve diğer dini hüküm veya anlayışlar da izah edilmiştir. Ancak önemli olan bu doğru veya zorunlu, mantıklı veya uydurma izahlar değil, Hurufizmin insana büyük değer vermesidir. Nitekim Hurufi tarikatına göre harf ve rakamlarla şerh edilen bütün kutsal sayılar, dini hükümler insanda mevcuttur.

Hurufilere göre Allah'ın ayan olması merhale merhale olmuştur. Sonuncu merhale kemale ermiş ve 32 harfle kendini bildirmiştir. Bu merhalelerin ilki Adem Peygamber'e aittir. Hurufizmde asıl unsur olan harfler, Hz. Adem'e 9, Hz. İbrahim'e 14, Hz. Musa'ya 22, Hz. İsa'ya 24, Hz. Muhammed'e 28 ve Fazlullah'a 32 sayında inmiştir. Gerçekten de Musa Peygamber'e inen Tevrat'ın yazıldığı İbranice harflerin sayısı 22, İsa Peygamber'e inen İncil'in yazıldığı Yunanca harflerin sayısı 24, sonuncu Peygamber'e inen Kur'an'ın yazıldığı Arapça harflerin sayısı 28, Cavidan-i Kebir'in yazıldığı harflerin sayısıysa 32'dir. Hurufizme göre Hakk'ın en son ayan şekli Fazlullah'a tecelli etmiştir. Nitekim Kur'an-i Kerim'de geçen Fazl kelimesinden kasd Fazlullah Hurufi'dir.

Hurufizmin temelinde hulûl ve tenâsüh, felsefi esasında ise Nübüvvet, İmâmet ve Uluhiyet anlayışları vardır. Şiî-Alevi tarikatlarında bu, Nübüvvet, İmâmet ve Velayet şeklindedir. Bu yönü ile katı Şiî tarikat olan Hurufilik diğer Şiî-Alevi tarikatlardan farklanır. Hurufi akıdesinde Nübüvvet Adem'le başlayıp sonuncu peygamber Hz. Muhammed'le kemala ermiştir. İmâmet Hz. Ali ile başlar ve on birinci İmâm Hasan'ül-Askeri ile biter. Şiî-Alevi tarikatları İmâmeti onikinci İmâmla bitirmektedirler. Hurufilerce sonuncu devre olan Uluhiyet dönemi kendini Mehdî bilen Fazllullah'la başlar ve onun bitişi olmaz. Dünyayı, evreni ve insanlığı kurtarmak gibi bir fonksiyon üstlenmiş Hurufi başcısı bu yönü ile tarikat büyüğünden daha çok yeni bir din getiren şahsa benzemektedir. Buradan da aşırı batıl tarikat durumu ortaya çıkmaktadır. Nitekim Hurufilere göre bütün peygamberler son zuhur olan Fazlullah'ın tanığı ve müjdecisi durumundadırlar. Hurufizmin Fazl-hak konsepsiyasının esası yalnız bu batıl düşünceye dayanmaktadır.

Kur'an'a yeni bir tefsir ve tevil getiren (aslında tefsir ve tevile önem vermeyen) batınî inanç sistemi olan Hurufilikte tevil (yorum) tenzilden (metnin kendisi) daha üstün ve önemlidir. Sufizmin ana kaynağını oluşturan Kur'an-i Kerim'e bu şekilde yaklaşım Hurufizmi batınî inançtan batıl inanca kadar götürmüş oldu.

1.4 Kamil İnsan Meselesi

Sufizmin kamil insan anlayışı Hurufizmde başka bir anlam kazanmıştır. Gibb'in de yazdığı gibi Hurufiliğin belirgin özelliği ne harflere atfedilen gizli batınîlik zannıdır ne de mukaddes kitapta insanın vücudunun azaları arasında yapılan hayalî benzetmelerdir; onun asıl hususiyeti Allah'ın tecellisi olarak algılanan insanın (ilah derecesinde) yüceltilmesidir.[4]

Hurufi tarikatına göre Tanrı, kâmil insanda tecelli eder. Bu amaçla da Hurufizmde insanın burnu elife, burun deşikleri lama, gözleri haya benzemektedir ki bu da onun yüzünde Allah sözünün yazıldığını gösterir. Kamil insan Tanrısal bir varlıktır. Allah bir insanın, Hurufilerce kâmil insanın yüzünde tecelli etmiştir. Hz. Ali Hurifilerce kâmilliğin kaynağı, başka sözle Tanrısal varlıktır. O nedenle de insanın yüzünde Ali yazılıdır. İnsan'da ağzı ayn, burnu lam, çenesi ye olmak sureti ile Ali yazılıdır. Kelamın, yani Hakk'ın insan yüzünde doğuştan var olmasına işaret eden nesneler vardır ki bunlar yalnız kâmil insan tarafından fark edilebiler. Kısacası insan bütün mevcutluğu ile ilahi varlığı tecessüm ettirmektedir. Hurufizmde, insanın vücudunun üst tarafı yedi kat göğü, alt tarafı yedi kat yeri, başı ise arşı sembolize etmektedir, denilir.

Hurufizmde ahlak anlayışının temelini Tanrısal insan veya insanın kutsallığı oluşturur. Dolayısıyla Hurufilik hem İslama hem de eski Türk inancına ters düşen, insanın da bir Tanrı olduğu görüşünü savunur. Tanrısal insanın ahlakını iyilik, güzellik, olgunluk oluşturur. Bunlar kâmil insanın ebedi sıfatlarıdır. Kötülük, çirkinlik geçicidir ve cahil insanın sıfatlarıdır. Kâmil insan bilendir, bilen olduğu için hiçbir şeyden korkmaz. Cahil insan bilmediği için teşvişte, korkudadır. Kâmil insanın ölümden sonra ruhu Vücud-i Mutlakla birleşir, harf ortadan kalkar, sese dönüşerek görünmez olur.

Hakk'ın sırrı kâmil insanın yüzünde yazılıdır. Cahil insan kendinde yazılı Hak sırrını göremeyendir. Hurufilere göre Hak insanda tecelli ettiğinden kâmil insana secde Tanrı'ya secde anlamına gelir. İnsana secde etmekten kaçanlar Tanrı'dan kaçanlardır. Nitekim İblis de Tanrı'ya secde etmekten boyun kaçırdığı için Hakk'ın divanından kovuldu. Cahil insan da Şeytana uyandır, bu nedenle de yüzünde Hakk'ın tecellisi değil nefsinin zaferi yazılıdır. Hurufi sistemine göre Hakk'ı yalnız aşkla bulmak mümkündür. Âşık yar, diye adlandırdığı Hak ile vuslata erince hak ile hak olar ve bu durumun vermiş olduğu heyecan karşısında Ene'l-Hak'ı söyler. Hurufilerin en büyük şeyhine dönüşen Seyyid Nesimi'nin Ene'l-Hak demesi vuslata kavuşmasından dolayıdır.

Kâmil insan kendini bilen, kendi içine dönen, kendi içinde Tanrı'yı bir ışık gibi gören insandır. Bu ışığın yansımaları dış âlemdir. Hurufizme göre ışığı bilme, sezme aşkla mümkündür. Hurufi teliminde kendini seven Tanrı'yı, Tanrı'yı seven de yüce Allah'ın tecellisi olan insanı sever. Tabii ki Hurufiliğin temel anlayışı insanı sevmektir. Kâmil insan aşkla, içindeki Tanrı'yı bilip, ölümsüzlüğe kavuşandır. Nesimi'nin gizlenmemesi, ölümü araması da ölümsüzlüğe kavuşur olmasından dolayıdır. İnsanı evrenin kaynağı ve varlığın özü gibi gören Hurufiliği, B.Atalay, hatta bir Ademperestlik olarak değerlendirmiştir.[5]

1.5 Hurufizmin Ortaya Çıkmasının Etnik ve Kültürel Sebepleri
Hurufizmin kültürel ve manevi alanda hakim olan Arap kültürünü Fars kültürü ile ustaca bir şekilde yer değiştirmeyi amaçladığı görülmektedir. Nitekim Farsça veya Farsçanın bir şivesi olan Gürganca yazmış olduğu eserlerinde ve divanında Fazlullah Neimi bunu gizli şekilde uygulamağa çalışmıştır. Kur'an-i Kerim'in, Arap kültür mirası olan 28 harfini Cavidan'ın, Fars kültür mirası olan 32 harfle kemala ulaştırmak, Uluhiyet döneminin kendisinde tecelli ettiğini ve dolayısı ile Peygamberlerden, ki Arap ve İsrailoğullarına gelmiştir ve onların kültür mirasıdır, daha yüce olduğunu ve müjdelendiğini, Cenab-ı Allah'ın mazharı olduğunu söylemekle İslam dinini Ateşperestliğin yeni şekli veya Mezdekilikle değiştirmek isteği ve bunu oldukca gizli tutmağa çalıştığı yapılan araştırmaların sonunda belli olmuştur. Fazlullah'ın İslam dinine karşı olduğu söylenemez; ancak Hurufilik taritkatı adı altında İslamı kendi kültürü açısından benimseyerek milli bir düşünce sistemi (belki de dini) oluşturmak istediği de muhakkaktır. B. Atalay,
"Hurufilik İslamlık aleyhinde İnarlılara özgü milli bir din olmak üzere meydana çıkmışsa da tamamiyle bir din şeklini almadan meşhur Timur'un oğlu tarafından söndürülmüştür"
der.[6] Bu fikrin, "İslamlık aleyhinde" kısmı ile razılaşmak mümkün değildir. Nitekim İslamın esası olan tevhid, Hurufizmde bozulmamıştır.

Hurufiliğin, kurucusu Fazlullan Neimi'nin ölümü ile dil ve kültür alanında Farslaştırma, inanç boyutunda ise Mezdekizme çekme maksadı sarsılmış oldu. Buna önemli derecede, şeriatın çok büyük ölçüdeki tepkisi, öldürme ve diri diri ateşte yakmalar ve en önemlisi de tarikatların da sıcak bakmaması neden oldu. Hurufizm, içerisine önemli ölçüde bağımsızlığı, serbestliği seven ve halen de eski inançlarına bağlı Türkleri alması ve Seyyid Nesimi'nin de büyük katkıları ile Fazlullah'ın çizmiş olduğu yoldan saptı. Daha somut şekilde söylemiş olursak ideoloğun erken ölümü ile hedeflenen amaç yerine getirilmemiş kaldı.

2. Gizli Hurufilik

2.1 Anadolu'da Hurufilik

Timur'un oğlu Miranşah'ın aşırı takibine kadar Azerbaycan'da merkezi Tebriz, Bakü ve Şemahı olmakla açık bir propaganda yapan Hurufiler Anadolu'ya sığınmakla gizli faaliyete geçmiş oldular. Bu nedenle de Hurufiliğin Anadolu dönemini (ikinci dönem) gizli Hurufilik adı altında incelemeyi ilmi bulduk. Ancak bu tez hiçbir merkeze bağlı bulunmayan ve propagandasını tıpkı Kalenderiler gibi gezerek açık şekilde yayan Seyyid Nesimi için geçerli değildir.

Anadolu'ya Hurufiliğin Fazlullah'ın öldürülmesinden sonra girdiği bilinmektedir. Bu tarihten önce Hurufilik akidelerinin Anadolu'da veya Orta Asya'da var olması hakkında elimizde kanıt yoktur. Bilinen şu ki Azerbaycan'da bu tarikatın takibinden hemen sonra Hurufilik Anadolu'ya Aliyy'ül Ala, Seyyid Nesimi ve Mir Şerif adlı Hurufi halifeleri ve düşünürleri tarafından getirilmiştir.[7] Timurluların kontrölünde olan yerlerde sıkı takip edilen Hurufiler önce Anadolu'ya, sonra da Rumeli'ye geçtiler. Şunu özellikle söylemek gerekir ki ister Anadolu'da, isterse de Rumeli'de bütün heterodoks akım ve tarikatlar senkretik (syncretique) yapıya sahip bu sistemi çabuk benimsediler.

Kısa bir süre içinde Hurufilik Anadolu'da yayılmış, özellikle Bektaşi Ocağında iyi tutulmuştur. Hatta Terceme-i Şakayık'a göre Hurufiliğin Fatih Sultan Mehmed zamanında Osmanlı sarayına girdiği, sultanın dikkatini çekebildiği ve sultanın bu insanlara rağbet beslediği bilinmektedir. Ancak Mahmud Paşa ile Molla Fenâri'nin aşırı nefreti sayesinde Hurufiler sultanın yanından uzaklaştırılmış (aynı ile bu şahıslar Bektaşi şeyhi Otman Baba'yı da sevmezlerdi) ve din adamlarının verdikleri fetvalarla gözden düşmüş, yakılmak suretiyle öldürülmüş, A.Gölpınarlı'nın yazdığına göre Kanunî Sultan Süleyman döneminde Osmanlı memleketinden sürülmüşlerdir.[8] Buna rağmen Hurufilerin 17. yüzyıla kadar Anadolu'da varlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir.

Hurufilik, Bektaşi Ocağının bazı erkân ve yönlerine etkili olmuştur. Bu nedenledir ki Bektaşilerin yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullahi Hurufi gibi yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma Dâr-ı Fazlî olarak ifade edilir.[9] Bektaşilikte Dâr-ı Fazlî ile beraber Dâr-ı Nesimî söyleyişi de var.[10] Kuşkusuz Hurufiliğin bu etkisi diğer heterodoks tarikat ve akımlarda da görülmektedir.

Hurufiliği Anadolu'da yayanların bir kısmı mesela Seyyid Nesimi ve Mir Şerif hiçbir tekkeye sığınmamış, biri Orta Anadolu ve Suriye'de, o biriyse Karadeniz bölgesinde gezerek Fazlullah'ın bu yeni sistemini yaymağa başlamışlardır. Her ikisi de etrafına kalabalık bir derviş camiası toplayabilmiştir. Özellikle Türkçe heyecanlı şiirleri ile büyük ün kazanmış Nesimi'yle Hurufilik yeni bir yola girmiş, aşırı harf ve rakam yorumundan kaçınılmış, Türkçe Hurufizmin hem şiir hem de propaganda dili olmuştur. Eskiden beri şiirin gücü ile yapılan propagandanın gönül sevgisine üstünlük veren Türkler arasında daha kolay anlaşılır olması ve çabuk yayılmasını iyi bilen Seyyid Nesimi şairlik kudretini Hurufiliğin yayılması yolunda kullanmıştır. Şiirlerinde Fazlullah'tan daha çok Hallac Mansur'a bağlı olduğu gözüken Nesimi, heterodoks şiirin ilham kaynağı olmuştur. Şairlik gücüne güvenen Nesimi Hurufiliği başka bir boyut üzerine geçirmiş ve kısa bir sürede fikirleri bütün heteredoks tarikatlar tarafından kabul edilmiştir. Hurufilik Nesimi adı ile şöhret bulmuş, bu nedenle de Fazlullah adının Türkler arasında unutulmasına sebep olmuş, bilinen en etkili Hurufi gibi tanınmıştır.

Hurufiliğin Anadolu'da etkisi şiirde, hat sanatında, minyatürde açık şekilde görülmektedir. Hurufi edebiyatının Anadolu'da en büyük temsilcileri Refiî, Usulî, Temennayî, Rumî, Penahî vb. gibi şairler idi. 16.-19. yüzyılda bile Hurufilik ahlakını içeren, harf ve alfabe sırlarını açığa vuran Hurufi konulu şiirler yazılmaktaydı. Bu şiirleri biz hem divan hem de tasavvuf edebiyatında görmekteyiz. Özellikle Bektaşi Ocağına bağlı şairlerin eserlerinde Hurufilik açık şekilde görülmektedir. (Mihrabi, İbrahim Baba, Neyzen Tevfiyk vb.) Hurufiliğin Mevlevi tarikatına da tesir ettiği bilinmektedir. Mesela 17.-18. yüzyıl Mevlevilerden Mehmed Dede, Siyahi Dede, Esrar Dede gibi şairlerin eserleri Hurufi etkisinde kalmıştır. Hurufilik Melami-Hamzevi Edebiyata da tesir göstermiştir.[11]

Anadolu'da Hurufiliği yayan diğer bir şahıs Aliyy'ül Ala idi. Nesimi'den farklı olarak gizli faaliyet gösteren bu Fazlullah Halifesi bilindiğine göre Bektaşi Ocağına sığınmış, kısa bir zamanda Bektaşiliği, Hurufi akideleri ile doldurmuştur. Yeniçeri Ocağının piri sayılan Bektaşiyye tarikatına sığınmakla Aliyy'ül Ala Hurufiliği takipten kurtarmak ve bu tarikat adı altında Hurufizmi yaşatmak amacınında olmuşutr. B. Atalay'ın da yazdığı gibi Hurufilik tamamiyle ayrı bir yol olduğu halde, Bektaşiliğe o kadar karışmıştır ki bugün Bektaşilikten Hurufiliği çekip almak mümkün değil.[12] Aynı yazar bu nedenle de Bektaşiliğin mezhep itibariyle Caferi, bilim ve felsefe itibariyle Hurufi olduğunu tanımlar.[13] Tarihi kaynaklarda Hurufiliğin Bektaşilik adı altında varlığını sürdürmesi değişik görüş açısından değerlendirilmiştir. Bu nedenledir ki bazı araştırıcılar Hurufiliği Aleviliğin bir kolu olarak tanımlarlar.[14] Hurufi görüşleri Anadolu'da daha çok gezginci derviş zümresi olan Kalenderiliği ve Bektaşiliği etkilemiş, Hurufilik bunların içinde erimiştir.

Hurufi merkezlerinin dağıdılmasından sonra bu tarikatın Anadolu'da yayılması iki yolla olmuştur:

1. Seyyid İmadeddin Nesimi ve onu takip eden Refiî yolu ki bu tarikatı büyük bir ölçüde Türkleştirmiştir. Aslında bu Türkleşme prosesi Hurufi merkezlerinin Azerbaycan'ın üç büyük başkentinde Tebriz, Şemahı ve Bakü'de zaviyelerinin kurulması ile başlamıştı. Kurucusu ne kadar Acem kültürü ile yetişmiş olsa bile tarikat üyelerinin büyük çoğunluğu Türkler olduğu için Hurufilik Fars milliyetçiliği ruhunu kısa bir sürede kaybetmiştir.

2. Aliyy'ül Ala ve onu takip eden Firiştezade tarafından Bektaşiliğe uyma ve Bektaşiliği kendine uydurma yolu ile yayılan Hurufilik sistemi ki etkisini Bektaşiyye tarikatında uzun zaman koruyabilmiştir.

2.2 Anadolu'da Hurufi Merkezleri

Azerbaycan'dan tamamiyle sürülen Hurufiler, o zamanlar Diyari Rum adlanan Osmanlı devletinde gizli faaliyet göstermekle ve faaliyetlerinde ikinci bir aşamaya girmeleriyle beraber yeni merkezler oluşturdular. Anadolu'da ve onun dışında Hurufi merkezleri Akçahisar, İstanbul, Arnavutluk, Mısır'da İskenderiye şehri olmuştur. Osmanlı vesikalarından anlaşıldığına göre Filibe bir müddet Hurufi merkezleri arasında olmuştur. Ancak bu merkez sıkı denetim ve takipler sonucu çok kısa bir zamanda çöktürülmüştür. Elimizde yukarıda adları geçen merkezlerde Hurufiliğin etkinlik derecesi, yaşama süreci hakkında sağlıklı bilgi verebilen belge ve bilgi yoktur. Ancak bu merkezlerin de sıkı denetim altında tutulduğu kesindir. Nitekim Anadolu ve Rumeli'de Hurufi merkezleri varlıklarını uzun süre koruya bilmemiş, resmi Osmanlı belgelerinde Işık adlanan, ancak Hurufiler kadar takip edilmeyen diğer zümrelerin içinde erimişlerdir.

Anadolu'da Hurufi merkezlerinin heterodoks akımlara büyük ölçüde etki gösterdiği bilinmektedir. Bakü ve Şemahı'da olduğu gibi serbest faaliyet gösteremeyen ve Fazlullah'ın ölümüyle eski amacına ulaşamayan Hurufiler Anadolu'da daha çok heterodoksi bir irşadla ilgili faaliyette bulunmuşlardır. Nitekim koyu bir Sünni inancın hakim olduğu Osmanlı memleketinde kesinlikle Zerdüştilik, Mezdekilik gibi İran yöresi inançlarını konu alamazlardı. Onsuz da marjinal sufilige en yumuşak halde sıcak bakmayan yönetim aşırılığa izin vermezdi. Resmi belge ve fermanlardan anlaşılan şu ki Hurufilerin attıkları her adım yönetim tarafından sıkı takibe alınmıştır ve hedef Anadolu'daki Hurufi merkezlerini çökertmek olmuştur. Bazı bilgilere bakılırsa Osmanlı yönetimi bu amacına yalnız 17. yüzyıl ortalarına doğru ulaşabilmişti. Ancak Anadoludaki Hurufi merkezlerinin dağıtılması ile Hurufi etkisi ortadan kaldırılamadı. Nitekim başka heterodoks tarikatlara sığınan Hurufiler ideolojilerini tarikatlar kapatılana kadar sürdürebildiler. Bunun esas kanıtı şiirde, hat sanatında, mimaride, minyatürde vs. görülmektedir.

Resmî Osmanlı belgelerinde (Hazine-i Evrak Mühimme Defterleri, 16. yüzyıl sonları) Hurufilerin tutuklanması, cezalandırılması hakkında ferman verilmiştir. Bu fermanlarda Hurufilik mezhep diye tanıtılır. Osmanlı belgelerinde Hurufi, Bektaşi, Kızılbaş zümreler Işık adıyla anılmış, bölgelerden verilen bilgiler doğrultusunda fetvalar imzalanmış ve bu fetvalarda adları çekilen zümreler dinsiz bir kitle gibi gösterilmiş, halk arasında ayrım yapılmıştır.

Özellikle 16. yüzyıl Osmanlı yönetimi Sünni inançta olmayanları ortaya çıkartmak için ülkenin her yerine casuslar tayin etmiş, işi daha da ileriye götürerek A. Refik'in de yazdığı gibi bu adamların defterlerinin tutulup öldürülmelerini, bazılarının Kızılırmak'a atılmaklarını, bazılarının da ateşte yakılmalarını sistemli bir halde uygulamıştır.[15] Mesela "Filibe Taraflarındaki Hurufi Mezhebinden Olanların Tutuklanmalarına Dair" adlı fermanda
"Tatarpazarı ilçesine bağlı Mendiç adlı köyde Mustafa Işık demekle tanınan ışık (Kızılbaş), Hurufi Mezhebinden olup, müslümanları din yolundan uzaklaşdırmakla uğraştıkları öğrenildiğinden..."[16]
görüldüğü gibi Işık diye adlandırılan Hurufiler her yerde takip edilir, tutuklanmaları ve cezalandırılmaları taleb edilirdi. Yine bir başka belgede Hurufilerden bazılarının öldürüldüğünden, bazılarının da "şeriatça ne gerekiyorsa yerine getirilip" cezalandırıldığından söz açılır.[17]

Resmi belge ve vesikalardan Anadolu'da Hurufi merkezlerinde bulunan dervişlerin nüfuzu hakkında bir kayda rastlanmamaktadır. Ancak tahmini bilgilere göre diğer heterodoks zümrelerin müridleri gibi Hurufi dervişleri de çoğu zaman kimliklerini gizli tutmağa mecbur olmuşlardır. Diğer taraftan 15.-16. yüzyılda merkezi hakimiyete karşı çıkan ayaklanmalarda Hurufilerin iştirakı konusunda da bir şey bilinmemektedir. O halde merkezlerin faaliyetinde propagandanın hanki yönde yürütüldüğü de kesinliğe kavuşmamış kalır.

Tarikatların etkili olduğu bir zamanda ortaya çıkan Hurufilik bazı aşırı düşünce ve yöntemlerine bağlı olarak tarih sahnesinde uzun süre tutunamadı. Önce Sünni sonra da Şiî din adamları tarafından kesin şekilde red edilen Hurufilik hatta heterodoks tarikat ve akımlarca da pek fazla hoş karşılanmadı. Ancak estetik yönünün güçlü olduğu bu tarikat, bir taraftan da İmadeddin Nesimi'nin şairlik kudreti sayesinde şiirde etkili olabildi.

İnanç merkezleri bağlamında Hurufi tarikatının ortaya çıkması, amacı, hızlı bir şekilde Azerbaycan'da, Orta Asya'da ve Anadolu'da yayılması, ikiyüz yılı aşmayan bir süre içinde eriyerek diğer heterodoks akımların, Bektaşiyyenin, Kalenderiliğin, Kızılbaşlığın bünyesinde yer alması Türk tasavvuf tarihi açısından oldukca değerlidir. Amacı yolu, erkânı her ne olursa olsun Türk edebiyatı ve sanatının eşsiz ürünlerini oluşturmuş Hurufilik sistemi, tarafsız bir şekilde öğrenilmeye layıktır. [© Fuzuli Bayat - KanalKultur]

Notlar

[1] Atalay B.: Bektaşilik ve Edebiyatı. İstanbul 1991: 48.
[2] Gölpınarlı A.: Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler. İstanbul 1969: 143.
[3] İslam Ansiklopedisi, C.5/1, İstanbul 1991: 598.
[4] Gibb E. J. W.: Osmanlı Şiir Tarihi, c.1-2. Ankara, s.222.
[5] Atalay 1991: 68.
[6] Atalay 1991: 57.
[7] Bkz.Gölpınarlı 1969: 157.
[8] Gölpınarlı 1969: 157.
[9] Özcan H.: "Bektaşilikte Dâr Kavramı ve Hallâc-ı Mansûr Etkisi" Folklor/Edebiyat, Alevilik Özel Sayısı – II, 2002/2: 158
[10] İmam Cafer Buyruğu. Haz. E. Korkmaz, İstanbul 1997: 113.
[11] Gölpınarlı 1969: 159.
[12] Atalay 1991: 60.
[13] Atalay 1991: 13.
[14] Öz G.: Aleviliğin Tarihi Kökleri ve Anadolu Erenleri. Ankara 1996: 341.
[15] Refik A.: Onaltıncı Asırda Râfızîlik ve Bektaşilik. İstanbul 1994: 33.
[16] Refik A. 1994: 90, belge 41.
[17] Refik A. 1994: 102, belge 48.


* Prof. Dr.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder