«Rakı ticareti Frenk'e kazanç getirmiyor. Frenk de uşağı da
kabare işinde son derece pratik. Dükkâna müşteri çekmek için daha kuvvetli
cazibe lâzımdır: çalgıcılarla çengiler tutuluyor.
«Çengiler kadın kıyafetinde genç oğlanlardır, zira Türk
iffet telakkisi kadınların seyirciler karşısına çıkmasına müsade etmez.
«Müz'iç hamal çengileri kucaklıyor ve her şeyi altüst ediyor.
Fakat derhal üzerine yağdırılan sopalar onu kaçırıyor ve bir ağacın tepesine
sığınmıya mecbur ediyor; bu suretle koreografik hareketlerin devamı mümkün
oluyor.
«Bu çengiler, daha doğrusu köçekler, ayrıca anlatılmıya
lâyık; bir tanesi, hatlarının inceliği, gerdanının beyazlığı lüle lüle sarı
saçları, başının üstünde Yunanvari duran mavi çevresi, mütevazı tavrı ve ince
beliyle tepeden; tırnağa kadar genç ve güzel bir kadın tesiri içinde insanı
aldatıyor. Kostümünün diğer kısımları daha da zarifti; bunlar sutaşlarla
süslenmiş yeşil çuhadan bir camadan, bürümcükten bir pirehen, üst üste giyilmiş patlıcan moru taftadan, sarı saçaklı iki tüniğin
üstünde beli sıkan kırmızı ipek bir kuşaktan mürekkepti.
«Öbür ikisinin de, arkadaşlarından, al feslerinin çevresinde
kocaman bir örgü teşkil eden takma saçlarından ibaret saç tuvaletinden başka
hiç bir farkları yoktu. — Bu trio vücutlarını büke büke bellerinin alt kısmını
kıvıra kıvıra, bizim (yani Fransa'nın) Belediye çavuşlarının iffet hislerini
rencide edecek kadar, 'bir nevi Rum tarzından ve hayli orijinal karakterde ve
seyredenleri son derecede teshir ederek oynuyorlar.
«Çengilerin yerini kırmızı haçlarla süslü cepkenli ve kara
tozluklu, kırma fistanlı Arnavutlar alıyor, memleketlerinin cengâver ayağına
uyarak müthiş asap kıvranmalarıyla oyunlarını oynuyorlar. Tıraşlı şakakları,
tepelerinde kırmızı börek kabuğu gibi küçük birer top bulunan beyaz takkeleri,
pala bıyıkları ve iri gözleri simalarına vahşi ve farfara — âdeta Rabelais'nin
«korkunç» diyebileceği — bir ifade veriyor. Burada onların ahlâkına hiçbir leke
sürmek istemem, hiç itimat telkin etmeyen bir halleri vardı diyebilirim.
«Artık Frengin kabaresi zevküsefaya alem olmuş ve.şöhreti
İran Şahına, kadar erişmiş, hem de maiyetiyle beraber gelmesine sebep olmuştur.
İranlılar Türk tiyatro sanatında tıpkı bizim vodvillerde İngilizlerin oynadığı
rolü oynuyor. Israrlı aksanları, dimdik ciddiyetleri, garip ve bambaşka
kostümleri, bitmez tükenmez cerbezeleriyle at başı beraber gidiyor.
«Şah (Piskoposların Mytre'i gibi) İran külâhına sarılmış
acayip bir sarığın üstünde kat kat ve büklüm büklüm duran şalın ağırlığı,
altında ezilmiş gibi. Arkasındaki Keşmir örneğinde çiçekli sarı hil'atının
üzerinde ikinci bir şal kadit vücudunun, etrafında yirmi defa dolanmış, elinde halısına
oturduğu zaman dirseğini dayamasına yarıyan demirden bir destek tutuyor. Bu
şahın içkiden ve esrardan harap olmuş bir çehresi var. Âşık Şeytan (= Diable
Amoureux) balesinin Esir Pazarı sahnesindeki Elie'ye şâyanı hayret derecede
benziyor. Şahın gerisinde, siyah kuzu derisinden papakları ve İran usulünce
bellerine takılmış sıra sıra silâhlarıyla altı haydut yürüyor. Şah yerini
alıyor, dans yeniden başlıyor. Şah o kadar memnun oluyor ki, Frenge beşyüz kese
bahşediyor. O da artık hamala borcunu ödeyebiliyor.
«Türkçe bilmediğim için pantomiminden başka bir şeyini takip
edemediğim bu hars (= farce) hazır bulunanların vakit vakit coşan
kahkahalarından anladığıma göre, çok komik olmalı. Aktörler rollerini büyük bir
hararetle ve entonasiyon değişiklikleriyle oynuyor. Frengin Avrupalı aksanını
Şahın İranlı aksanını ben bile farkedebiliyorum.» diyor. Aldığımız kısım burada
bitiyor (1). Anlaşılıyor ki, hamalın ağaca kaçırılmasından borcun ödenmesine
kadar, şah ve maiyeti, giyim, rol ve taklitleri, ayrıca da zengin rakıs
sahneleri ile bu temsil «Frengin kabaresi» adı takılabilecek surette bir
mudhike ahenginden ibarettir.
Eskilerden bir İtalyan ressam tarafından yapılmış tablosunun
ve kayıtların belirttiği üzere Venedik'te bir Türk tüccar antrepoları mahallesi
vardır, Türk gemicilerinin eğlenceleri orada eksik olmaz, alâka toplardı.
Karşılık olarak Galata da yüzyıllar boyu Avrupalı tüccarların antreposu oldu,
garp gösteri ve ahenklerinin her çeşitini en eski basit halleriyle tanıttı.
Karşılıklı etkileşmeler imkân dahilinde, fakat zihniyet mukavemetleri o
nispette sert birer fren gücündeydi. Köçeklerin sanatı XVI. yüzyıl Türk
kahvehanelerinden itibaren baskın kaldı. — Nuruosmaniye Kütüphanesi'nin
yazmalar bölümünde saklı «Tarifnamei İstanbul» başlıklı anonim el yazmasında
deniliyor ki: «Galata dünyanın işretğâhı ve bezmgâhıdır. Zevk ü sefa darbımesel
olmuştur. Her köşesi bir Frengistan mülkünden üstündür. Şarap bezmi oradan
gayrı yerde haramdır. Halkı ya şarap içer, ya şarap satar. Her halde ellerinden
kadeh düşmeyen adamlardır. İstanbul'un ne kadar zevk düşkünü kalleş ve ayyaşı
varsa melâl ve kilâli defi içün orada saz ve sözü öyle irgüdürler ki sazlarının
ahengi zühre çengini bir kıla almaz, güneş dairesini pula saymaz; deveran-ı
bezminde ne kadar sagar sürmüş hanende ve sazende varsa orasını kendisine merci
ve menzil edinmiştir. Her tarafında birçok mest ve meyperestler hayran ve
lâ-ya'kal, sarıkları perişan, kendileri bednam olmuş görülür» T. Gauter'nin
müşahedesi görünüşe göre en lüks âlemlerinden biridir oranın.
Küçük sıfatından daima ayrı kalmış olan Köçek kelimesi
zannımca «köçmek» fiilindendir. En eski Türkçede g ile başlayan kelime hiç
yoktu: meselâ göçmek fiilimizin en eski kayıt ve söylenişi «köçmek» idi. Kötek,
Kürek veznindeki Köçek, bu haliyle halis Türkçedir, fakat en eski Türkçede izi
yoktur! Küçücek küçültmesinden muhaffef olması mümkündür. Farsçada «kö» ile
başlayan kelime olamazdı, kuşek demeleri gerekirdi: ferhenklere bakılırsa,
erkek veya kadın çengi anlamına bir guşek adı Farsçada hiç bir zaman yer
bulmamıştır. Nitekim Türkçe «çengi» kelimesinin de Farşça çengi nispetiyile
tesadüfi andırışmadan başka her hangi bir ilişiği yoktu. Kaşgarlı Mahmut Türkçe
«çenk» adının zil demek olduğunu yazmıştır. Çengi, zilbazdır.. Telli çeng başka
sazdı, Çin'de de vardı. Köçekliğin menşei İç Asya'dadır, Türkistan'da hâlâ
vardır. İslâmiyetten önce şamanlıkta da vardı. Dikkat edelim.
(1) T. Gautier, L'Orient: Le theatre turc (Paris 1877,
Charpantier Editeur, s. 87). - Bu «La Turquie» bahsi, W. Duckett'in "La
Turquie Pittoresque, (Paris 1855) kitabının önsözünde de çıktığına göre,
yüzyıldan daha öncemize aittir; fakat Kırım muharebesi sıralarında yazılmış
olmalıdır. Th. Gautier'nin Fransız bale tarihine, «romantik bale»yi üstün görü
teşvik etmiş olması yolunda bilhassa zamanı için haklı bir anlayış payı vardır.
Köçekliği iyi karşılamış ve tarif edebilmiş olmasının sebebi budur.
Bkz. Türk Folklor Araştırmaları 6 (1959) 123: 2001-2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder