[KanalKultur] - 4 şubat 1970 doğumlu Hüseyin Karabey, Pertevniyal Lisesi'nden mezun olduktan sonra Bursa Uludağ Üniversitesi İktisat bölümüne girdi, 4. yılın sonunda okuldan ayrılarak sinema yapmaya karar verdi. Mezopotamya Kültür Merkezi'nde sinema bölümünü kurdu. Ardından Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV bölümüne girdi ve bitirdi.
Eserleri
Uzun metraj
Gitmek: My Marlon And Brando-2008
6. New York Tribeca Film Festivali, En İyi Yönetmen
27. İstanbul Film Festivali, En İyi Kadın Oyuncu
14. Sarajevo Film Festivali, En İyi Kadın Oyuncu
45. Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yard. Erkek Oyuncu-Volga Sorgu
15. Adana Altın Koza Film Festivali, En İyi Kadın Oyuncu
25. Jerusalem Film Festivali, Fipresci Ödülü
5. Yerevan Film Festivali, Fipresci Ödülü ve Ekümenlik Jüri Özel Ödülü
21. Tokyo Uluslararası Film Festivali, En İyi Asya-Ortadoğu Filmi
Borderlands-4Film Festival, En İyi Film
Yönetmenliğini yaptığı belgeseller
Etruş Kampı-1996
Kuzey Irak'taki Etruş kampında yaşayan Kürt kökenli Türk vatandaşlarının kamptaki yaşantıları ve göç nedenlerini anlatıyor.
1 Mayıs 2 Film-1997
Bekar Hanları-1997
Sokaklar ve Kayıplar-1998
Adı Aytaç-1998
Boran Boran-1999
Gözaltına alınan ve kaybedilen insanlar, Türkiye'nin en acı gerçeklerinden biri olarak kayıp yakınlarının her cumartesi öğle saatlerinde Galatasaray Lisesi'nin önünde oturmalarıyla gündeme geldi.
Bu eylemlerin amacı kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanmasını ve kaybedenlerden hesap sorulmasını sağlamaktı. Demokratik bir hakkın kullanılmasıydı yaptıkları.
Kayıp olgusunda aileler, hesap soranlar, karşı çıkanlar, sık sık polis copuyla dövülenler olarak yer aldılar.
Bu kişilere toplum "Cumartesi Anneleri" adını verdi.
Dört hikayeden oluşan bir kayıplar filmi.
Artık öldüğü düşünülen ama cesetleri bulunamayan üç gencin öyküsü. Ve annelerin, oğullarından herhangi bir haber almak için giriştikleri inanılmaz mücadelesini anlatıyor.
Boran, doğada ancak yabani olarak yaşayabilen bir güvercin türü. Asla evcilleştirilemiyor, yakalanırsa, kafese kapatılırsa ya hiç bir şey yemediği için açlıktan ya da kendini kafesin duvarlarına vurduğu için yaralanarak ölüyor.
Filmde, insanların bir güvercin olduğuna inanılıyorsa kaybedilenler de birer Boran.
İFSAK 21. Ulusal Kısa Film Yarışması. 2001
12. Ankara Film Festivali, Ulusal Kısa Film, Kurmaca Dalına Katıldı.
İstanbul Film Festivali, Belgesel Programı. Gösterim.
Sessiz Ölüm-2001
Almanya, İspanya, İtalya ve Amerika'daki hücre tipi cezaevlerinde kalmış eski tutuklu ve hükümlülerle, onların aileleri ile görüşmeler, yine bu konuda araştırma yapmış doktor, avukat ve parlamenterlerin görüşleri, bize örnek alınan sistemin insan haklarına aykırı olduğu gibi 100 yıla varan bilimsel araştırmaların sonucu oluşmuş, sistematik bir uygulama olduğunu gösteriyor.
Film var olan 30 yıllık modern tecrit cezaevleri deneyimini gözlemlemeye alışıyor. İddia edilen ile var olanın arasındaki fark izleyiciye sunuluyor.
Cezaevlerinde uygulanacak olan izolasyon ''Tecrit" sisteminin sorunları canlı tanıkların anlatımı ve belge görüntülerle izleyiciye aktarılıyor.
13. Ankara Uluslararası Film Festivali Belgesel 2. Ödülü
İstanbul Uluslararası Film Festivali
24. Uluslararası Bağımsız Film Festivali Bruxelles, Emile Cantillon Ödülü-Belçika
La Corrida Audiovisuelle 2002 Fransa
Fransa, Montpellier Gösterim.
1. Londra Kürt Filmleri Festivali. 2001
Retina Uluslararası Film ve Video Festivali, Gösterim. 2002
Yoldan Çıktık-2003
Türkiye'yi minibüslerle gezen bir grup kadının hemcinsleriyle buluşmalarını ve paylaşımlarını anlatıyor.
Kadınlar; maruz kaldıkları şiddeti, çektikleri yoksulluğu, köylerini terk etmek zorunda kalışlarını, okutulmayışlarını, çocuk yaşta evlendirilişlerini, cinselliklerini vb. anlatıyor, paylaşıyor.
Kadın Tavrını Geliştirme İnisiyatifi (KATAGİ) tarafından gerçekleştirilen "Kadınlar Birbirine Doğru Yürüyor Kampanyası" kapsamında belgesel niteliğinde çekildi.
Bir Memleket, Bir Zaman ve Bir Adam-2004
3. Londra Kürt Filmleri Festivali. 2004
Ölümü Ektim Randevu Yerinde-2006 / Nesrin Cevadızade
Sincan F Tipi Cezaevi'nde tutulan kanser hastası gazeteci Odak Dergisi Yazıişleri Müdürü Erol Zavar'ın ve ailesinin yaşadıklarını konu alıyor.
1999 yılında kanser teşhisi konulan Erol Zavar, 2001 yılında gözaltına alındı ve tutuklandı. F-tipi tecrit ve izolasyon altında 9 ameliyat oldu. Onu orada tutmaya devam edenlere inat, Sincan F tipi cezaevinde ölüme hala direniyor. Belgeselin ismi Erol Zavar'ın şiirinin ismini taşıyor.
Şiirden Sahneye "Nazım'a Armağan"-2004
13. Uluslararası Tiyatro Festivali'nin açılış gösterisi olan "Nazım'a Armağan'ın daha önce tanık olunmayan prova sürecinin iyi ve kötü yönlerini belgeliyor.
Yönetmenliğini yaptığı kısa filmler
Diyalog-1997
Yargı-1999
Diğer filmografisi
Adana-Paris (Yılmaz Güney belgeseli)-1994/Yönetmen Yardımcısı
Gazi Mahallesi/Kurgu
Ayışığı Sonatı-2000/Kurgu
Katıldığı Festivaller ve Ödülleri
5. Avrupa Uluslararası Gezici Filmler Festivali. 1999
1. Internationla Human Rights Film Festival- Tel-Aviv, Ramallah. 2000
23. Poitiers Internationla Student Film Festival. 2000
19. İstanbul Uluslararası Film Festivali. 2000
Ankara Uluslararası Kısa Film Festivali. 2000
5. Antalya Altın Portakal Uluslararası Kısa Film Festivali, Kültür Bakanlığı Özel Ödülü. 1999
8. Tel-Aviv Internationla Student Film Festival, En İyi Film Ödülü. 2000
Gitmek
Ayça 30'larında, İstanbullu bir genç kadın. Bir tiyatroda oyuncu, aynı zamanda "Göçebe Şarkılar" isimli bir grupta şarkı söylüyor. İstanbul'un karmaşasından, insanlardan, tacizlerden, olan-bitenden ölesiye sıkılmış. Tiyatrodayken herkesin ayıla bayıla seyrettiği kadına gerçek hayatta bakılmıyor bile: Çünkü şişman. Bütün şehir kadınları gibi yalnızlığın dibine vurmuş.
Hama Ali, 50'li yaşlarında Iraklı bir aktör. Saddam iktidarı aldığında 10 yıl dağlarda yaşamış, sonra Bağdat'ta sinema eğitimini tamamlamış. Süpermen Irak'ta gibi filmlerin kahramanı. O kadar ünlü ki, Irak'ta sokakta yürüyemiyor. O kadar meşhur ama o kadar da fakir. Yaşlı, şişman ve kel bir Kürt.
Ayça ile Hama Ali'yi birleştiren, Kürt yönetmen Ravin Asaf'ın 2003 yılında çektiği "Sarı Günler" filmi. Ayça filmde köyün gözdesini, Hama Ali ise ağasını oynuyordu. Sanat mı hayatı taklit ediyor yoksa hayat mı sanatı bilinmez, Ayça ile Hama Ali film çekimleri sırasında gerçekten âşık oldular.
Çekimlerinden sonra Ayça İstanbul'a, Hama Ali Süleymaniye'ye döndü. 25 gün beraber oldular. Ayça onu olduğu gibi kabul eden bir erkek bulduğu için mutlu ama uzak olduğu için mutsuzken, Hama Ali ona kaçakçılarla, kamyoncularla video mektuplar gönderiyordu. Video mektuplarda Ayça'yı çok özlediğini, onu çok sevdiğini anlatıyordu. Sonuna da kendi filmlerinden parçalar koyuyordu.
Uzak aşk bütün güzelliği ile devam ederken, Bush Irak'a giriyor ve haberleşme kesiliyor. Ayça'nın, Hama Ali'yi merak etmekten, özlemekten sıtkı sıyrılınca Irak'a gitmeye karar veriyor ve yola koyuluyor. İstanbul'dan Diyarbakır'a, Silopi'ye, Habur'a, oradan geçemeyeceğini anlayınca, Van'a ve İran'a... Çünkü Hama Ali onu İran-Irak sınırındaki bir İran köyünde bekliyor...
Radikal'den Nazan Özcan'ın kaleminden gerçek hikaye böyle yansırken, işte bu gerçek hikaye filmde tekrar yaşanıyor.
Karabey, bu hikâyeyi film yapmaya karar verdiğinde Mahir Günşiray'ın tiyatrosunda oyuncu yönetmeni olarak çalışıyormuş:
"Benim yaşadıklarımla Ayça'nın yaşadıklarını birleştirdik. Öyle bir hikâye yaptık ki, her şey neredeyse gerçek. Tabii biraz eklemeler var. İki üç tane kurmaca karakter gibi". Soran isimli, Avrupa'ya gitmeye çalışan bir Kürt ressam, kaçakçılar, göçmenler, insan kaçakçıları filme dahil oluyor.
Karabey "Film her şeyi tersine çeviriyor" diyor. Bir tür ezber bozma yani. "İlk başta bunlar kim dediğiniz karakterlerle kıskanmaya başlayacaksınız, onların yaşadığı aşkı, içtenliği vs. Tersine bir hikâye. Ayça mutlu olmak için batıdan doğuya doğru gidiyor. Benim bu filmi yapma sebeplerimden biri buydu. Batı'daki 'insan hakları'na saygı duyan 'insancıl' yönetmenlerin filmleri beni çıldırtıyor. O filmlerde doğudan batıya kaçan insanlardan bahseder, çünkü batıda her şey mükemmeldir. Doğu sadece kurbanlar ve katillerden oluşan bir yer değil. Batıdaki filmlerde nedense böyle gösteriliyor hep. Halbuki hayat doğuda daha zengin. Onları göstermek istedim" diye anlatıyor Karabey.[1]
Filmin Synopsisi
Türkiye'de daha önce çekilen bir film setinde tanışan Iraklı Kürt Hama Ali ile Türk oyuncu Ayça arasında bir aşk başlamıştır. Film çekimleri bitmiş, Hama Ali Irak'a Ayça ise İstanbul'daki rutin yaşamına geri dönmüştür.
Öykü savaşa iki ay kala başlar. Artık Hama Ali Irak'ta, Ayça ise İstanbul'dadır. Ayça ile Hama Ali arasındaki telefon bağlantısı sağlıklı yürümemektedir.
Hama Ali belli aralıklarla her seferinde başka bir yöntemle Kuzey Irak'tan amatör kamera ile çektiği görüntülü mesajları Ayça'ya göndermektedir. Ayça onun için kaygılanmaktadır.
Savaşın başlamasıyla beraber Ayça ile Hama Ali arasındaki iletişim tamamen kesilir.
Bu dönemde ailesiyle, tiyatro çevresiyle ve kendisiyle mücadele etmek zorunda kalır.
Öyle bir an gelir ki Ayça İstanbul'da daha fazla durmanın anlamsız olduğunu fark eder. Ya şimdi gidecektir ya da ömrünce bu pişmanlıkla "yalnız" yaşamına devam edecektir.
İstanbul'dan önce Diyarbakır'a oradan da Habur sınır kapısına gider. Savaş nedeniyle kapalı olan sınırda uzun tır kuyrukları ve içeride kalan yakınlarından haber alamayan kadınlarla karşılaşır.
Bu arada Hama Ali bir savaş muhabirinin telefonuyla Ayça'ya ulaşır. Ayça'nın kesin kararlı olduğunu anlayan Hama Ali, Irak'ta değil de daha güvenli bulduğu için İran'da bir sınır kasabasında onunla buluşmaya razı olur.
Turist olduğuna kimseyi inandıramayan Ayça zorlu bir yolculuktan sonra İran'daki sınır kasabasına ulaşır. Acaba savaş bu iki sevgilinin buluşmasına izin verecek midir? [2]
Filmin Analizi
Yönetmenin yarı belgesel olarak tanımladığı ilk uzun metraj filmi dijital teknolojinin kolaylıklarıyla çekilmiş.
Film ilk bakışta bir aşk filmi gibi gözükse de, aşk aslında yönetmenin derdini anlatmak için bir araç. Aşkın içinde savaş, savaşın içinde toplumsal sorunlar, yaralar yönetmenin gözüne takılıyor. Ama bir yandan Ayça'nın Hama Ali ile yaşadığı aşka karşılık Ayça'nın oyuncu arkadaşının yaşadığı günübirlik, internet aşklarına da dokunduruyor yönetmen.
Birisi için mücadele etmenin karşısında beğenmediğinde ertesi gün değiştirilen ilişkiler var. Ve savaşla iligi büyük laflar etmeden, büyük rakamlar savurmadan insanların hikayeleriyle ilgileniyor.
Hüseyin Karabey, bugüne kadar çektiklerinde tek bir konuya odaklanmamış. Sadece Kürt meselesini anlatmıyor. Bu yüzden diğer Kürt yönetmenlerle karşılaştırma yapmak gereksiz.
Kazım Öz, hep Kürt meselesi üzerine film çekiyor, hatta örgütlü bir yönetmen. Ama Karabey, etnik kimliğini ön plana çıkarmadan, belki de umursamadan daha çok Türkiye sorunlarıyla, Türkiyeli olmakla ilgileniyor.
Bir ülkenin iki ucu arasındaki yaşam ve algı farkı, uzaklık, savaştan kaçanlar, kaçaklar, kaçakçılar, mülteciler çokça takılıyor Karabey'in kamerasına. Televizyon haberlerinde hep suçlu gözüyle baktığımız kaçakların İstanbul'da yaşadıkları hayatı gösteriyor film, 50 odada 400 kişinin pislik içinde yaşadığı hayatı.
Ve onların arasından Avrupa'ya gidip mülteci olma hayali kuran bir Kürt ressam.
Yaşadıkları yerlerden zorla, savaş nedeniyle gitmek zorunda bırakılan insanların hikayeleri filme yansıyor. Ve bu ülkede, komşu coğrafyalarda kadın olmanın zorlukları.
Hikayenin gerçekliğinde hep toplumsal gerçeklikler var.
Filmin ilk yarısında Ayça'nın hayatını, hikayesini görüyoruz. İkinci yarıda film bir yol filmine dönüşüyor. Sevdiği adama ulaşmaya çalışan Ayça'nın yolculuğu sırasında gördüklerine tanıklık ediyoruz.
Yolculuğu sırasında Diyarbakır'dan Habur sınır kapısına götüren taksici kimlik sorma meselesinin savaşla paralel ortaya çıktığını anlatıyor.
Olağanüstü Halin resmi olarak kalktığı bölgede (2002) savaşla beraber halk yine olağanüstü halde yaşamaya başlamış. Yıkıntılar, harabeler arasındaki mezara gitmesi ülkenin gösterilmeyen gerçeği gibi.
Film çekimi sırasında gerçeklik konusunda ekibi şaşırtan olaylarda yaşanmış. Gerçek hayatta kavga ettiği İranlı taksici ile yine karşılaşan Ayça, aynı kavgayı kameralar önünde de yapmış.
İran sınırında başını kapatmak zorunda olması, İran'da pardesüsü diz hizasında olduğu için rahatsız edilmesi, İstanbul'da da bekar bir kadın olmak, sürekli gözetlenmek kadın olmanın sorunsalı olarak filmde karşımıza çıkıyor.
Ve İranlıların Türk televizyon kanallarını kaçak uydu antenleriyle izlemeleri, ve İranlı taksicinin 5 İran kanalına karşılık 100'e yakın Türk kanalını tercih ettiklerini ama Türk kanalların yayını hiç bitmediği içinde geç uyuyup işe geç kaldıklarını anlatması iki ülke arasındaki başka bir mesafeyi gösteriyor.
İşte bu sebeplerden, hikayenin gerçekliği karakterleri kendilerini oynamalarından kaynaklanmıyor sadece. Yönetmen gözüne takılan birçok gerçekliği hikaye anlatmayı bırakıp belgeselci gözüyle izleyiciye sunuyor.
Sansür Olayı
İsviçre'de, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın maddi desteğiyle düzenlenen ve Türkiye'nin konuk olduğu "Culturescapes-Türkei" festivalinde Hüseyin Karabey'in "Gitmek" filmi son anda programından çıkarıldı.
Program yöneticisinin iddiasına göre, "Gitmek"in programdan çıkarılma nedeni, "Bir Türk kızı Kuzey Iraklı bir Kürt'e âşık olamaz" diyen Bakanlık bürokratının festivali para desteğini geri çekmekle tehdit etmesi.
İsviçre'de düzenlenen Culture Scopes festivali kapsamında gösterilmesi planlanan 'Gitmek'in Kültür Bakanlığı Tanıtma Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Yazar'ın kişisel inisiyatifiyle sansürlendiğini belirten Karabey açıklama yaptı:
"Filmi izlemeyen İbrahim Yazar'ın 'Bir Türk kızı Kuzey Iraklı bir Kürt'e aşık olamaz, bu filmin gösterilmesi Türkiye açısından negatif bir propagandaya yol açabilir,' diyerek filmin festival programından çıkartılmasını istediği ve aksi takdirde Kültür Bakanlığı tarafından festivale yapılacak 400 bin avro para yardımının yapılmayacağı, festival yöneticisi Jurriaan Cooiman tarafından açıklanmıştır."
Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü'nün senaryo sürecinden başlayarak, yapımı, dağıtımı ve festivallerde gösterilmesine kadar tüm aşamalarda filme destek olduğunu vurgulayan Hüseyin Karabey,
"Bakanlıkla yaptığımız telefon görüşmesinde bu sansür olayından haberdar olmadıklarını öğrendik. Her fırsatta özgürlükçü bir anayasadan bahseden Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'ın bu konuda gereğini yapacağına inanıyoruz."
diye konuştu.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın cevabı:
'UNESCO Hükümetlerarası Somut Olmayan Kültürel Miras Toplantısı'nın Conrad Otel'deki açılışına katılan Bakan Günay, basın mensuplarının İsviçre'de düzenlenen Culturescapes Sanat Festivali'nde Hüseyin Karabey'in "Gitmek" filminin bakanlıkça sansürlendiği iddialarıyla ilgili sorularını cevapladı. Günay, "Film festivalde gösterilecek ama festival programı içerisinde değil sanırım. Bu festival ortaklaşa yapılan bir çalışma. Biz de ciddi maddi katkı yapıyoruz. Ayrıca programla ilgili bazı önerilerimiz var. Yani bizim ciddi bir maddi katkı yaptığımız bir festivalin bir siyasi gösteriye dönüşmemesi konusunda bir talep sunmak, bazı gazetelerde yazdığı gibi bir sansür anlayışı mıdır? Maddi kaynaklar aktararak söz sahibi olduğumuz bir festivalde Türkiye aleyhinde yayınlar yapılması, Türkiye'nin bir bölümünün bir başka adla isimlendirilmesi karşısında sessiz mi kalmalıyız? Böyle kalırsak bizi eleştirmez misiniz?" diye konuştu.[3]
Ve daha sonra Günay, filmle ilgili sözlerini değiştirip Londra Türk Filmleri Festivali'nde filmin açılış filmi olarak gösterilmesi hususunda yönetmenle el sıkıştı. Ve sözlerini şu şekilde değiştirdi:
"Bir Türk kızı, bir Kürt gencine aşık olmuş. Olamazmış. Bir Türk kızı, bir Kürt gencine âşık olabilir. Bir Kürt kızı, bir Türk gencine âşık olabilir. Ancak o zaman, birbirimizi sevdiğimiz zaman, bütün derinliğimizle bağlandığımız zaman savaşlarla baş edebiliriz." [KanalKultur]
İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Programı 2008-2009 Öğretim Yılı Politik Sinema dersi için hazırlanmıştır. Dersin Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Battal Odabaş, İ.Ü. İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü
Mülteci Meselesi
"Her insan potansiyel bir mültecidir."
Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi'ne göre mülteci "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi"dir.[4]
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bürosu, 14 Aralık 1950'de Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından kurulmuştur. BMMYK, mültecileri korumak amacıyla yapılan uluslararası hareketleri düzenlemek, onlara liderlik etmek ve dünya çapındaki mülteci sorunlarını çözmekle yetkilendirilmiştir. Asıl amacı, mültecilerin haklarını ve refahını savunmaktır.
Herkesin sığınma talebi ve diğer bir devlette gönüllü geri dönüş, yerel bütünleşme ve üçüncü ülkeye yerleştirilme seçenekleri ile güvenli bir şekilde barınma haklarını garantilemek için mücadele eder.
BMMYK'nın temel yükümlülüğü, yerlerinden edilmiş yaklaşık 20 milyon kişinin korunmasıdır. Bu koruma birkaç şekilde sağlanır. 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ni önemli bir araç olarak kullanarak BMMYK, savunmasız kişilerin temel insan haklarını ve mültecilerin zulümle karşı karşıya geldikleri ülkelere kendi arzuları dışında geri dönmemelerini sağlar. Uzun dönemde organizasyon, sivil kişilerin ülkelerine geri dönüşlerine, sığınma talebinde bulundukları ülkelere veya üçüncü bir ülkeye yerleştirilmelerine yardımcı olur. Aynı zamanda dünya çapındaki çalışma ağını kullanarak, mülteci göçlerinin hemen ardından, hiç olmazsa minimum barınak, yiyecek, içecek ve tıbbi yardım ihtiyacını karşılamayı hedefler.
İnsanların çoğunluğu, temel insan haklarının ve fiziksel güvenliklerinin korunması ve güvence altına alınmasını kendi hükümetlerinden beklerler. Fakat mültecilerin durumunda, milliyeti taşınan ülke bu hakları koruyamamakta veya korumak istememektedir. BMMYK, mültecilerin sığındıkları ülkede korunmalarını sağlamak ve ülkeye bu amaç için elinden geldiği kadar yardımcı olmakla görevlendirilmiştir. BMMYK uluslarüstü bir örgüt değildir (ve bunu istememektedir). Bu yüzden devletin sağlaması gereken koruma görevini üstlenemez. BMMYK'nin asli görevi, devletlerin mültecileri ve sığınma talebinde bulunanları koruma yükümlülüklerinin farkında olmalarını ve bu yükümlülükler uyarınca davranmalarını sağlanmaktır.
Bu durumda, devletler mültecileri tehlike altında oldukları yerlere geri dönmeye mecbur edemezler. Mülteci grupları arasında ayırımcılık yapamazlar. Mültecilerin, en azından sığındıkları ülkedeki diğer yabancıların yararlandığı ölçüde, ekonomik ve sosyal haklardan yararlanmalarını sağlamalıdırlar. Son olarak, devletler BMMYK ile işbirliği yapmakla yükümlüdürler ve insani nedenlerden ötürü, geçici olarak sığınmacı veya mülteci hakkı verilmiş kişilerin en azından eşi ve bakıma muhtaç çocuklarının ülkeye kabulüne izin vermelidirler.
Mültecinin Hakları Nelerdir?[5]
Her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir. Fakat uluslararası koruma fiziksel güvenlikten fazlasını içerir. Mültecilere en azindan ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil olmak üzere, verilmelidir. Böylece, mülteciler düşünce ve dolaşım özgürlüğü, işkenceye ve onur kırıcı muameleye tabi olmama gibi temel medeni haklardan yararlanırlar.
Benzer biçimde, sosyal ve ekonomik haklar diğer bireylere olduğu gibi mültecilere de tanınır. Her mülteci sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelidir. Her yetişkin mülteci çalışma hakkına sahip olmalıdır. Hiçbir mülteci çocuk okula gitmekten alıkonulmamalıdır.
Belli durumlarda, örneğin büyük ölçekli mülteci akınlarında, devletler dolaşım ve çalışmaa özgürlüğü ve tüm çocukların düzgün biçimde okula yerleştirilmesi gibi bazı hakları kısıtlamak zorunda kalabilirler. Bu tür eksiklikler uluslararası toplum tarafından olabildiğince giderilmelidir. Bu nedenle, sığınma kabul eden devlet veya diğer kuruluşlardan başka kaynak bulunmadığı durumlarda BMMYK, kendi temel ihtiyaçlarını karşılayamayan mülteciler ve diğer ilgili kişilere yardım sağlar. Bu yardım mali destek; gıda maddesi; mutfak malzemesi, aletler,temizlik malzemesi veya barınak gibi ihtiyaçlar şeklinde olabileceği gibi, bir kampta veya topluluk halinde yaşayan mülteciler için okul ve klinik yapılması gibi programlar şeklinde de olabilir. BMMYK mültecilerin en kısa zamanda kendi kendilerine yeterli duruma gelebilmeleri için elinden gelen tüm gayreti gösterir; bu resmi gelir getirici faaliyetler veya yetenek geliştirici eğitim projeleri gerektirebilir.
Mülteciler belirli yükümlülüklere de sahiptir: özellikle, sığındıkları ülkenin yasalarına uymalıdırlar.
Kaçak sığınmacılar hakkında hiçbir bağlayıcı uluslararası sözleşme bulunmamaktadır ve bu kişilerle ilgili uygulamalar da oldukça değişkendir. BMMYK, mümkünse bu kaçakların yerel otoritelerin mülteci statülerini tanıyabilecekleri ilk limanda inmelerine izin verilmesini savunmaktadır. Eğer bir liman devleti bir kaçağın indirilmesine izin vermiyorsa ve geminin bir sonraki durağı kaçağın hayatının tehlikede olacağı bir yerse, bu hareket kişinin zulüm görmekten korktuğu ülkeye iade edilmesi ile eşit sayılır. Bu gibi durumlarda BMMYK yetkilileri yolcuyla bir görüşme ayarlamaya çalışırlar, eğer sığınmacının mülteci olabileceğine karar verilirse kalıcı bir çözüm bulmak için yardım ederler ki bu genelde üçüncü ülkeye yerleştirme olmaktadır.
Iraklılar, sanayileşmiş ülkelere yapılan sığınma başvurularında bu yıl ikinci kez listenin en başındaydılar. Bir sene içinde başvuruda bulunan Iraklıların sayısı iki katına çıktı. 2006'da toplam 22.900 başvuru yapılmışken, 2007'de bu sayı 45.200 oldu.
Bu sayılar ele alınırken, sanayileşmiş ülkelerdeki sığınmacı Iraklıların Irak'ta yaşanan çatışmalar sonucu yerinden edilen 4.5 milyon IrakIı'nın yalnızca yüzde birini oluşturduklarının göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu sayı, sanayileşmiş ülkelerin istatistiklerine dahil edilmeyen Irak'ın içerisinde yerinden edilen 2.5 milyon Iraklıyı ve Suriye ve Ürdün gibi komşu ülkelerdeki 2 milyon Iraklıyı da kapsıyor.
2007'de yapılan sığınma başvurularında ilk beş kaynak ülke sırasıyla şöyle: Irak (45.200), Rusya Federasyonu (18.800), Çin (17.100), Sırbistan (15.400) ve Pakistan (14.300). Iraklılar'ın dışında sığınma talebinde bulunan milletler arasında gözle görülür bir artış, Pakistanlılar (yüzde 87), Suriyeliler (yüzde 47) ve Somalilier'de (yüzde 43) yaşandı.
Kürt Meselesi ve Yerinden Edilen İnsanlar
Hükümetin Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'ne yaptırdığı 2006 tarihli Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması'na göre sayıları yaklaşık 1 milyon olan zorunlu göç mağdurları, "Kürt Sorunu" bağlamında ayrıca ele alınması gereken özel bir nüfusu teşkil etmektedir. Kendi istemleri dışında kentlere göç etmek zorunda bırakılan bu nüfusun topraklarından zorla koparılmış olması, yüzyıllar boyunca köylerinde geliştirdikleri yaşamlarını altüst etmiştir. Bir milyon civarında insanın hazırlıksız olarak ve aniden kent merkezlerine göç etmek zorunda kalması, göç alan yerleşim merkezlerinin altyapısını, ekonomik yapısı ve işleyişi ile sosyal dokusunu da bozmuştur. Bu süreçte devlet, mağdurların barınma, istihdam, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya ve bu büyük nüfusu hazırlıksız bir şekilde idame etmek zorunda kalan kentlerin sorunlarını çözmeye yönelik hiçbir önlem almamıştır.[6]
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktaki gerileme de kente göçü hızlandırmış, ve kentleşme oranı, bazı illerde Türkiye ortalaması olan yüzde 70'in bile üstüne çıkmıştır. Bölgede 2000 yılında yüzde 55 olan kentli nüfus, 2007'de yüzde 58'e çıkmıştır. 2000-2007 döneminde nüfusu en yüksek illerden Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Erzurum'da kentleşme oranları yüzde 60-63 iken Batman ve Elazığ'da yüzde 72 olmuştur. Hızlı kentleşmeye karşın, bölgedeki kent altyapıları yetersiz, işsizlik çok yüksektir. Bölgenin başlıca sorunu haline gelen kent yoksulluğu, yoksullukla mücadele programlarında dikkate alınmalıdır.
Ülkesinde yerinden edilmiş kişiler mültecilerle aynı nedenlerle evlerini terk etmek zorunda bırakılmış olabilirler, fakat uluslararası tanınan bir sınırdan geçmemişlerdir. Dünya üzerinde ülkesinde yerinden edilmiş kimselerin sayısı muhtemelen mültecilerden daha fazladır. BMMYK'nin ülkesinde yerinden edilmiş kişilere koruma veya yardım sağlamak için genel bir yetkisi yoktur. Fakat BMMYK ülkesinde yerinden edilmiş belli gruplar için artan biçimde, sınırlı sorumluluk almaktadır. Kuruluş bu tür özel faaliyetleri insani uzmanlığı nedeniyle ve mülteci problemlerine kalıcı çözümler sağlaması ve uygulaması (örneğin çıkışları engellemek ve geri dönüşleri güvenli hale getirmek gibi) bağlamında yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bürokratları "ülkesinde yerinden edilmiş insan" (internaly displaced people) yerine "ülkesinde yerinden giden insan" tabirini kullanmayı tercih ederek yaklaşımlarını gözler önüne sermektedirler.
Körfez Savaşı sonrası birden bire Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan 460.000 Iraklı Kürt nüfus olmuştur. Türkiye her ne kadar 1951 Sözleşmesine koymuş olduğu coğrafi sınırlama gereği bu kişileri mülteci olarak tanımak zorunda olmasa da, sınırlarına dayanmış ve açıkça yaşamsal bir tehditten kaçtıkları belli olan (ilk görüşte mülteci) bu kişilere uluslararası teamül hukukunun da bir gereği olan geçici sığınma imkanı vermek konusunda da ciddi bir direnç göstermiştir. O yıllarda Türkiye'nin güney doğusunda zaten yoğun olarak yaşanan Kürt sorunu dolayısı ile Türk makamları bu kitlesel sığınmanın istikrarı daha da bozacağı, Filistin'deki kamplara benzer bir durum oluşturacağı, ekolojik dengeyi bozacağı gibi nedenlerle Türkiye - Irak sınır kapılarını kapatmış ve yüz binlerce Kürt'ü Türkiye – Irak sınırında bulunan barınılması ve ulaşılması güç ve karlarla kaplı dağ geçitlerinde zor durumda bırakmıştır. İran, bu tarihte Irak Savaşı'ndan ötürü kendisine sığınan 600.000 Iraklı ve 1,4 milyon Afgan mülteciyi topraklarında barındırırken yeni gelen 1,3 milyon Kürt'e de sınırlarını açmış, dünyada topraklarında en çok sayıda mülteciyi bulunduran ülke konumuna gelmiş ve BMMYK'den yardım talep etmiştir.
OHAL
Doğu ve Güneydoğu yaklaşık 20 yıl boyunca OHAL içinde yaşadı. 2002'de kalkan Olağanüstü Halin ardından bölgede büyük sevinç yaşandı. Son zamanlarda bölge için bu talebi tekrar dile getiren MHP'ye siyaset dünyasından çokça tepki geldi.
OHAL eski Valisi Hayri Kozakçıoğlu: Pratikte OHAL'in fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Geçmişte bölgenin bazı illerinde dağınık ve parça parça terör hareketleri vardı. Teröristler eylem yapıp süratle iller arasında yer değiştiriyordu. Onları takip eden güvenlik güçleri bir ilden diğer ile geçerken bazı sıkıntılar yaşıyordu. Bu sıkıntıları aşmak, güvenlik güçlerinin daha süratli sevkiyatını sağlamak için OHAL kuruldu. Şimdi ise terör saldırıları yurtdışından geliyor.
Amerika'nın Irak'ı İşgali
ABD, Saddam ve Irak üzerinde, elinde bulundurduğu dünya medyasını harekete geçirmiş ve büyük bir karalama harekâtına girişmiştir. ABD'ye göre, Irak'ta kitle imha silahları vardır ve bu silahlar mutlaka yok edilmelidir. Saddam, ABD'nin tehditleri karşısında boyun eğmiş tüm Irak topraklarını, silah denetleyicilerine açmıştır. BM kitle imha silah denetleyicilerinin hiçbir bulgu bulmamasına rağmen, ABD, 20 Mart 2003 tarihinde, Irak'ı bombalamaya başlamıştır. Bombalamalar aralıksız gece gündüz devam etmiştir.
Altıncı yılına giren Irak işgalinde Kürt yönetimi başkanı Barzani, önceki gün Cheney'ye babadan kalma kama verdi. Erbil'de ABD-Kürdistan Dostluk Derneği kuruldu. Bush, Irak işgalini 'Doğru karar, kazanılması gereken savaş' diye savundu. İşgalin armağanı mezheplerarası şiddet ise düşüş gösterse de sürüyor.
İşgale karşı dünyanın pekçok yerinde gösteriler düzenlenirken, ABD Başkanı George W. Bush, yüzbinlerce sivilin canına mal olan, 4,5 milyon insanı mülteci durumuna bırakan savaşı ve geçen yaz cepheye ilave asker gönderme kararını şöyle savundu:
"Yanıtlar açık: Saddam'ı devirme doğru bir karardı, bu Amerika'nın kazanabileceği ve kazanması gereken bir savaş. Asker sayısını artırmak soykırıma ulaşabilecek şiddetin tırmanmasına karşı bir yanıttı ve başarıya ulaştı, terörle geniş çaplı savaşta büyük stratejik zafer getirdi. Irak'ta inkar edilemez başarılar görüyoruz."
Irak Devlet Başkanı Celal Talabani de "Zalim rejim düştü, beş yıl önce yeni bir dönem başladı" derken gelinen noktaya şöyle parmak bastı: "Şiddet ve terör var, rüşvet tehlikeli bir hastalık haline geldi."[7]
Pentagon 600 milyar dolarlık savaş maliyeti çıkarsa da Irak macerasının 2-4 tirilyon dolar maliyetle sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Amerika'nın asker kaybı ise 4 bin. Iraklı siviller konusunda rivayet muhtelif. Irak Sağlık Bakanlığı'na göre Kasım 2006'ya kadar 100-150 bin, Britanyalı tıp dergisi Lancet'e göre Temmuz 2006 itibariyle 655 bin sivil öldü. Britanya merkezli 'Opinion Research Business' Eylul 2007'de kayıp bilançosunu 1.2 milyon olarak çıkardı. Irak Ceset Sayımı adlı sivil örgüt ise 'kayda geçmeyenler çok' notu eşliğinde Ekim 2007'ye kadar 74-81 bin kişinin öldüğünü belirtiyor. Ayrıca savaş korkunç bir sefalet getirdi. Kızılhaç'a göre milyonlarca insan temiz su ve sağlık imkanlarından yoksun. Bağdat yönetimine göre işsizlik yüzde 25 ile 40 arasında seyrediyor.
Kaynakça
Ayhan Kaya, "Kökler ve Yollar: Türkiye'de Göç Süreçleri", İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007
Hasan Cemal, "Kürtler", Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2003
Dilek Kurban, Serkan Yolaçan (ed.) "Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler", Tesev Yayınları, İstanbul, 2009
Özge Özyılmaz, "Gerçekten Gitmek", Altyazı, sayı 78, Kasım 2008
bianet. org
birgun. net
mkm. com
multeci. net
ntvmsnbc. com
unhcr. org.tr
radikal. com.tr
sinema. com
yenisafak. com.tr
Notlar
[1]http:// www. radikal. com.tr/ Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=875184&CategoryID=42&Date=30.10.2008
[2] http:// www. asifilm. com/ turkce.html
[3] http:// yenisafak. com.tr/ Gundem/?t=05.11.2008&i=148505
[4] http:// www. unhcr. org.tr/ MEP/index.aspx
[5] http:// www. unhcr. org.tr/ MEP/index.aspx?pageKey=MulteciKimdir#02
[6] Kürt Sorunun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler, Tesev Raporu
[7] http:// www. radikal. com.tr/ haber.php?haberno=250655
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder