“Toplumsal Tarih” dergisi, eylül 2007'de yayınlanan 165. sayısında, Osmanlı İmparatorluğu’nda göç olgusunu kapağına taşıyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye’de yeşeren erken dönem ırkçılığını incelemenin yanı sıra “tarihçi”lik ve ırkçılık üzerine dönen güncel tartışmalara da perspektif sunan “Irkçı Düşünce” adlı yazı; II. Dünya Savaşı sırasındaki Türk-Alman ilişkilerini ele alan çalışma; Mustafa Suphi ve arkadaşlarına karşı yerel halkı kışkırtan Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin düzeni konusunda ilk kez yayımlanan belge; Suriçi İstanbulu’nun yüzyıl kadar önce önemli bir eğlence ve sanat merkezi olan Direklerarası’nın geçmişi; İttihad ve Terakki mensubu Ahmed Rıza Bey’in gerçekleştirdiği iki zorunlu yurtdışı seyahati; Pirenne’in ortaçağda feodalizmden kapitalizme geçiş sürecine dair tezleri üzerine yazılar ve daha pek çok nitelikli çalışma “Toplumsal Tarih”in 165. sayısında yer alıyor.
Alibeyköy Barajı’nın kurumasıyla ortaya çıkan ve Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri olan Mağlova Kemeri üzerine Semavi Eyice ile yapılan söyleşi; Sagalassos kazılarının “büyük keşfi” Hadrian heykeli parçaları üzerine kazı başkanı Marc Waelkens tarafından kaleme alınan yazı; Çatalhöyük kazılarında ortaya çıkan son buluntuları “Toplumsal Tarih”in 165. sayısında okurla buluşuyor..
Taner Timur, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı dönemlerine göç perspektifinden bakıyor:
insan ve kültüre dair... | twitter: @kanalkultur | instagram: ismailenginhd | facebook: kanalkultur
Bu Blogda Ara
30 Haziran 2015 Salı
Likya Kitabı
Prof. Dr. Nevzat Çevik tarafından hazırlanan "Lykia Kitabı", Lykia’yı öğrenmek ve anlamak için iyi bir kılavuz.
Kitapta, Lykia Bölgesi’nin kültür, tarih ve sanatı, sosyal, siyasi ve ekonomik yaşamıyla birlikte ve her dönemiyle ilk kez 130 kent / yerleşim örneğinde anlatılıyor.
Eser, Lykia bilimine topluca katkı veriyorve bu bahaneyle arkeolojiyi-tarihi paylaşıyor, sevdiriyor ve tarihsel emanetlerin kendiliğinden korunmasını sağlıyor..
Lykia’nın tarihi, inançları, yazısı, sanatı, şehirciliği, mimarisi, geçim kaynakları, sosyal yapısı gibi ana konuların detaylıca ele alınmış olması ve neredeyse tüm yerleşimlerin bir arada verilmiş olması, kitabın önemli yanlarından biri.
Yerleşimler içinde kent boyutunda olanlar eserde ayrıntılı yazılıyor.
Özellikle, yazarın doğrudan bilimsel yüzey araştırmalarını gerçekleştirdiği ve merkez Lykia’ya göre çok daha az bilinen Doğu ve Orta Lykia yerleşimleri de eklenerek ve bölgenin az bilinen doğu yarısı öne çıkarılarak gösterilmeye çalışılıyor.
Kitapta, Lykia Bölgesi’nin kültür, tarih ve sanatı, sosyal, siyasi ve ekonomik yaşamıyla birlikte ve her dönemiyle ilk kez 130 kent / yerleşim örneğinde anlatılıyor.
Eser, Lykia bilimine topluca katkı veriyorve bu bahaneyle arkeolojiyi-tarihi paylaşıyor, sevdiriyor ve tarihsel emanetlerin kendiliğinden korunmasını sağlıyor..
Lykia’nın tarihi, inançları, yazısı, sanatı, şehirciliği, mimarisi, geçim kaynakları, sosyal yapısı gibi ana konuların detaylıca ele alınmış olması ve neredeyse tüm yerleşimlerin bir arada verilmiş olması, kitabın önemli yanlarından biri.
Yerleşimler içinde kent boyutunda olanlar eserde ayrıntılı yazılıyor.
Özellikle, yazarın doğrudan bilimsel yüzey araştırmalarını gerçekleştirdiği ve merkez Lykia’ya göre çok daha az bilinen Doğu ve Orta Lykia yerleşimleri de eklenerek ve bölgenin az bilinen doğu yarısı öne çıkarılarak gösterilmeye çalışılıyor.
29 Haziran 2015 Pazartesi
Fazlullah Esterabâdî ve Hurufilik
14. yüzyılda yaşamış Müslüman dini önderlerden Fazlullah Esterabâdî kıyametin kopmak üzere olduğuna inanıyordu.
Rüyalarında Allah’ın doğrudan ilhamına mazhar olduğunu iddia ediyor, bu yüzden Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed ile aynı mertebede olduğunu düşünüyordu.
Ses ve harfin, âlemdeki tüm hakikati kapsadığını düşündükleri bir dili oluşturduğuna inanan takipçileri Hurufiler olarak anılıyordu.
Onlar, Fazlullah’ı Allah’ın insan bedenindeki tecessümü olarak görüyor ve hatta 1394’teki idamından sonra onun dünyaya bir kez daha gelip kıyametten önce dünyada adaleti tesis etmesini bekliyorlardı.
Fazlullah Esterabâdî’nin hayatı ve düşüncelerini ele alan bu kısa ve ilginç çalışma Hurufilik hareketinin tarihini ve Fazlullah’ın, kendisinden sonra yaşamış Müslümanlar üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Rüyalarında Allah’ın doğrudan ilhamına mazhar olduğunu iddia ediyor, bu yüzden Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed ile aynı mertebede olduğunu düşünüyordu.
Ses ve harfin, âlemdeki tüm hakikati kapsadığını düşündükleri bir dili oluşturduğuna inanan takipçileri Hurufiler olarak anılıyordu.
Onlar, Fazlullah’ı Allah’ın insan bedenindeki tecessümü olarak görüyor ve hatta 1394’teki idamından sonra onun dünyaya bir kez daha gelip kıyametten önce dünyada adaleti tesis etmesini bekliyorlardı.
Fazlullah Esterabâdî’nin hayatı ve düşüncelerini ele alan bu kısa ve ilginç çalışma Hurufilik hareketinin tarihini ve Fazlullah’ın, kendisinden sonra yaşamış Müslümanlar üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Deniz Sağdıç - Tin | Soul
Deniz Sağdıç - "Soul" tuval üzeri yağlı boya, 120 x 120 cm., 2015 |
Sağdıç, 2014 yılında başladığı “Tin” serisinde, antik dönemden buyana düşünce dünyasının temel inceleme konusu olmuş, modern dönemle birlikte sanatçılar için öncelikli sorunsal haline gelmiş “Tin” kavramına; kendi penceresinden, yeni yaklaşımlar sunuyor.
Genç sanatçı, somut imgelerin duyularla algılanan, kabul edilmiş ifadelerini, kendine has pentür tekniğiyle yeniden yorumlarken üslubunu, çoklu katmanlarla, şeffaf yüzeylere uygulayarak oluşturduğu çalışmaları da ilk defa bu sergide izleyicinin karşısına çıkıyor.
25 Haziran 2015 Perşembe
Konstantinopol Djudyo | Jewish Constantinople
Konstantinopol Djudyo retrata la vida Djudia durante la epoka de transformasyon del Imperio Otomano a la moderna Republika de Turkiya. La ovra representa las doz generasyones anteriores de Estambol Djudyo. Las konsejas semi biografikas son sovre los antepasados Kohen, Benshoam, Levi i Romano. El livro inkluye fotografias de los arshivos de la famiya Kohen. Eyos fueron las ultimas jenerasyones ke bivyeron avlando Djudeo-Espanyol. Pudyeron preservar suz lengua maternala asta ke los trokamyentos provokados por las dos Gerras Mundialas trusheron fin a suz esforsoz. Kon suz konsejas pasyonadas de los evenimyentos de la jenerasyon de sus padres i el uso de proverbios en Djudeo-Espanyol, alkansaron a preserver no solo la lingua ma la istoria kultural ke representava.
* * *
Jewish Constantinople portrays Jewish life during the transition from the Ottoman Empire to the modern Republic of Turkey. It spans the two generations prior to the one depicted in Jewish İstanbul. The semi-biographical vignettes feature the Kohen, Benshoam, Levi and Romano family ancestors. The book includes photographs from the Kohen family archives. These were the last generations to grow up speaking Judeo-Spanish. They strove to preserve their native tongue until the changes brought by the two World Wars overwhelmed their efforts. Through the passionate retelling of the previous generation’s stories and the use of colorful Judeo-Spanish proverbs, they sought to preserve not only the language but the cultural history it embodied.
* * *
Jewish Constantinople portrays Jewish life during the transition from the Ottoman Empire to the modern Republic of Turkey. It spans the two generations prior to the one depicted in Jewish İstanbul. The semi-biographical vignettes feature the Kohen, Benshoam, Levi and Romano family ancestors. The book includes photographs from the Kohen family archives. These were the last generations to grow up speaking Judeo-Spanish. They strove to preserve their native tongue until the changes brought by the two World Wars overwhelmed their efforts. Through the passionate retelling of the previous generation’s stories and the use of colorful Judeo-Spanish proverbs, they sought to preserve not only the language but the cultural history it embodied.
Nazan Erkmen, Accademia Albertina di Bella Arti di Torino'nun düzenlediği Primo Festival Internazionale delle Scuole d'Arte e Design Torino | Birinci Uluslararası Güzel Sanatlar ve Tasarım Kurumları Torino Sanat Festivali - FISAD 2015'te
Prof. Dr. Nazan Erkmen |
Sanat Festivalinde yer alan Uluslararası Sanat ve Tasarım Kurumlarını İtalyan Kültür Bakanlığı, Gençlik Konseyi, Piedmont Konseyi, Torino Ticaret Bakanlığı, Expo Padiglione, Torino Kent Konseyi, Torino Gençlik Teşkilatı gibi pek çok önemli kurumun himayesinde yer alan Accadeamia belle di arti Torino Birinci Uluslararası FİSAD Sanat Festivali'ne 21 ülkeden 67 üst düzey Uluslararası Güzel Sanatlar ve Tasarım Okulu ve ayrıca müzik, tiyatro, pandomim, sinema alanlarından 99 ayrıcalıklı sanat kuruluşu katılıyor.
Prof. Dr. Nazan Erkmen festivalde konferans veriyor, sergi açıyor ve jüri üyesi olarak görev alıyor... Erkmen 3 temmuz 2015 tarihinde ”Neden Yaratıcılık” başlıklı konferansı veriyor. 5 temmuz 2015'de "Museum of school and children’s books" Torino Çocuk Müzesi'nde “The Body of the Fairy Tale” Kişisel İllüstrasyon Sergisi'ni açıyor.
Prof. Dr. Erkmen'le birlikte, direktör Davide Ferrario, sanat direktörleri Massimo Minini ve Alberto Peola ile jüri başkanı Patrizia Sandretto Re Rebaudengo consiglio regionale del Piemonte-Consulta Vakfı tarafından verilen "Albertina Uluslararası Ödülleri"ni değerlendiriyor.
23 Haziran 2015 Salı
Aziz Nesin’in mizahçı kişiliği ve mizah dergiciliği alanında yaptıkları: Ömrüne Sığmayan Adam sergisinde Tan Oral ve Turgut Çeviker'le söyleşi
Doğumunun 100. yılında Aziz Nesin’i edebiyatı, mizahı, hayat görüşü, politik duruşu ve geleceğe bıraktıkları açısından daha yakından tanımak ve değerlendirmek amacıyla Nesin Vakfı tarafından organize edilen "Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915-2015" adlı sergi 10 haziran - 16 temmuz 2015 tarihleri arasında meraklısıyla buluşuyor. Sergide, Aziz Nesin’in yaşamı süresince ortaya çıkardıklarının yanı sıra, ömrüne sığdıramadığı işleri de sunuluyor. Fatih Pınar ve Burcu Kolbay tarafından hazırlanan, Nesin Vakfı öğrencileri ve çalışanlarıyla yapılan video-röportajları temel alan “Aziz Nesin Yaşıyor” belgeseli ile Nesin Vakfı fotoğrafları da yer alıyor.
Sergi kapsamında Tütün Deposu'nda [Lüleci Hendek Cad. No:12, Tophane - 34425 İstanbul; Tel.: +902122923956] 27 haziran 2015 cumartesi günü saat 14'te bir söyleşi düzenleniyor.
Söyleşide karikatür sanatçısı Tan Oral, Nesin Vakfı’nın kuruluş aşamasına ilişkin tanıklıklarını ve 8 mm kamerası ile yaptığı, sergide de gösterilen belgesel çalışmasını anlatıyor.
Karikatür tarihçisi Turgut Çeviker de Aziz Nesin’in mizahçı kişiliğini ve mizah dergiciliği alanında yaptıkları üstüne konuşuyor.
Sergi kapsamında Tütün Deposu'nda [Lüleci Hendek Cad. No:12, Tophane - 34425 İstanbul; Tel.: +902122923956] 27 haziran 2015 cumartesi günü saat 14'te bir söyleşi düzenleniyor.
Söyleşide karikatür sanatçısı Tan Oral, Nesin Vakfı’nın kuruluş aşamasına ilişkin tanıklıklarını ve 8 mm kamerası ile yaptığı, sergide de gösterilen belgesel çalışmasını anlatıyor.
Karikatür tarihçisi Turgut Çeviker de Aziz Nesin’in mizahçı kişiliğini ve mizah dergiciliği alanında yaptıkları üstüne konuşuyor.
3. Sınıf Öğrencilerine Migration | Göç Olgusu Nasıl Anlatılır?
DAI – Deutsch Amerikanisches Institut – Erlebbare Wissenschaften – Sunum: Migration | Göç
Prof. Dr. Havva Engin, 24 Haziran 2016 günü, DAI’nin davetlisi olarak, kurumun PH Heidelberg ile yürüttüğü "Erlebbare Wissenschaften" (Bilimi Uygulayarak Öğrenmek) Projesi çerçevesinde, göç konulu bir sunum yapıyor.
Sözü edilen proje bağlamında, PH Heidelberg Eğitim Bilimlerinin değişik bölümlerinden öğretim üyeleri ve Öğretmenlik Bölümü öğrencileri, Heidelberg’in değişik okullarından katılan 3. sınıf öğrencileriyle beraber bilimsel bir konuyu teorik ve pratik olarak işliyor..
Prof. Dr. Havva Engin’in sunumu ve akabinde öğrencilerle gerçekleştirilecek çalışma guruplarının ana teması "Göç Olgusu".
Prof. Dr. Havva Engin göçü, insanoğlunun içinde bulunduğu sürekli bir durum olarak öğrencilerle işliyor. Sunumda çıkış noktası olarak, ilk insanların Afrika’dan çıkıp, değişik kıtalara göçü ele alınıyor. Onun akabinde, 18. - 20. yy arasında Almanya’dan Amerika'ya göç eden insanların tecrübelerine değiniliyor.
20. yy periyodunda, Almanya açısından en önemli göç olan, 2. Dünya Savaşı bitiminde 14 milyon Alman kökenli insanın – ki aralarında yüzbinlerce çocuğun öldüğü bir göç dalgası – Doğu Avrupa’nın değişik ülkelerinden kaçıp, bugünkü Almanya topraklarına sığınması işleniyor.
Prof. Dr. Havva Engin, 24 Haziran 2016 günü, DAI’nin davetlisi olarak, kurumun PH Heidelberg ile yürüttüğü "Erlebbare Wissenschaften" (Bilimi Uygulayarak Öğrenmek) Projesi çerçevesinde, göç konulu bir sunum yapıyor.
Sözü edilen proje bağlamında, PH Heidelberg Eğitim Bilimlerinin değişik bölümlerinden öğretim üyeleri ve Öğretmenlik Bölümü öğrencileri, Heidelberg’in değişik okullarından katılan 3. sınıf öğrencileriyle beraber bilimsel bir konuyu teorik ve pratik olarak işliyor..
Prof. Dr. Havva Engin’in sunumu ve akabinde öğrencilerle gerçekleştirilecek çalışma guruplarının ana teması "Göç Olgusu".
Prof. Dr. Havva Engin göçü, insanoğlunun içinde bulunduğu sürekli bir durum olarak öğrencilerle işliyor. Sunumda çıkış noktası olarak, ilk insanların Afrika’dan çıkıp, değişik kıtalara göçü ele alınıyor. Onun akabinde, 18. - 20. yy arasında Almanya’dan Amerika'ya göç eden insanların tecrübelerine değiniliyor.
20. yy periyodunda, Almanya açısından en önemli göç olan, 2. Dünya Savaşı bitiminde 14 milyon Alman kökenli insanın – ki aralarında yüzbinlerce çocuğun öldüğü bir göç dalgası – Doğu Avrupa’nın değişik ülkelerinden kaçıp, bugünkü Almanya topraklarına sığınması işleniyor.
Summer Collective
Atilla Galip Pınar - '12'ye 5 kala', tuval üzeri akrilik | acrylic on canvas, 135 x 90 cm, 2015 |
Barış Cihanoğlu, Damla Özdemir, Atilla Galip Pınar, Ardan Özmenoğlu, Kerim Yetkin, Gazi Sansoy, Nurdan Likos, Özcan Uzkur, Aysel Alver, Caner Şengünalp ve Derya Özparlak’ın işlerinin yer aldığı sergide, sanatçıların son dönem işleri izlenebilir.
Barış Cihanoğlu, evrensel temaları kişisel üslubu ile irdeleyerek sanatına sürekli yenilikler katan, üretkenliği ve yaratıcılığı ile izleyenleri şaşırtmaya devam eden bir sanatçı olarak bu sene ilk defa tuval dışı bir yüzey üzerinde ürettiği resimleri ile izleyici karşısına çıkmıştı. Ali Gradiva Şimşek’in "Bölünemeyen Ayrılık" makalesinde kalame aldığı gibi "Sanatçı, uzun bir süreçte alt yapısını oluşturduğu yeni eserlerinde, yakarak kömürleştirdiği ahşapları tuvale dönüştürüyor, bu çalışmalarında yanmış ahşabın yüzeyi üzerinde oluşan isli siyah renk ve yanma sonucu belirginleşen dokular resimlerinin alt yapısını oluşturuyor. Resimlerinde siyah renk olarak görülen alanlar, yakılan ahşabın kömürleşmesi sonucu elde edilirken, figürlerin diğer kısımları yağlıboya tekniği ile renklendirilerek oluşturulmuş." Sanatçının hem ahşap hem tuval resimlerinde son yıllarda uyguladığı "kaymalar" ve sıra dışı "çekilmeler" sergilenen eserlerde görebileceksiniz. Figürlerin, sadece baş kısımlarından belirli bir yöne doğru çekilmeleri, geçen zaman ile birlikte insanın mental dönüşümüne işaret ediyor.
Damla Özdemir "Küçük Sabotaj" serisinde yer alan, sanatçının üç boyutlu & çok katmanlı kolajları ve geleneksel kolajları ile asamblaj çalışmalarının yer aldığı eserleri sergide görülebilen işler arasında… Marcus Graf sanatçıyı ve yeni eserlerini şöyle yorumluyor : "Kişisel hikayeleri sosyo-politik meselelerle harmanlayan, düşünsel anlamda sofistike ve zarif parçalar üretirken biçim ve içerik dengesini korumayı başaran Damla Özdemir'in çalışmaları mükemmel bir çağdaş sanat örneği. Ayrıca, günümüzün karmaşıklığına tepki olarak seçtiği metot olan kolaj sanatındaki ustalığı da Özdemir'in işlerinin bir başka güçlü yanı. Bu sanatsal yöntemin çoğulcu ve eklektik karakterini, kopuk parçalardan oluşan ve sürece yönelmiş dünyamıza bir tepki olarak nasıl kullanacağını da çok iyi biliyor. Son yıllardaki çalışmalarında dikkati çeken şey, bazı parçaların yüzeyden yükselerek üç boyutlu bir etki yaratması ve böylece çalışmanın bütününü rölyef gibi bir karaktere bürümesi."
22 Haziran 2015 Pazartesi
Özdemir Nutku'ya Türk Kültürü Araştırma Dalı Ödülü...
Türk Kültürü Araştırma ve Teknoloji Ödülleri Töreni’nin 9’uncusu düzenlendi.
Elginkan Vakfı’nın Türk kültürü ve teknoloji alanındaki araştırma, çalışma ve hizmetlere destek sağlamak amacıyla 2006 yılından bu yana düzenlediği “Türk Kültürü Araştırma ve Teknoloji Ödülleri” sahiplerini buldu.
Yaşamı boyunca yaptığı çalışmalar ile bilim ve sanat dünyasına önemli katkılar sağlayan Prof. Dr. Özdemir Nutku, Türk kültürüne ve tarihine yönelik araştırmaları ve yetiştirdiği öğrencilerle akademik hayata katkılarından dolayı Prof Dr. Feridun Emecen ve Türk musikisi alanındaki çalışmaları ve oluşturduğu arşivden dolayı San. Öğr. Gör. Süleyman Şenel, Elginkan Vakfı tarafından Türk Kültürü Araştırma Dalı’nda ödül alan isimler oldu.
Teknoloji Dalı’nda ise 3B Biyoyazıcı ile yapay doku ve organ üreten Doç. Dr. Bahattin Koç’un yanı sıra meme kanserinin erken teşhisi ve görüntülenmesine imkan sağlayan cihazlarıyla Prof. Dr. İbrahim Akduman ve Yrd. Doç Dr. Mehmet Çayören ödül aldı.
Elginkan Vakfı’nın Türk kültürü ve teknoloji alanındaki araştırma, çalışma ve hizmetlere destek sağlamak amacıyla 2006 yılından bu yana düzenlediği “Türk Kültürü Araştırma ve Teknoloji Ödülleri” sahiplerini buldu.
Yaşamı boyunca yaptığı çalışmalar ile bilim ve sanat dünyasına önemli katkılar sağlayan Prof. Dr. Özdemir Nutku, Türk kültürüne ve tarihine yönelik araştırmaları ve yetiştirdiği öğrencilerle akademik hayata katkılarından dolayı Prof Dr. Feridun Emecen ve Türk musikisi alanındaki çalışmaları ve oluşturduğu arşivden dolayı San. Öğr. Gör. Süleyman Şenel, Elginkan Vakfı tarafından Türk Kültürü Araştırma Dalı’nda ödül alan isimler oldu.
Teknoloji Dalı’nda ise 3B Biyoyazıcı ile yapay doku ve organ üreten Doç. Dr. Bahattin Koç’un yanı sıra meme kanserinin erken teşhisi ve görüntülenmesine imkan sağlayan cihazlarıyla Prof. Dr. İbrahim Akduman ve Yrd. Doç Dr. Mehmet Çayören ödül aldı.
Dansın Arzusu | The Need to Dance
Zamanın en çok yönlü ve başarılı dans sanatçılarından biri olan Flaman-Faslı koreograf Sidi Larbi Cherkaoui’nin bir portresi. Belgesel onun tüm Avrupa’da seyahat edişini izliyor; geniş farklılıklara sahip çeşitli dans stillerini yaratışını ve icra edişini izlerken o da bir iç monolog halinde konuşarak bu bastırılamaz dans etme isteğinin altında yatanları anlatıyor.
Faslı Müslüman bir baba ile Roman-Katolik Flaman bir annenin oğlu olarak bir sanatçı olacağı hiç de belli değildir. Sidi Larbi Cherkaoui küçüklüğünde Madonna ve Michael Jackson’un kliplerindeki koreografileri taklit ederken dansın ona kendini ifade etme sorunları ile baş etme fırsatını verdiğini keşfeder. Böylece sanatla dolu bir yaşamı koşulsuz biçimde seçmiş olur. Bu ona mutluluk verir ama baskın bir insan olan babası ile sonsuza dek kopmasına neden olur. Yine de iki kültürde büyümek, yarattığı dansın zengin kaynağı olmaya devam eder.
* * *
The portrait of the Flemish-Moroccan choreographer Sidi Larbi Cherkaoui, one of the most versatile and successful dance artist of our times. The documentary follows him as he travels all over Europe, observes him creating and performing widely different styles of dance, he talks in an interior monologue about what lies behind his irrepressible urge to dance.
19 Haziran 2015 Cuma
Soykırım Meselesi - Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Ermeniler ve Türkler
Ronald Grigor Suny, Fatma Müge Göçek ve Norman M. Naimark’ın hazırladığı "Soykırım Meselesi - Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Ermeniler ve Türkler", adlı derleme, tarih çalışmalarında yeni yaklaşımları temsil ediyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine odaklanıyor.
Kitapta yer alan makaleler, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus politikalarının ve toplumun farklı kesimlerini teşhis etme becerisinin, olayların gelişimindeki bağlamın, ihtimallerin ve zamanlamanın önemine vurgu yaparken, farklı milletlerden muhacirlerin oluşturduğu motivasyona dair de farklı fikirler sunuyor.
"Soykırım Meselesi —Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Ermeniler ve Türkler", konuyu “soykırım var mı, yok mu” sorusunun, inkâr ve kabul tartışmasının ötesine taşıyor.
Türkiye'den ve dünyanın başka ülkelerinden çeşitli akademisyenlerin bir araya gelerek oluşturduğu Ermeni ve Türk Çalışmaları Atölyesi'nin çalışmaları sonucunda şekillenen kitapta Donald Bloxham’dan Fikret Adanır’a, Erik Jan Zürcher’den Fuat Dündar’a, konuya yıllarını veren uzman isimlerin makaleleri bulunuyor.
Makale çeşitliliği, 1915 üzerine Türk tarih yazımından Doğu Anadolu’daki tarım ve mülkiyet ilişkilerine, Ermeni partilerinin siyasi niteliğinden Balkan savaşlarının tehcir kararı üzerindeki etkisine, dönemin Almanya ve Rusya’sının devlet ve kamuoyunun konuya bakışından yeni kurulan cumhuriyetin meseleye yaklaşımına, Ermeni soykırımına dair kapsayıcı ve bütüncül bir taramaya izin veriyor.
Kitapta yer alan makaleler, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus politikalarının ve toplumun farklı kesimlerini teşhis etme becerisinin, olayların gelişimindeki bağlamın, ihtimallerin ve zamanlamanın önemine vurgu yaparken, farklı milletlerden muhacirlerin oluşturduğu motivasyona dair de farklı fikirler sunuyor.
"Soykırım Meselesi —Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Ermeniler ve Türkler", konuyu “soykırım var mı, yok mu” sorusunun, inkâr ve kabul tartışmasının ötesine taşıyor.
Türkiye'den ve dünyanın başka ülkelerinden çeşitli akademisyenlerin bir araya gelerek oluşturduğu Ermeni ve Türk Çalışmaları Atölyesi'nin çalışmaları sonucunda şekillenen kitapta Donald Bloxham’dan Fikret Adanır’a, Erik Jan Zürcher’den Fuat Dündar’a, konuya yıllarını veren uzman isimlerin makaleleri bulunuyor.
Makale çeşitliliği, 1915 üzerine Türk tarih yazımından Doğu Anadolu’daki tarım ve mülkiyet ilişkilerine, Ermeni partilerinin siyasi niteliğinden Balkan savaşlarının tehcir kararı üzerindeki etkisine, dönemin Almanya ve Rusya’sının devlet ve kamuoyunun konuya bakışından yeni kurulan cumhuriyetin meseleye yaklaşımına, Ermeni soykırımına dair kapsayıcı ve bütüncül bir taramaya izin veriyor.
18 Haziran 2015 Perşembe
Koloni ile Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması'na Ödül..
[KanalKultur] - Documentarist ödülleri açıklandı. Ödüller yerli belgesellere...
Documentarist'in 2015 yılı ödülleri belli oldu.
Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri'nde Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü'nü Gürcan Keltek'in Kıbrıs'taki kayıplar üzerine gerçekleştirdiği "Koloni" adlı filmi kazandı. Özgür Mumcu, Veton Nurkollari, Asli Ozgen-Tuncer, Reyan Tuvi ve Seren Yüce'den oluşan jüri ayrıca Ömer Güneş'in "Su Bedevileri" adlı kısa belgeselini de Mansiyon Ödülü'ne değer buldu.
Arab Loutfi, Bojidar Manov ve Çağdaş Günerbüyük'ten oluşan FIPRESCI jürisi ise ödülünü Cem Kaya'nın "Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması" adlı filmine verdi. Türkiye-Almanya yapımı belgesel Yeşilçam'ın avantür döneminin kopyalama geleneğini anlatıyor. "Motör"ün, ödülün uluslararası adayları arasından sıyrılarak FIPRESCI Eleştirmenler Ödülü'nü kazanmasıyla, FIPRESCI jürisi tercihini yine Türkiye yapımı bir filmden yana yapmış oldu.
Documentarist'in 2015 yılı ödülleri belli oldu.
Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri'nde Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü'nü Gürcan Keltek'in Kıbrıs'taki kayıplar üzerine gerçekleştirdiği "Koloni" adlı filmi kazandı. Özgür Mumcu, Veton Nurkollari, Asli Ozgen-Tuncer, Reyan Tuvi ve Seren Yüce'den oluşan jüri ayrıca Ömer Güneş'in "Su Bedevileri" adlı kısa belgeselini de Mansiyon Ödülü'ne değer buldu.
Arab Loutfi, Bojidar Manov ve Çağdaş Günerbüyük'ten oluşan FIPRESCI jürisi ise ödülünü Cem Kaya'nın "Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması" adlı filmine verdi. Türkiye-Almanya yapımı belgesel Yeşilçam'ın avantür döneminin kopyalama geleneğini anlatıyor. "Motör"ün, ödülün uluslararası adayları arasından sıyrılarak FIPRESCI Eleştirmenler Ödülü'nü kazanmasıyla, FIPRESCI jürisi tercihini yine Türkiye yapımı bir filmden yana yapmış oldu.
Başka Bir Dünya Uzayda Değil, Burada da Mümkün: Cıbıristan
Karagözyan Ermeni İlköğretim Okulu 1., 2. ve 3. sınıf öğrencileri, bir eğitim yılında çizgi film atölyesinde bir film yapmışlar. Bir ağaç, başka bir dünyanın uzayda değil, burada da mümkün olduğunu hatırlatıyor.
İrem Çamlıca - Portreler
© İrem Çamlıca - "Kemal Sunal" tuval üzerine akrilik ve yağlı boya, 100x100 cm., 2015 |
İrem Çamlıca
1988’de İstanbul’da doğdu.
2007’de Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nden sonra 2013’de Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Sanatlar ve Grafik Tasarım Bölümü’nde tam başarı burslu okuyarak bu bölümden birincilikle ve yüksek onur derecesiyle mezun oldu.
2011-2012 yıllarında Study Abroad programıyla University of the Arts, Central Saint Martins BA Fine Art bölümüne kabul edilerek eğitiminin bir kısmını Londra’da sürdürdü. İlk atölyesini 2012’de İstanbul Galata’da kurdu.
17 Haziran 2015 Çarşamba
Neslihan Özgenç - Cümbüş-ü Âlem
[KanalKultur] - Neslihan Özgenç "Cümbüş-ü Âlem" isimli sergisi ile 4 - 27 haziran 2015 tarihleri arasında Derinlikler Sanat Merkezi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
Tuğba Ayas Önol, "Cümbüş-ü Âlem" başlıklı yazısında sergi hakkında şunları kaydediyor:
"Terkedilmiş kentlerin kalabalıkları vardır ya, hani artık yalnızca birer hayalet olan mekânlardan sızan hikâyeleri, işte öyle zamansız ve mekânsız bir açıklıkta beliriyor Neslihan Özgenç’in altıncı kişisel sergisi “Cümbüş-ü Âlem”.
Bir dizi küçük mekân kırıntısının yanı sıra hayalet kentlerden mekân parçacıklarıyla; her birinin üzerine kendi âleminin vakti sinmiş insanları ve “şey”leri ile katmanlı bir zamansallığa ve parçalı bir uzaya açılıyor Cümbüş-ü Âlem.
Özgenç, bu zamandışı açıklıkta başını çevirdiği her noktada kendisini görünür kılan sayısız hikayelerin ayrıntılarını kağıda aktarıyor. Her bir parça kâğıt da izleyiciyi, efsunlu çizgilerle serimlenen hınzır ve çekici bir çoğulluk içinde birlikte varolmaya davet ediyor.
Tuğba Ayas Önol, "Cümbüş-ü Âlem" başlıklı yazısında sergi hakkında şunları kaydediyor:
"Terkedilmiş kentlerin kalabalıkları vardır ya, hani artık yalnızca birer hayalet olan mekânlardan sızan hikâyeleri, işte öyle zamansız ve mekânsız bir açıklıkta beliriyor Neslihan Özgenç’in altıncı kişisel sergisi “Cümbüş-ü Âlem”.
Bir dizi küçük mekân kırıntısının yanı sıra hayalet kentlerden mekân parçacıklarıyla; her birinin üzerine kendi âleminin vakti sinmiş insanları ve “şey”leri ile katmanlı bir zamansallığa ve parçalı bir uzaya açılıyor Cümbüş-ü Âlem.
Özgenç, bu zamandışı açıklıkta başını çevirdiği her noktada kendisini görünür kılan sayısız hikayelerin ayrıntılarını kağıda aktarıyor. Her bir parça kâğıt da izleyiciyi, efsunlu çizgilerle serimlenen hınzır ve çekici bir çoğulluk içinde birlikte varolmaya davet ediyor.
16 Haziran 2015 Salı
Öteki Türkiye’nin Kadınları ya da Kadına Şiddetin Etnisitesi Yok: 1 Kadının Yaşadığı Şiddeti 4 Çocuk ta Yaşıyor...
[İsmail Engin] KAMER Vakfı’nın, AB Türkiye Delegasyonu ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle 2014 Ocak - 2015 Mayıs ayları arasında gerçekleştirdiği “Kadın Hakları İnsan Haklarıdır Projesi”nin nihai raporu yayınlandı.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesindeki 23 il ve Karadeniz Bölgesindeki 3 ilde (Artvin, Rize, Trabzon), 24.723 kadınla yapılan yüz yüze görüşmeler, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı ve Prof. Dr. Ayşen Ufuk Sezgin; Burcu Buğu; İstanbul Barosu Avukatlarından Fethiye Çetin ve Berçem Alemdarzade; Dicle Üniversitesi Öğrt. Üyesi Hasan Akkoç; Sabancı Üniversitesi Öğrt. Üyesi Ayşe Gül Altınay tarafından değerlendirilmiş ve raporlanmış..
Görüşülen kadınlardan 4.500’ünün (%18) yaşadığı şiddet ile ilgili KAMER’e başvurduğu (şiddete maruz kaldığı); sadece 1308 (% 5) kadının ise yaşadığı şiddetten kurtulmak için harekete geçtiği; kadınların, başta korku olmak üzere, çaresizlik, dil, yol yordam bilmedikleri için şiddetten kurtulmak için harekete geçmedikleri raporda belirtiliyor.
İlgili raporda, şiddetin çeşitli türlerini dikkate alınarak Türkiye’de şiddet yaşayan kadın oranı ortalama % 40 gibi görünüyor olsa da % 50 civarında görünmeyen, gizli yaşanan şiddet olduğunun bilindiğini ileri sürülüyor. Kadına yönelik şiddetin sistem sorunu olduğu, eğitim, gelir durumu, dil, savaş ve çatışmalar gibi durumların arttırıcı tali sebepler olduğunun bilindiği ifade ediliyor.
Öte yandan rapor, çocukların kadınların yaşadığı şiddetin görünmeyen mağdurları olduğu vurgulanıyor: "Hane başına düşen çocuk sayısı yaklaşık 4’tür. 1 kadının yaşadığı şiddeti 4 çocuk ta yaşamaktadır. Çocuklar çoğunlukla anne ile birlikte dayak yemekte, cezalandırılmakta, kaçmaktadır." deniliyor.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesindeki 23 il ve Karadeniz Bölgesindeki 3 ilde (Artvin, Rize, Trabzon), 24.723 kadınla yapılan yüz yüze görüşmeler, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı ve Prof. Dr. Ayşen Ufuk Sezgin; Burcu Buğu; İstanbul Barosu Avukatlarından Fethiye Çetin ve Berçem Alemdarzade; Dicle Üniversitesi Öğrt. Üyesi Hasan Akkoç; Sabancı Üniversitesi Öğrt. Üyesi Ayşe Gül Altınay tarafından değerlendirilmiş ve raporlanmış..
Görüşülen kadınlardan 4.500’ünün (%18) yaşadığı şiddet ile ilgili KAMER’e başvurduğu (şiddete maruz kaldığı); sadece 1308 (% 5) kadının ise yaşadığı şiddetten kurtulmak için harekete geçtiği; kadınların, başta korku olmak üzere, çaresizlik, dil, yol yordam bilmedikleri için şiddetten kurtulmak için harekete geçmedikleri raporda belirtiliyor.
İlgili raporda, şiddetin çeşitli türlerini dikkate alınarak Türkiye’de şiddet yaşayan kadın oranı ortalama % 40 gibi görünüyor olsa da % 50 civarında görünmeyen, gizli yaşanan şiddet olduğunun bilindiğini ileri sürülüyor. Kadına yönelik şiddetin sistem sorunu olduğu, eğitim, gelir durumu, dil, savaş ve çatışmalar gibi durumların arttırıcı tali sebepler olduğunun bilindiği ifade ediliyor.
Öte yandan rapor, çocukların kadınların yaşadığı şiddetin görünmeyen mağdurları olduğu vurgulanıyor: "Hane başına düşen çocuk sayısı yaklaşık 4’tür. 1 kadının yaşadığı şiddeti 4 çocuk ta yaşamaktadır. Çocuklar çoğunlukla anne ile birlikte dayak yemekte, cezalandırılmakta, kaçmaktadır." deniliyor.
15 Haziran 2015 Pazartesi
Almanya'dan Gençlerin Cihad'a Katılmaması İçin Ne Yapılabilir? | Was kann die Gesellschaft tun, damit keine Jugendlichen aus Deutschland in den Dschihad ziehen?
16 haziran 2015 günü saat 18'de Deutsch-Amerikanischen Institut Heidelberg'in (DAI) desteği ve uzmanların katılımıyla Heidelberg'te [Interkulturellen Zentrum (4.OG), Bergheimer Straße 147, 69115 Heidelberg] "Almanya'dan Gençlerin Cihad'a Katılmaması İçin Ne yapılabilir? | Was kann die Gesellschaft tun, damit keine Jugendlichen aus Deutschland in den Dschihad ziehen?" konulu bir panel düzenleniyor.
Panelin moderatörlüğünü Heidelberg'in Uyumdan Sorumlu Belediye Başkanı Wolfgang Erichson yapıyor.
Söz konusu panelin konuşmacıları arasında Thomas Köber (Präsident des Polizeipräsidiums Mannheim), Prof. Dr. Havva Engin (Leiterin des Heidelberger Zentrums für Migrationsforschung und Transkulturelle Pädagogik, Hei-MaT), İbrahim Etem Ebrem (Fachreferent für Extremismusprävention) ve Lamya Kaddor (slamwissenschaftlerin und Religionslehrerin) bulunuyor.
Panelin moderatörlüğünü Heidelberg'in Uyumdan Sorumlu Belediye Başkanı Wolfgang Erichson yapıyor.
Söz konusu panelin konuşmacıları arasında Thomas Köber (Präsident des Polizeipräsidiums Mannheim), Prof. Dr. Havva Engin (Leiterin des Heidelberger Zentrums für Migrationsforschung und Transkulturelle Pädagogik, Hei-MaT), İbrahim Etem Ebrem (Fachreferent für Extremismusprävention) ve Lamya Kaddor (slamwissenschaftlerin und Religionslehrerin) bulunuyor.
Bulgar Gözüyle Edirne
Azizlerin yaşamöykülerinden kroniğe, öyküden romana, ama özellikle anı ve gezi notu türlerinde Edirne’yle ilgili Bulgar edebiyatında yüksek sayıda tanıklık bulunuyor.
Edirne’yle ilgili tanıklıkların, kentin 19. yüzyılın ortalarına doğru Bulgarlar açısından önemli bir ticaret, eğitim ve kültür merkezi olarak gelişmeye başlamasıyla arttığı görülüyor.
Tanıklıklarda artık kentin konumu, tarihsel geçmişi, güncel durumu, sosyal yaşamı, dini mabetleriyle ilgili bilgi ve verilere, hatta tasvirlere yer verilmeye başlanıyor.
Örneğin: Konstantin Fotinov (1790-1858) Kısaca Genel Dünya Coğrafyası (1843) adlı kitabında, Trakya bölgesini tanıtırken İstanbul’dan sonra en çok Edirne’ye odaklanıyor. Mihail Macarov da (1854-1944), gezi notu ve anılarında 1860’lı, 1870’li yılların Osmanlı Edirne’sini ustaca canlandırıyor.
Bu derlemede yer alan Dobri Minkov ise (1856-1942) anılarında Edirne vilayet merkezinde 1870’in başlarında düzenlenen Umumi Meclis toplantısını anmakla yetinmeyerek, kentin mahalleleri, toplumsal yaşamı, tarihsel anıtları, bunlarla ilgili yaygın söylenceler, Bulgarlara ait eğitim ve din kurumları hakkında da yalın bilgiler veriyor. Bir başka yazar, Petır Karapetrov da (1845-1903) Edirne’de geçirdiği 1878-1879 yıllarıyla ilgili anılarını bütün ayrıntı ve canlılığıyla aktarmaya çalışıyor. Hakkında çok az şey bilinen Andon Dimitrov’un anıları da 1878-1879 yılı Edirne’sini kapsıyor. Çalışmada yer alan metinler kentteki eğitim, yayıncılık, kültür ve ticaret hayatıyla ilgili bilgiler de içeriyor.
Edirne’yle ilgili tanıklıkların, kentin 19. yüzyılın ortalarına doğru Bulgarlar açısından önemli bir ticaret, eğitim ve kültür merkezi olarak gelişmeye başlamasıyla arttığı görülüyor.
Tanıklıklarda artık kentin konumu, tarihsel geçmişi, güncel durumu, sosyal yaşamı, dini mabetleriyle ilgili bilgi ve verilere, hatta tasvirlere yer verilmeye başlanıyor.
Örneğin: Konstantin Fotinov (1790-1858) Kısaca Genel Dünya Coğrafyası (1843) adlı kitabında, Trakya bölgesini tanıtırken İstanbul’dan sonra en çok Edirne’ye odaklanıyor. Mihail Macarov da (1854-1944), gezi notu ve anılarında 1860’lı, 1870’li yılların Osmanlı Edirne’sini ustaca canlandırıyor.
Bu derlemede yer alan Dobri Minkov ise (1856-1942) anılarında Edirne vilayet merkezinde 1870’in başlarında düzenlenen Umumi Meclis toplantısını anmakla yetinmeyerek, kentin mahalleleri, toplumsal yaşamı, tarihsel anıtları, bunlarla ilgili yaygın söylenceler, Bulgarlara ait eğitim ve din kurumları hakkında da yalın bilgiler veriyor. Bir başka yazar, Petır Karapetrov da (1845-1903) Edirne’de geçirdiği 1878-1879 yıllarıyla ilgili anılarını bütün ayrıntı ve canlılığıyla aktarmaya çalışıyor. Hakkında çok az şey bilinen Andon Dimitrov’un anıları da 1878-1879 yılı Edirne’sini kapsıyor. Çalışmada yer alan metinler kentteki eğitim, yayıncılık, kültür ve ticaret hayatıyla ilgili bilgiler de içeriyor.
PostHoc II
[KanalKultur] - “PostHoc II” sergisi, 16 haziran - 31 temmuz 2015 tarihleri arasında Mine Sanat Galerisi Nişantaşı’nda.
Türkiye sanat ortamında 30. yılını bir dizi sergi, etkinlik ve galerinin 30 yıllık tarihini üç ciltlik belgesel nitelikte “Çağdaş 1985” isimli kitap ile kutlayan Mine Sanat, Nişantaşı galerisinde genç kuşak sanatçıların çalışmalarını “PostHoc” başlığı altında sergilemeye devam ediyor.
Latince bundan sonra anlamına gelen PostHoc, İstanbul sanat ortamında 30 yılı geride bırakan Mine Sanat Galerisi’nin, kariyerine yeni başlayan sanatçılara alan yaratmak amacıyla düzenlemeye başladığı sergilerin ikincisi. Mine Sanat Galerisi, PostHock sergileri ile genç kuşak sanatçıların zaman içerisindeki yönelimlerini takip etmek, genç sanatçılara destek olmak gibi önemli bir sorumluluğu da yerine getirmeyi amaçlıyor.
Mine Sanat 30. yıl etkinlikleri kapsamında, Hande Özdilim ve Dolunay May küratörlüğünde hazırlanan, PostHoc II sergisinde her sanatçı birden fazla çalışmasıyla yer alıyor ve "Mine Sanat 30. Yıl" kavramını merkez edinen bir adet eserin üretildiği workshop (teknik ve malzeme seçimi sanatçılara bırakılarak) düzenleniyor..
Türkiye sanat ortamında 30. yılını bir dizi sergi, etkinlik ve galerinin 30 yıllık tarihini üç ciltlik belgesel nitelikte “Çağdaş 1985” isimli kitap ile kutlayan Mine Sanat, Nişantaşı galerisinde genç kuşak sanatçıların çalışmalarını “PostHoc” başlığı altında sergilemeye devam ediyor.
Latince bundan sonra anlamına gelen PostHoc, İstanbul sanat ortamında 30 yılı geride bırakan Mine Sanat Galerisi’nin, kariyerine yeni başlayan sanatçılara alan yaratmak amacıyla düzenlemeye başladığı sergilerin ikincisi. Mine Sanat Galerisi, PostHock sergileri ile genç kuşak sanatçıların zaman içerisindeki yönelimlerini takip etmek, genç sanatçılara destek olmak gibi önemli bir sorumluluğu da yerine getirmeyi amaçlıyor.
Mine Sanat 30. yıl etkinlikleri kapsamında, Hande Özdilim ve Dolunay May küratörlüğünde hazırlanan, PostHoc II sergisinde her sanatçı birden fazla çalışmasıyla yer alıyor ve "Mine Sanat 30. Yıl" kavramını merkez edinen bir adet eserin üretildiği workshop (teknik ve malzeme seçimi sanatçılara bırakılarak) düzenleniyor..
13 Haziran 2015 Cumartesi
Maja Weyermann - Uzaktan Mektuplar | Letters from Abroad
Sanatçı Maja Weyermann’ın video yerleştirmesi, Ermenilerin 1915’ten önce Türkiye’deki halı üretimi ve ticaretinde oynadıkları rolü ele alırken, bu tarihi İstanbul’daki Ermeni vakıflarına ait mülklere el konmasıyla bağlantılandırıyor. İzleyiciyi maddi mirasın haczi ve kültürel mirasın yok edilmesiyle yüzleşmeye davet ediyor ve Ermeni soykırımının bu iki yönünü, oldukça kişisel bir üslupla tasvir ediyor.
Weyermann 2014’teki bir misafir sanatçı programı sırasında kültürel hafızanın unsurları olarak Anadolu halıları üzerine araştırma yaparken, 1915 öncesinde Türkiye’deki halı ticaretinde Ermeni zanaatkârların ve tüccarların kilit rolünü öğrenir. Bu sırada, İstanbul’daki terk edilmiş binalar ve restitüsyon işleri arasındaki bağlantı sanatçının dikkatini çeker. Hemen hemen aynı günlerde Hrant Dink Vakfı’nın, Ermeni vakıflarının Türk devleti tarafından el konan taşınmazlarının kapsamlı bir envanterini içeren, 2012 tarihli beyannamesiyle karşılaşır.
Weyermann işinde, HD video kayıtlarıyla 3-D animasyonları birleştiriyor. 3-D animasyonları, başka şekilde gösterilmesi mümkün olmayan mekanlara dair (anılar, hayaller …) deneyimleri yaratabilmek için kullanırken, video kayıtları yapıtı belirli bir “gerçek” duygusu üzerine oturtmaya yarıyor. Yerleştirmeye eşlik eden ses kaydı bir öyküleme, sesler ve müzikten oluşuyor ve bağımsız bir işitsel peyzaj oluşturuyor. 1936 doğumlu Ermeni bir halı ustasıyla yapılmış bir görüşme de sergide yer alıyor.
Weyermann 2014’teki bir misafir sanatçı programı sırasında kültürel hafızanın unsurları olarak Anadolu halıları üzerine araştırma yaparken, 1915 öncesinde Türkiye’deki halı ticaretinde Ermeni zanaatkârların ve tüccarların kilit rolünü öğrenir. Bu sırada, İstanbul’daki terk edilmiş binalar ve restitüsyon işleri arasındaki bağlantı sanatçının dikkatini çeker. Hemen hemen aynı günlerde Hrant Dink Vakfı’nın, Ermeni vakıflarının Türk devleti tarafından el konan taşınmazlarının kapsamlı bir envanterini içeren, 2012 tarihli beyannamesiyle karşılaşır.
Weyermann işinde, HD video kayıtlarıyla 3-D animasyonları birleştiriyor. 3-D animasyonları, başka şekilde gösterilmesi mümkün olmayan mekanlara dair (anılar, hayaller …) deneyimleri yaratabilmek için kullanırken, video kayıtları yapıtı belirli bir “gerçek” duygusu üzerine oturtmaya yarıyor. Yerleştirmeye eşlik eden ses kaydı bir öyküleme, sesler ve müzikten oluşuyor ve bağımsız bir işitsel peyzaj oluşturuyor. 1936 doğumlu Ermeni bir halı ustasıyla yapılmış bir görüşme de sergide yer alıyor.
12 Haziran 2015 Cuma
Sen Meşgulsün Galiba…!
Galeri/Miz, 17 - 30 haziran 2015 tarihleri arasında Ahmet Duru, Esra İlbeyli, Öykü Ersoy ve Yağızhan Çalışkan’ı “Sen Meşgulsün Galiba” adlı sergide biraraya getiriyor.
3 genç küratör, Esra Özkan, Gencer Uçar ve Merve Balcıoğlu’nun düzenlediği "Sen Meşgulsün Galiba..!" sergisi toplumsal algıda oluşturulan bilgisel akışın kontrolden çıkışını, totaliter yapıların kristalleşerek hayatın her alanına nüfuz etmesini, kitle iletişim araçlarını ve bunların birey üzerine açmış olduğu sorunlardan yola çıkarak meşguliyet kavramını sorgulan bir sergi olma özelliğini taşıyor.
Sen Meşgulsün Galiba..! sergisiyle bir araya gelen dört çağdaş genç sanatçılardan biri olan Ahmet Duru sergiye tüketim toplumuna ilişkin bir performansıyla eleştiri getiriyor. Esra İlbeyli ise ışıklı kutularında bireyin bulunduğu ortama uyum sağlamaması ve ortamına yabancılaşmasını konu alıyor. Öykü Ersoy bireyin değişime ayak uyduramayan kentle, hayatla bağ kuran karakterleri onların yaşadığı durumları anlatıyor. Meşguliyetin etkilerinden biri olan bireyin kendine ve çevresine yabancılaşmasını irdeleyen Yağızhan Çalışkan video enstalasyonu ile sergiye katılıyor.
3 genç küratör, Esra Özkan, Gencer Uçar ve Merve Balcıoğlu’nun düzenlediği "Sen Meşgulsün Galiba..!" sergisi toplumsal algıda oluşturulan bilgisel akışın kontrolden çıkışını, totaliter yapıların kristalleşerek hayatın her alanına nüfuz etmesini, kitle iletişim araçlarını ve bunların birey üzerine açmış olduğu sorunlardan yola çıkarak meşguliyet kavramını sorgulan bir sergi olma özelliğini taşıyor.
Sen Meşgulsün Galiba..! sergisiyle bir araya gelen dört çağdaş genç sanatçılardan biri olan Ahmet Duru sergiye tüketim toplumuna ilişkin bir performansıyla eleştiri getiriyor. Esra İlbeyli ise ışıklı kutularında bireyin bulunduğu ortama uyum sağlamaması ve ortamına yabancılaşmasını konu alıyor. Öykü Ersoy bireyin değişime ayak uyduramayan kentle, hayatla bağ kuran karakterleri onların yaşadığı durumları anlatıyor. Meşguliyetin etkilerinden biri olan bireyin kendine ve çevresine yabancılaşmasını irdeleyen Yağızhan Çalışkan video enstalasyonu ile sergiye katılıyor.
11 Haziran 2015 Perşembe
Saeed Ensafi - Love, Hate and Edit
Saeed Ensafi - "Love, Hate and Edit I" |
Son üç yıldır yaşamını İstanbul ve Tahran arasında sürdüren Ensafi'nin yapıtları, 2013'te "Tehran Calling London/ London Calling Tehran" projesi kapsamında Londra'da; 2012'de Berlin'de bulunan Kunstquartier Bethanien'de; "Dialogue" isimli sergi projesi dahilinde 2010'da University of Chicago ve 2010'da Andenken Gallery'de (Denver, ABD) gösterilmişti. Sanatçının Love, Hate and Edit başlığını taşıyan son sergisi ise Pi Artworks İstanbul'da.
'Savaş' olgusunun, İran'da yaşayan her kuşaktan insan için farklı bir karşılığı var. Kimilerine kaybı, kimilerine ise kahramanlık öykülerini anımsatsa da bu kelime, herkes üzerinde mutlaka bir etki yaratıyor. Çünkü savaş, hayatın içinde. Sivillerin, ülkedeki baskıcı rejime karşı verdiği mücadelenin yanı sıra, 1980-1988 yılları arasında İran ile Irak arasında devam eden büyük savaş, her iki ülkede de telafisi mümkün olmayan yıkımlara ve yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açtı. Ensafi'nin de dahil olduğu bir nesil bu savaşla büyüdü, savaş sonrası dönemin etkilerini yaşadı. Sanatçının uzun yıllar yaşamını ve çalışmalarını sürdürdüğü Tahran'ın sokakları, bugün hâlâ kahramanlık öyküleriyle yüceltilen savaş şehitlerinin devasa tasvirleriyle dolu.
Birdenbire hayatımızdan çıkan insanların, kayıpların geride bıraktıkları izler, Saeed Ensafi'nin son dönem çalışmalarına farklı şekillerde yansıyor.
10 Haziran 2015 Çarşamba
Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri'nde Endüstriyel Beslenme Kültürü de Günlük Rızkımız'la (Our Daily Bread) Programda
Yaratıcı belgesellerin festivali Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri, 13-18 haziran 2015 tarihlerinde. Stefan Jarl toplu gösterisi, Müzik ve Dans filmleri, Nikolaus Geyrhalter belgeselleri, 100 Yıllık Sessizlik ve geniş bir Türkiye Panorama, festival programının öne çıkan bölümleri arasında.
2015'in en önemli belgesellerini Türkiye’deki sinemaseverlerin ayağına getiren Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri'nin, 2015 programında, dünyanın gündemini işgal eden yakıcı sorunların yanısıra eğlenceli konulara dair belgesellere de geniş alan ayrılıyor.
Programda Müzik ve Dans Belgeselleri başlığı altında, dünyanın her köşesinden müzikle sinemanın buluştuğu hikâyeler toplanıyor. Bu bölümde Arjantin’den kamera karşısında umarsızca dans eden sıradan insanların belgeseli “Aramızdaki Yıldızlar”dan (Living Stars) Concertgebouw Orkestrası’nun dünya turunu konu alan “50 Konserde Devr-i Alem”e (Around the World in 50 Concerts) kadar on adet önemli film yer alıyor. Ünlü Alman yönetmen Dorris Dörrie’nin Meksika’daki kadın mariachi’leri konu alan filmi “Şu Sevimli Boktan Hayat” da (This Lovely Shitty Life) aynı seçki içinde. 100 Yıllık Sessizlik bölümünde yer alan ve System of A Down’ın konser turunu izleyen bir başka müzik belgeseli “Haykıranlar” (Screamers) ise yapıldıktan 10 yıl sonra ilk kez Türkiye’de...
9 Haziran 2015 Salı
Türkiye'de Geç Avangart ve Sanat Tarihi
Viyana Üniversitesi'nde, 1990'lar Türkiyesi'nde politik sanat üzerine çalışan Barış Acar, 13 haziran 2015 günü [saat: 15; Salt Galata - kurucu Garanti Bankası - Bankalar Caddesi 11, Karaköy - 34420 İstanbul; Tel.: +90 212 334 22 00] o dönemde Türkiye ile sanat tarihi arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor.
Fırat Arapoğlu'nun moderatörlüğündeki programda, 90'lı yılların sanatsal kopuşunu oluşturan ögelerin avangart, ilişkisel sanat ve sanatın politikası gibi olgularla bağlantısı irdeleniyor..
Bu çerçevede, "Analojik sanat tarihi yerine, 'yakınlaşmalara' dayalı bir sanat tarihi modeli nasıl kurulabilir?" ve "Türkiye'de bir geç avangarttan söz edebiliyorsak terimin kaplam ve içlemi nasıl oluşturulabilir?" gibi konular tartışmaya açılıyor.
Fırat Arapoğlu'nun moderatörlüğündeki programda, 90'lı yılların sanatsal kopuşunu oluşturan ögelerin avangart, ilişkisel sanat ve sanatın politikası gibi olgularla bağlantısı irdeleniyor..
Bu çerçevede, "Analojik sanat tarihi yerine, 'yakınlaşmalara' dayalı bir sanat tarihi modeli nasıl kurulabilir?" ve "Türkiye'de bir geç avangarttan söz edebiliyorsak terimin kaplam ve içlemi nasıl oluşturulabilir?" gibi konular tartışmaya açılıyor.
6 Haziran 2015 Cumartesi
Su Bedevileri | Water Bodouins
Irak Basra körfezinde, Dicle ve Fırat Nehirlerinin döküldüğü noktada bulunan bataklıkta yaşayan Su Bedevilerinin yaşadığı su sorunlarına ve Türkiye de 10 yıllık geçmişi olan Hasankeyf’in karşı karşıya kaldığı tehlikeye değiniyor.
Ömer Güneş
1988 yılında Diyarbakır’da doğdu. 2012 yılında Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü’nden mezun oldu. Lisans eğitimi süresince bir çok kısa film ve belgeselde görev alarak projeler gerçekleştirdi. Eğitim dönemi boyunca Kampus TV’de çalıştı. Erciyes Film Atölyesi’nde Yönetmen , Görüntü Yönetmeni, Kameraman olarak bir çok Belgesel, Kurmaca, Tanıtım ve Reklam Filminde görev aldı. Belgesel yönetmenliği yanı sıra gazetecilik görevine devam ediyor.
Bekleme Odasından Oturma Odasına - Suriyeli Mülteciler
[İsmail Engin] Anadolu Kültür ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle, Zümray Kutlu tarafından "Bekleme Odasından Oturma Odasına - Suriyeli Mültecilere Yönelik Çalışmalar Yürüten Sivil Toplum Kuruluşlarına Dair Kısa Bir Değerlendirme" başlığıyla hazırlanan ve Suriyelilere yönelik çalışma yürüten STK’lara dair rapor yayınlandı.
Rapor, Suriyeli mültecilere destek veren sivil toplum kuruluşlarının ve yürüttükleri çalışmaların mutevazı bir dökümünü yapmayı amaçlıyor.
Raporda, Türkiye’de bulunan Suriyeliler Türkiye hukukundaki resmi statülerine bakılmaksızın "mülteci" olarak adlandırılıyor. Türkiye’nin 10 ilinde kurulan 24 kampta yaklaşık 256.000 mülteci kaldığı vurgulanıyor. Kamp dışında yaşayan yaklaşık 1.8 milyonu bulduğu belirtilen Suriyeli mülteciden söz ediliyor. Türkiye’nin Nisan 2011’den Kasım 2014’e kadar yaptığı harcamanın 4,5 milyar dolar; BM ve Avrupa ülkelerinden gelen miktarın ise 246 milyon dolar olduğuna atıf yapılıyor.
Büyük çoğunluğunun Hatay, Antep, Kilis, Urfa ve Mardin olmak üzere sınır şehirlerinde yoğunlaşan bu mültecilerin Türkiye’nin farklı şehirlerinde kendi imkanları ile hayatlarına devam ettiği; iş bulma ümidi ile daha büyük şehirlere göç edenlerin de bulunduğu ve İstanbul’da yaşayan Suriyeli mültecilerin sayısının 330.000’i bulduğu, İstanbul’un yanı sıra İzmir, Mersin, Adana gibi şehirlerin de mülteciler için bir çekim merkezi olduğu belirtiliyor.
Rapor, Suriyeli mültecilere destek veren sivil toplum kuruluşlarının ve yürüttükleri çalışmaların mutevazı bir dökümünü yapmayı amaçlıyor.
Raporda, Türkiye’de bulunan Suriyeliler Türkiye hukukundaki resmi statülerine bakılmaksızın "mülteci" olarak adlandırılıyor. Türkiye’nin 10 ilinde kurulan 24 kampta yaklaşık 256.000 mülteci kaldığı vurgulanıyor. Kamp dışında yaşayan yaklaşık 1.8 milyonu bulduğu belirtilen Suriyeli mülteciden söz ediliyor. Türkiye’nin Nisan 2011’den Kasım 2014’e kadar yaptığı harcamanın 4,5 milyar dolar; BM ve Avrupa ülkelerinden gelen miktarın ise 246 milyon dolar olduğuna atıf yapılıyor.
Büyük çoğunluğunun Hatay, Antep, Kilis, Urfa ve Mardin olmak üzere sınır şehirlerinde yoğunlaşan bu mültecilerin Türkiye’nin farklı şehirlerinde kendi imkanları ile hayatlarına devam ettiği; iş bulma ümidi ile daha büyük şehirlere göç edenlerin de bulunduğu ve İstanbul’da yaşayan Suriyeli mültecilerin sayısının 330.000’i bulduğu, İstanbul’un yanı sıra İzmir, Mersin, Adana gibi şehirlerin de mülteciler için bir çekim merkezi olduğu belirtiliyor.
5 Haziran 2015 Cuma
İmam Hatip Okulları - İnanç, Siyaset ve Eğitim
Laik eğitim sisteminde en belirgin istisnayı temsil eden imam hatip okulları bugün hayli tartışmalı bir konumda bulunuyor.
Her ne kadar bu okullardaki öğrenci sayısı toplam öğrenci sayısının yüzde 8’ini oluşturuyor olsa da, çok sayıda meclis üyesinin imam hatip mezunu oluşu, son yıllarda milli eğitim, adalet ve içişleri bakanlıklarında imam hatip mezunlarının önemli mevkilere gelişi bu okulları Türkiye’de İslamcılık, laiklik ve modernite tartışmalarının odağına yerleştiriyor.
Okullar, özellikle Türkiye’nin laik ve muhafazakâr dindar olarak nitelendirilen kesimleri arasında görüş ayrılıkları yarattı.
Laik kesimin çoğunluğu, imam hatip mezunlarının ancak yüzde 15’i din görevlisi olduğundan, bu okulların din görevlisi eğitme amacından, cumhuriyetin temel ilkelerini çiğnemeye çalışan, tek tip bireyler yetiştirme amacına savrulduğuna inanıyor.
Öte yandan, birçok muhafazakâr dindar ise, imam hatip okullarını, öğrencilerin eğitimlerine devam ederken İslami kaideleri de öğrenebildikleri kurumlar olarak destekliyorlar.
Her ne kadar bu okullardaki öğrenci sayısı toplam öğrenci sayısının yüzde 8’ini oluşturuyor olsa da, çok sayıda meclis üyesinin imam hatip mezunu oluşu, son yıllarda milli eğitim, adalet ve içişleri bakanlıklarında imam hatip mezunlarının önemli mevkilere gelişi bu okulları Türkiye’de İslamcılık, laiklik ve modernite tartışmalarının odağına yerleştiriyor.
Okullar, özellikle Türkiye’nin laik ve muhafazakâr dindar olarak nitelendirilen kesimleri arasında görüş ayrılıkları yarattı.
Laik kesimin çoğunluğu, imam hatip mezunlarının ancak yüzde 15’i din görevlisi olduğundan, bu okulların din görevlisi eğitme amacından, cumhuriyetin temel ilkelerini çiğnemeye çalışan, tek tip bireyler yetiştirme amacına savrulduğuna inanıyor.
Öte yandan, birçok muhafazakâr dindar ise, imam hatip okullarını, öğrencilerin eğitimlerine devam ederken İslami kaideleri de öğrenebildikleri kurumlar olarak destekliyorlar.
Ülgen Semerci ve Burcu Yağcıoğlu - Siste
[KanalKultur] - Ülgen Semerci ve Burcu Yağcıoğlu’nun ortak sergileri ‘Siste’, 8 haziran - 1 ağustos 2015 tarihleri arasında Amerikan Hastanesi Operation Room Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor. İki sanatçının sis fenomenini hem kelime hem de metaforik anlamlarıyla ele aldıkları sergi, buzullar erirken oluşan okyanus sisinden, yabandomuzlarını sarmalayan orman sisine kadar uzanan estetik bir önermeden oluşuyor.
İbrahim Cansızoğlu, sergi hakkında şunları kaydediyor:
"Burcu Yağcıoğlu ve Ülgen Semerci Siste’de belirli aralıklarla galeri zeminine yayılan sisle hem doğayı geri dönüşsüz biçimde yok edişimizin yarattığı zemin kaybını hem de serginin atmosferini belirleyen kesin anlamlandırma, sınıflandırma ve ayrımlara gösterdikleri direnci somutlaştırırlar... Siste, görsel bilinçaltından üreyen imgeler, yayılan, dağılan sisle bulanıklaşan sınırlar ve üzerine kurulduğu anlatılarla umudu ve kasveti yeniden düşünmeye davet eden bir mekan temsili, estetik bir dolaşım sistemi yaratıyor."
İbrahim Cansızoğlu, sergi hakkında şunları kaydediyor:
"Burcu Yağcıoğlu ve Ülgen Semerci Siste’de belirli aralıklarla galeri zeminine yayılan sisle hem doğayı geri dönüşsüz biçimde yok edişimizin yarattığı zemin kaybını hem de serginin atmosferini belirleyen kesin anlamlandırma, sınıflandırma ve ayrımlara gösterdikleri direnci somutlaştırırlar... Siste, görsel bilinçaltından üreyen imgeler, yayılan, dağılan sisle bulanıklaşan sınırlar ve üzerine kurulduğu anlatılarla umudu ve kasveti yeniden düşünmeye davet eden bir mekan temsili, estetik bir dolaşım sistemi yaratıyor."
Sücaeddin Veli 2015 yılında anılıyor
[KanalKultur] - Eskişehir Seyitgazi Arslanbeyli Köyü'nde bulunan Sücaeddin Veli Dergahı'nı içeren "2.Uluslararası 22. Ulusal Seyyid Sultan Sücaaddin Veli Anma Etkinlikleri"nin 2015 yılı programı belli oldu. 13 - 14 haziran 2015 günleri arasında Eskişehir ve Seyitgazi Arslanbeyli Köyü'nde düzenlenen törenlere sanatçılar, semah ekipleri katılıyor. Törenler kapsamında bir de panel yapılıyor.
13 haziran 2015 günü Eskişehir Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Horasan'dan Balkanlara Sücaaddin Veli Kültü Paneli"nin moderatörlüğünü Prof. Dr. Naci Gündoğan (Anadolu Üniversitesi Rektörü) yapıyor. Panelde Prof. Dr. Ahmet Taşğın (Necmettin Erbakan Üniversitesi), Prof. Dr. Hilmi Özden (Eskişehir O.G.Üniversitesi) ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi) konuyla ilgili görüşlerini dinleyiciyle paylaşıyor.
Etkinliklerde "Bulgaristan Semahı", "Sücaaddin Veli Dergahı Semah Ekibi", "Abdal Musa Semah Ekibi (Korkuteli / Antalya)", "Bulgaristan Dulova Akkadınlar Semah Ekibi", "Karaca Ahmet Sultan Derneği Semah Ekibi" "semah gösterisi" sunuyor. Ayrıca "Muştak dinletisi" (İranlı Müzik Grubu); Ali Rıza - Hüseyin Albayrak, Ulaş Özdemir, Nilüfer Sarıtaş, Tolga Sağ - Erdal Erzincan ve "Sücaaddin Veli Dergahı Türk Halk Müziği Korosu"nun müzik dinletileri bulunuyor. Elif Adem "Bulgaristan Nefesleri"nden örnekler veriyor.
13 haziran 2015 günü Eskişehir Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Horasan'dan Balkanlara Sücaaddin Veli Kültü Paneli"nin moderatörlüğünü Prof. Dr. Naci Gündoğan (Anadolu Üniversitesi Rektörü) yapıyor. Panelde Prof. Dr. Ahmet Taşğın (Necmettin Erbakan Üniversitesi), Prof. Dr. Hilmi Özden (Eskişehir O.G.Üniversitesi) ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi) konuyla ilgili görüşlerini dinleyiciyle paylaşıyor.
Etkinliklerde "Bulgaristan Semahı", "Sücaaddin Veli Dergahı Semah Ekibi", "Abdal Musa Semah Ekibi (Korkuteli / Antalya)", "Bulgaristan Dulova Akkadınlar Semah Ekibi", "Karaca Ahmet Sultan Derneği Semah Ekibi" "semah gösterisi" sunuyor. Ayrıca "Muştak dinletisi" (İranlı Müzik Grubu); Ali Rıza - Hüseyin Albayrak, Ulaş Özdemir, Nilüfer Sarıtaş, Tolga Sağ - Erdal Erzincan ve "Sücaaddin Veli Dergahı Türk Halk Müziği Korosu"nun müzik dinletileri bulunuyor. Elif Adem "Bulgaristan Nefesleri"nden örnekler veriyor.
Fizikososyal ve Fizikomatematik - 16. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığının Teknolojik Arka Planı: Mekânın Matematiksel Kavranışı
Toplumsal Tarih haziran 2015'te yayınlanan 258. sayısında Fizikososyal ve fizikomatematiksında Uğur Tanyeli’nin “16. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığının Teknolojik Arka Planı: Mekânın Matematiksel Kavranışı” başlıklı yazısını kapağa taşıyor. Uğur Tanyeli, Osmanlı mimarlığını ölçme, planlama ve görsel betimleme sacayağında iki kavramın kılavuzluğuyla tartışıyor: Fizikososyal ve fizikomatematik.
Patrick Donabédian, Kars’ın Digor ilçesinde ortaçağda inşa edilmiş Khıdzgonk Manasıtırı’nın ayakta kalan tek kilisesi Surp Krikor’a dikkatleri çekiyor. “Kurtarılması Gereken Bir Anıt: Khıdzgonk Surp Sarkis Kilisesi” başlıklı bu yazı, yapının tarihi ve mimari öyküsünü anlatmanın yanında, kamuoyuna ve yetkililere bir çağrı niteliği taşıyor.
Zehra İlhan “Safiye Hanım ve Celal Bey: 19. Yüzyıldan Bir Boşanma Hikâyesi”nde, 19. yüzyıl ortalarında Sivas’ta başlayıp İstanbul’a uzanan ilginç bir boşanma davasının izini sürüyor. Davaya ilişkin kayıtlar, okuru şaşkınlığa sürükleyecek ayrıntılar içeriyor.
“Halid Ziya Uşaklıgil’in Kaleminden İzmir” başlıklı yazısında Önder Şenyapılı, Uşaklıgil’in İzmir Hikâyeleri adlı kitabındaki öykülerden alıntılarla ilerliyor. Yazar, kentin 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk yarısına değin yaşadığı dönüşümü mekânlar arasında gezinerek anlatıyor.
Taylan Esin “Savaş, Tehcir, Ütopya: Darüleytamların Yükselişi ve Çözülüşü”nde I. Dünya Savaşı ve Ermeni tehciri sürecinde yetim çocukların bir çatı altında toplandığı darüleytamları inceliyor. Esin’in yazısı bir trajedinin üzerinde “saadet köyleri” kurup “asker, sanatkâr ve gürbüz bir nesil” yetiştirmenin hedeflendiği darüleytamlarda çözülüşü ve emval-i metrukenin paylaşımından sonra hangi mekanizmalar neticesinde yetimlerin payına sefalet ve açlık düştüğünü anlatıyor.
Patrick Donabédian, Kars’ın Digor ilçesinde ortaçağda inşa edilmiş Khıdzgonk Manasıtırı’nın ayakta kalan tek kilisesi Surp Krikor’a dikkatleri çekiyor. “Kurtarılması Gereken Bir Anıt: Khıdzgonk Surp Sarkis Kilisesi” başlıklı bu yazı, yapının tarihi ve mimari öyküsünü anlatmanın yanında, kamuoyuna ve yetkililere bir çağrı niteliği taşıyor.
Zehra İlhan “Safiye Hanım ve Celal Bey: 19. Yüzyıldan Bir Boşanma Hikâyesi”nde, 19. yüzyıl ortalarında Sivas’ta başlayıp İstanbul’a uzanan ilginç bir boşanma davasının izini sürüyor. Davaya ilişkin kayıtlar, okuru şaşkınlığa sürükleyecek ayrıntılar içeriyor.
“Halid Ziya Uşaklıgil’in Kaleminden İzmir” başlıklı yazısında Önder Şenyapılı, Uşaklıgil’in İzmir Hikâyeleri adlı kitabındaki öykülerden alıntılarla ilerliyor. Yazar, kentin 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk yarısına değin yaşadığı dönüşümü mekânlar arasında gezinerek anlatıyor.
Taylan Esin “Savaş, Tehcir, Ütopya: Darüleytamların Yükselişi ve Çözülüşü”nde I. Dünya Savaşı ve Ermeni tehciri sürecinde yetim çocukların bir çatı altında toplandığı darüleytamları inceliyor. Esin’in yazısı bir trajedinin üzerinde “saadet köyleri” kurup “asker, sanatkâr ve gürbüz bir nesil” yetiştirmenin hedeflendiği darüleytamlarda çözülüşü ve emval-i metrukenin paylaşımından sonra hangi mekanizmalar neticesinde yetimlerin payına sefalet ve açlık düştüğünü anlatıyor.
4 Haziran 2015 Perşembe
Hikmet Çetinkaya - 111
Hikmet Çetinkaya gelincikleriyle Ankara ve Bodrum Nurol Sanat Galerilerinde...
Çetinkaya, sanat anlayışını şöyle açıklıyor:
“Resim serüvenim boyunca kuvvetli duygularla güçlü bir ayakta durma isteğiyle yaşadım ve bunu keyifle en umutsuz koşullarda bile bitmeyen heyecanım ve sevincimle tuvallerime yansıttım. Her resmimi yüreğimi içine koyarak yaptım. Resim kendi içinde bir dildir. Ressamın fırçası ile renkleri bir araya geldiğinde, bu 'ressam'ın kendi dilinde söylenmiş bir sözü olarak tuvale yansır. Resimlerimde yıllarca çizginin, renk kullanımının nasıl farklı yorumlarla ortaya çıktğını gördüm. Şimdi ise yeni ve farklı bir resimsel tatla tanışıyorum.”
Hikmet Çetinkaya
1982 yılında Ankara Gazi Üniversitesi,Gazi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. Resim eğitimi yöntemleri konusunda yurtdışında araştırmalarda bulunarak, adını taşıyan atölyesini kurdu.
2001 yılında İsveç Stokholm Uluslararası Dünya Sanat Fuarı’na davetliydi. Türkiye'de başta İstanbul ve Ankara olmak üzere uluslararası düzeyde birçok sanat fuarı etkinliklerine katıldı. 32’si Türkiye dışında olmak üzere 111 kişisel sergi açtı ve 800’den fazla karma etkinliğe katıldı.
Resim çalışmalarını 2002 yılında Paris’te açtığı resim atölyesinde 5 yıl sürdürdü. Arc-En-Ciel Maison D’art Paris adında bir resim galerisi açtı. Orada bir çok sanat etkinliği düzenledi.
Çetinkaya, sanat anlayışını şöyle açıklıyor:
“Resim serüvenim boyunca kuvvetli duygularla güçlü bir ayakta durma isteğiyle yaşadım ve bunu keyifle en umutsuz koşullarda bile bitmeyen heyecanım ve sevincimle tuvallerime yansıttım. Her resmimi yüreğimi içine koyarak yaptım. Resim kendi içinde bir dildir. Ressamın fırçası ile renkleri bir araya geldiğinde, bu 'ressam'ın kendi dilinde söylenmiş bir sözü olarak tuvale yansır. Resimlerimde yıllarca çizginin, renk kullanımının nasıl farklı yorumlarla ortaya çıktğını gördüm. Şimdi ise yeni ve farklı bir resimsel tatla tanışıyorum.”
Hikmet Çetinkaya
1982 yılında Ankara Gazi Üniversitesi,Gazi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. Resim eğitimi yöntemleri konusunda yurtdışında araştırmalarda bulunarak, adını taşıyan atölyesini kurdu.
2001 yılında İsveç Stokholm Uluslararası Dünya Sanat Fuarı’na davetliydi. Türkiye'de başta İstanbul ve Ankara olmak üzere uluslararası düzeyde birçok sanat fuarı etkinliklerine katıldı. 32’si Türkiye dışında olmak üzere 111 kişisel sergi açtı ve 800’den fazla karma etkinliğe katıldı.
Resim çalışmalarını 2002 yılında Paris’te açtığı resim atölyesinde 5 yıl sürdürdü. Arc-En-Ciel Maison D’art Paris adında bir resim galerisi açtı. Orada bir çok sanat etkinliği düzenledi.
Şehrin Kimliği
"Şehrin Kimliği", şehir ve kimlik tartışmalarına katılmak ve yeni tartışma alanları açmak üzere 9 haziran - 9 temmuz 2015 tarihleri arasında Pinelo Galeri’de...
İnsanın zaman kavramı üzerine düşünceleri yüzyıllardır tartışılıyor. Var olunan ilk andan itibaren hayat şartları ve ihtiyaçlar belli bir düzen içinde gelişiyor. Zamanın akışı içinde şehrin tanık olduğu her kültür birikerek yeni bir mekan ve zaman olgusu yaratıyor; şehrin kimliğini oluşturuyor. Gelinen noktada şehrin dönüşümü, kimi zaman bireyi kimi zaman da bütün toplumu yalnızlaştırıyor; insanın temel ihtiyaçlarını sekteye uğratıyor. Yalnızlaşan birey çıkışın ötesinde yeni arayışlar ediniyor. Bu arayış şehrin kimliğine paralel olarak, bireyin kimliğini belirliyor.
"Şehrin Kimliği" adlı karma sergide bakışını şehre, şehirli olmaya, sokağa ve alt kültüre çeviren sanatçılar bir araya geliyor. Sanatçıların geçmişten bugüne ürettikleri, kentsel mekânla bütünleşen desen, fotoğraf ve resimleri, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden geniş bir kadronun kürasyonu ile hazırlanan çağdaş sergide izleyiciyle buluşuyor.
İnsanın zaman kavramı üzerine düşünceleri yüzyıllardır tartışılıyor. Var olunan ilk andan itibaren hayat şartları ve ihtiyaçlar belli bir düzen içinde gelişiyor. Zamanın akışı içinde şehrin tanık olduğu her kültür birikerek yeni bir mekan ve zaman olgusu yaratıyor; şehrin kimliğini oluşturuyor. Gelinen noktada şehrin dönüşümü, kimi zaman bireyi kimi zaman da bütün toplumu yalnızlaştırıyor; insanın temel ihtiyaçlarını sekteye uğratıyor. Yalnızlaşan birey çıkışın ötesinde yeni arayışlar ediniyor. Bu arayış şehrin kimliğine paralel olarak, bireyin kimliğini belirliyor.
"Şehrin Kimliği" adlı karma sergide bakışını şehre, şehirli olmaya, sokağa ve alt kültüre çeviren sanatçılar bir araya geliyor. Sanatçıların geçmişten bugüne ürettikleri, kentsel mekânla bütünleşen desen, fotoğraf ve resimleri, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden geniş bir kadronun kürasyonu ile hazırlanan çağdaş sergide izleyiciyle buluşuyor.
The Arab 'Alawis (Nusayris) of Cilicia, Hatay and Syria from WWI to the Turkish War of Liberation
The history of Syria’s ‘Alawi (Nusayri community) has become a key topic of Ottomanist research in recent years, due in no small part to the increasing sectarianization of the country’s civil conflict.
Much of this research has drawn on the central Ottoman archives in Istanbul to concentrate on the community’s changing relationship with the Ottoman state in the nineteenth century, and in particular on its inclusion in the tashih-i akaid (“rectification of belief”) initiative under sultan Abdülhamid in the 1890’s.
This paper, part of a larger project on the secular history of this ‘Alawis from the tenth to the twentieth century, will begin by considering late Ottoman policy towards the ‘Alawis as one of social integration rather than religious discrimination, and concentrate especially on the community’s situation during and immediately after World War One.
Drawing on Arabic chronicles, local accounts from Cilicia, French diplomatic reports as well as papers from the ATASE (military) archives in Ankara, it will show that the ‘Alawis were willing to forego their ties with the Arab nationalist movement and instead seek the support and leadership of the Kemalist movement during the Turkish War of Liberation (Kurtuluş Savaşı) in an attempt to maintain a maximum of autonomy in both northwestern Syria and southern Turkey after the dislocation of the Ottoman Empire.
Much of this research has drawn on the central Ottoman archives in Istanbul to concentrate on the community’s changing relationship with the Ottoman state in the nineteenth century, and in particular on its inclusion in the tashih-i akaid (“rectification of belief”) initiative under sultan Abdülhamid in the 1890’s.
This paper, part of a larger project on the secular history of this ‘Alawis from the tenth to the twentieth century, will begin by considering late Ottoman policy towards the ‘Alawis as one of social integration rather than religious discrimination, and concentrate especially on the community’s situation during and immediately after World War One.
Drawing on Arabic chronicles, local accounts from Cilicia, French diplomatic reports as well as papers from the ATASE (military) archives in Ankara, it will show that the ‘Alawis were willing to forego their ties with the Arab nationalist movement and instead seek the support and leadership of the Kemalist movement during the Turkish War of Liberation (Kurtuluş Savaşı) in an attempt to maintain a maximum of autonomy in both northwestern Syria and southern Turkey after the dislocation of the Ottoman Empire.
Cephede Osmanlı Askeri: Birinci Dünya Savaşı'nda Irak Cephesinde Sosyal Boyut
Tarih Vakfı Ankara Tartışmaları, Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Etkinlikleri'nin 14.sünde Dr. Orhan Avcı'nın "Cephede Osmanlı Askeri: Birinci Dünya Savaşı'nda Irak Cephesinde Sosyal Boyut" adlı sunumuyla devam ediyor.
Ankara Tartışmaları’nın [Selanik Caddesi, 82/30, Tankut İş Merkezi, 5. Kat, Kızılay - Ankara] 5 haziran 2015 günkü konuğu, Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Orhan Avcı, konuşmasında Birinci Dünya Savaşı’nda Irak cephesindeki Osmanlı askerinin savaş tecrübesinin farklı yönlerini ele alıyor.
Avcı, Birinci Dünya Savaşı’nın tarihyazımını farklı yönleriyle inceliyor.
Son yıllarda savaşın diplomatik ve siyasî yönlerinin yanısıra cephelerle cephe gerisindeki asker ve insan hikâyeleri de daha fazla çalışılmaya başlandı. Çünkü muharebe alanlarında istatistiki rakamlardan ibaret olmaması gereken bir yaşanmışlık da söz konusu. Osmanlı'nın Irak cephesindeki durum da bunun istisnası değildi.
Ankara Tartışmaları’nın [Selanik Caddesi, 82/30, Tankut İş Merkezi, 5. Kat, Kızılay - Ankara] 5 haziran 2015 günkü konuğu, Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Orhan Avcı, konuşmasında Birinci Dünya Savaşı’nda Irak cephesindeki Osmanlı askerinin savaş tecrübesinin farklı yönlerini ele alıyor.
Avcı, Birinci Dünya Savaşı’nın tarihyazımını farklı yönleriyle inceliyor.
Son yıllarda savaşın diplomatik ve siyasî yönlerinin yanısıra cephelerle cephe gerisindeki asker ve insan hikâyeleri de daha fazla çalışılmaya başlandı. Çünkü muharebe alanlarında istatistiki rakamlardan ibaret olmaması gereken bir yaşanmışlık da söz konusu. Osmanlı'nın Irak cephesindeki durum da bunun istisnası değildi.
Moskova'da Modern Türk Kıyafetleri Defilesi
Fotoğraflar ve ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Moskova Büyükelçiliği - Посольство Турции Москва-Turkish Embassy Moscow |
Defile, Türkiye Cumhuriyeti Moskova Büyükelçisi Ümit Yardım'ın eşi Nurtop Yardım’ın evsahipliğinde Moskova Büyükelçiliği İkametgahı’nda düzenlendi.
Defilede, Türkiye hakkında kısa bir video gösterimi de sunuldu; Çaykovskiy Devlet Konservatuvarı’ndan Çetin Ceviz ve Cemil Yener Gökbudak kısa bir konser verdi. Gülsen - Doğan Soysal çiftinin dekoratif cam ve resim sergileri açıldı.
3 Haziran 2015 Çarşamba
Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915-2015
Depo, 10 haziran - 16 temmuz 2015 tarihleri arasında, "Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915-2015" adlı sergiyi meraklısıyla buluşturuyor. Serginin küratörü Işın Önol. Serginin metin editörlüğünü, eski Türkçeden çeviri ve arşiv seçkisini Salih Bora ve Esin Pervane üstleniyor. Sergide yer alan kronolojinin görsel tasarımı Onur Kanyılmaz'a ait.
Doğumunun 100. yılında Aziz Nesin’i edebiyatı, mizahı, hayat görüşü, politik duruşu ve geleceğe bıraktıkları açısından daha yakından tanımak ve değerlendirmek amacıyla düzenlenen sergi, Aziz Nesin’in yazılı ve görsel arşivine geniş yer ayırıyor.
Nesin Vakfı tarafından organize edilen serginin birincil amacı, günümüz Türkiye’sinde Aziz Nesin’i kendisine yüklenen değil; oluşturduğu ve yaşattığı değerlerle tanımak ve tanıtmak.
“Ömrüne Sığmayan Adam” sergisi, Aziz Nesin’i anlatmanın yanı sıra; onun tanıklık ettiği tarihi sözlü, görsel ve yazılı belgelerle izleyiciye aktarmayı ve çeşitli tartışma platformları açmayı hedefliyor.
Sergi, 6-7 Eylül olayları, Sivas katliamı gibi Türkiye’nin yakın tarihinde iz bırakan olaylara, Türkiye’de sanat, edebiyat ve politika alanına Aziz Nesin’in gözünden bakma, Aziz Nesin’i bilindik klişelerin ötesinde tanıma olanağı sunuyor.
Doğumunun 100. yılında Aziz Nesin’i edebiyatı, mizahı, hayat görüşü, politik duruşu ve geleceğe bıraktıkları açısından daha yakından tanımak ve değerlendirmek amacıyla düzenlenen sergi, Aziz Nesin’in yazılı ve görsel arşivine geniş yer ayırıyor.
Nesin Vakfı tarafından organize edilen serginin birincil amacı, günümüz Türkiye’sinde Aziz Nesin’i kendisine yüklenen değil; oluşturduğu ve yaşattığı değerlerle tanımak ve tanıtmak.
“Ömrüne Sığmayan Adam” sergisi, Aziz Nesin’i anlatmanın yanı sıra; onun tanıklık ettiği tarihi sözlü, görsel ve yazılı belgelerle izleyiciye aktarmayı ve çeşitli tartışma platformları açmayı hedefliyor.
Sergi, 6-7 Eylül olayları, Sivas katliamı gibi Türkiye’nin yakın tarihinde iz bırakan olaylara, Türkiye’de sanat, edebiyat ve politika alanına Aziz Nesin’in gözünden bakma, Aziz Nesin’i bilindik klişelerin ötesinde tanıma olanağı sunuyor.
Belgesel ve Kent Mücadelesi - Karşı Propaganda
It's Open Academy ve Documentarist işbirliğiyle düzenlenen Belgesel Forumları'nın "Belgesel ve Kent Mücadelesi" konulu oturumunun 4 haziran 2015 günlü konuğu (saat 18, It's Open, İTÜ Taşkışla Kampüsü - İstanbul) İmre Azem.
Belgesel sinema ve video üretiminin bir direniş biçimi olarak araçsallaşması: Gerçeklik kavramı, etik kaygılar ve kırmızı çizgiler... “Ekümenopolis” ve “Agorafobi”nin ardından aynı tema üzerine çektiği yeni filminin hazırlıklarını sürdüren İmre Azem, kent mücadelesi bağlamında belgesellerin işlevini anlatırken konusuna yaklaşırken hissettiği bu kaygılar ve kırmızı çizgilerden de bahsediyor.
Belgesel sinema ve video üretiminin bir direniş biçimi olarak araçsallaşması: Gerçeklik kavramı, etik kaygılar ve kırmızı çizgiler... “Ekümenopolis” ve “Agorafobi”nin ardından aynı tema üzerine çektiği yeni filminin hazırlıklarını sürdüren İmre Azem, kent mücadelesi bağlamında belgesellerin işlevini anlatırken konusuna yaklaşırken hissettiği bu kaygılar ve kırmızı çizgilerden de bahsediyor.
Ezidi Çocuklar İçin Eğitim Desteği
2014 sonlarına doğru, İŞİD’in saldırıları sonucu, Şengal’den kaçan ve Türkiye’ye sığınan binlerce Êzîdî için yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, GABB ve halkın destekleriyle birçok ilde kamplar kuruldu. Türkiye’ye giriş yapan ortalama 30.000 civarında Êzîdî; Diyarbakır (Fidanlık, Bismil, Çınar), Batman, Siirt, Şırnak (Cizre, İdil, Silopi), Mardin (Midyat, Nusaybin) ve Urfa (Viranşehir)’de kurulan kamplara yerleştirildi. Temel ihtiyaçların giderilmesine yönelik başlatılan ilk çalışmalar, uluslararası desteklerle de ivme kazandı.
Anadolu Kültür’ün Aram Yayınevi işbirliği ile yürüttüğü, Chrest Vakfı ve Açık Toplum Vakfı'nın desteklediği "Ezidi Çocuklar İçin Eğitim Desteği" projesi nisan - ağustos 2015 tarihleri arasında Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Urfa'da uygulanıyor.
Êzîdîlerin temel ihtiyaçları sağlanmaya çalışılırken eğitim ve sosyal aktiviteler çok kısıtlı imkanlarla yürütülüyor. Başta eğitim materyallerinin eksikliği bu çalışmaların önündeki en büyük engel. "Ezidi Çocuklar İçin Eğitim Desteği" projesiyle kamplarda yaşayan çocukların eğitimleri için gereken materyal eksikliklerinin giderilmesi hedefleniyor. Bununla beraber, eğitmen ihtiyacı da giderildikten sonra, eğitmenler arasında fikir alışverişi yapabilecekleri bir platform oluşturalarak deneyim paylaşımı sağlamak için atölyeler düzenlenmesi planlanıyor.
Anadolu Kültür’ün Aram Yayınevi işbirliği ile yürüttüğü, Chrest Vakfı ve Açık Toplum Vakfı'nın desteklediği "Ezidi Çocuklar İçin Eğitim Desteği" projesi nisan - ağustos 2015 tarihleri arasında Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Urfa'da uygulanıyor.
Êzîdîlerin temel ihtiyaçları sağlanmaya çalışılırken eğitim ve sosyal aktiviteler çok kısıtlı imkanlarla yürütülüyor. Başta eğitim materyallerinin eksikliği bu çalışmaların önündeki en büyük engel. "Ezidi Çocuklar İçin Eğitim Desteği" projesiyle kamplarda yaşayan çocukların eğitimleri için gereken materyal eksikliklerinin giderilmesi hedefleniyor. Bununla beraber, eğitmen ihtiyacı da giderildikten sonra, eğitmenler arasında fikir alışverişi yapabilecekleri bir platform oluşturalarak deneyim paylaşımı sağlamak için atölyeler düzenlenmesi planlanıyor.
2 Haziran 2015 Salı
Rodos Müslümanları
Rodos Trablusgarp savaşı sonucu İtalya’nın eline geçene kadar 390 yıl Osmanlı toprağı olarak kaldı.
İtalyan döneminde, Adanın ikinci büyük nüfus grubunu oluşturan İslam cemaati azımsanmayacak sayıda esnaf kitlesine sahipti, yani Müslümanlar Rodos ekonomisinde önemli bir yer teşkil ediyordu.
İslam cemaati adanın yeni hakiminin koyduğu kurallara uyuyor ve getirdiği yenilikleri benimsiyordu.
1923’de Mario Lago gibi ılımlı bir kişinin On iki Adalar valiliğine tayin edilmesi Rodos Müslümanlarının, İtalyan hakimiyeti altında, dini ve kültürel olarak en özgür dönemlerinin başlamasını sağladı. 1926’ya gelindiğinde Lozan anlaşması gereğince Yunanistan Müslümanları mübadeleye tabi tutulurken Rodos Müslümanları zor bir tercihle karşı karşıya kaldı. Müslümanlar İtalyan toprağında yaşadıkları için zorunlu mübadeleye tabi değillerdi ama onlara seçim yapma hakkı tanınıyordu. İsterlerse Türk vatandaşlığını seçip Türkiye’ye gidebilirler veya İtalyan vatandaşlığını seçip Rodos’ta kalabilirlerdi.
İtalyan döneminde, Adanın ikinci büyük nüfus grubunu oluşturan İslam cemaati azımsanmayacak sayıda esnaf kitlesine sahipti, yani Müslümanlar Rodos ekonomisinde önemli bir yer teşkil ediyordu.
İslam cemaati adanın yeni hakiminin koyduğu kurallara uyuyor ve getirdiği yenilikleri benimsiyordu.
1923’de Mario Lago gibi ılımlı bir kişinin On iki Adalar valiliğine tayin edilmesi Rodos Müslümanlarının, İtalyan hakimiyeti altında, dini ve kültürel olarak en özgür dönemlerinin başlamasını sağladı. 1926’ya gelindiğinde Lozan anlaşması gereğince Yunanistan Müslümanları mübadeleye tabi tutulurken Rodos Müslümanları zor bir tercihle karşı karşıya kaldı. Müslümanlar İtalyan toprağında yaşadıkları için zorunlu mübadeleye tabi değillerdi ama onlara seçim yapma hakkı tanınıyordu. İsterlerse Türk vatandaşlığını seçip Türkiye’ye gidebilirler veya İtalyan vatandaşlığını seçip Rodos’ta kalabilirlerdi.
EHESS ya da Türkiye'deki İnsani Bilimlere Başka Bir Bakış
[KanalKultur] - EHESS'in 40. yılı kutlamaları çerçevesinde "EHESS ya da Türkiye'deki İnsani Bilimlere Başka Bir Bakış" çalıştayı, 18 haziran 2015 günü IFEA'da düzenleniyor.
Çalıştayın açılış konuşmalarını Muriel Domenach (Consule générale de France à Istanbul), Jean-François Pérouse (Directeur de l'IFEA) ve Valérie Le Galcher-Baron (Attachée de Coopération Universitaire, Istanbul) yapıyor.
Çalıştaya Hamit Bozarslan (histoire et sciences politiques, EHESS) ve Marc Aymes (histoire, CETOBAC, EHESS) da kayılıyor.
Çalıştayda 1990'lı yılları Işık Tamdoğan (histoire, IFEA), Ferhat Kentel (sociologie, Université de Şehir); 2000'li yılları Buket Türkmen (sociologie, Université de Galatasaray), Yavuz Aykan (histoire, Université de Koç) ve 2010Ülu yılları Deniz Günce Demirhisar (sociologie, Doctorante-EHESS), Ali Tirali (histoire Doctorant- EHESS) ele alıyor.
Çalıştayın açılış konuşmalarını Muriel Domenach (Consule générale de France à Istanbul), Jean-François Pérouse (Directeur de l'IFEA) ve Valérie Le Galcher-Baron (Attachée de Coopération Universitaire, Istanbul) yapıyor.
Çalıştaya Hamit Bozarslan (histoire et sciences politiques, EHESS) ve Marc Aymes (histoire, CETOBAC, EHESS) da kayılıyor.
Çalıştayda 1990'lı yılları Işık Tamdoğan (histoire, IFEA), Ferhat Kentel (sociologie, Université de Şehir); 2000'li yılları Buket Türkmen (sociologie, Université de Galatasaray), Yavuz Aykan (histoire, Université de Koç) ve 2010Ülu yılları Deniz Günce Demirhisar (sociologie, Doctorante-EHESS), Ali Tirali (histoire Doctorant- EHESS) ele alıyor.
Pera Müzesi’nde Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa Tiyatrosu Konuşuldu
Viyana’daki Don Juan Arşivi’nin Pera Müzesi, Avusturya Kültür Ofisi ve UNESCO – Viyana Uluslararası Tiyatro Enstitüsü işbirliği ile düzenlediği “Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa Tiyatrosu Uluslararası Sempozyumu”nun sekizincisi 28 -29 mayıs 2015 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde (İstanbul) düzenlendi.
İki gün süren sempozyumda aralarında, “Erken Modern Çağ’da Osmanlı elçilerinin eğitimi”, “17. ve 18. yüzyılda Osmanlı müziği ve eğitimi”, “Avrupa edebiyatı ve müziğinde Avusturyalı General Ernest Von Laudon’ın yeri”, “Belgrad Kuşatması ve tiyatro ilişkisi”, “18. yüzyılda Fransızların tiyatro kostümleri alanında bir manifesto olarak Osmanlıya olan ilgisi” gibi konular tartışıldı..
İki gün süren sempozyumda aralarında, “Erken Modern Çağ’da Osmanlı elçilerinin eğitimi”, “17. ve 18. yüzyılda Osmanlı müziği ve eğitimi”, “Avrupa edebiyatı ve müziğinde Avusturyalı General Ernest Von Laudon’ın yeri”, “Belgrad Kuşatması ve tiyatro ilişkisi”, “18. yüzyılda Fransızların tiyatro kostümleri alanında bir manifesto olarak Osmanlıya olan ilgisi” gibi konular tartışıldı..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)