 |
Lebibe Sonuc - "Femina"
Resim, Heykel ve Gravür Sergisi'nden
/ 19 nisan - 12 mayıs 2012;
Derinlikler Sanat Merkezi |
[KanalKultur] - Lebibe Sonuc, Derinlikler Sanat Merkezi'nde 'Femina' adlı ve Türkiye'deki ikinci kişisel sergisinde, daha önce hiç görülmemiş gravür ve yağlı boya eserlerini izleyicilerin beğenisine sunmaktadır. 1995 yılında Osaka Trienali'ne seçilmiş ilk Türk kadın sanatçı olan Lebibe Sonuc, yetmiş iki heykeltraş ile aynı uluslararası platformda bulunmuş ve 'Kayık' adlı 80 cm'lik pişmiş toprak eserini ilk defa bu Trienal'de sergilemiştir. Aynı sene içerisinde Osaka Trienali'nin resim kategorisinde, bir diğer eseri de sergilenmeye değer bulunmuştur. Sanatçının bir başka eseri ise, 2000 yılında 'The Sunday Times' gazetesinde (İngiltere) sergilenmeye değer eserler arasında tanıtılmıştır.
İkinci kişisel sergisinde de sanatçı, 'grotesk', 'kadınlık', 'dişilik', 'kültürel' ve 'cinsel' kimlik gibi kavramları fiziksel mutasyona uğramış ve toplumsal enkazın bir parçası haline gelmiş kadın figürleri üzerinden sorgulamaktadır.
Ünlü pişmiş toprak eseri 'Kayık' ile sanatçı, içinde yaşlı ve 'iskeletleşmiş' kadınlar taşıyan bu kayığa, yolcularının kurumuş ciltlerini anımsatan bir ahşap dokusu vermiş. Kayıktaki yolcuların bazıları güneş ve sıcağın altında uyumuşken, iki tanesi bir mangalda balık pişiriyorlar. Tam bir 'hayatta kalma' çabasını simgeleyen bu eser, küçük boyutlu vücutların üzerindeki orantısızca büyük kafalar, zaman içinde askıya alınmış yüz ifadeleri ve mono degrade beyaz renk ile hem modern hem de eskiyi çağrıştıran bir görsel lisan sergiliyor. Venedik ve Osmanlı tasarımlarını anımsatan kayığın içinde karmaşık Levanten ve Osmanlı tarihinin yükünü taşıyan bu kadınlar, göçebeliğin ve kaybolmuşluğun sembolleri haline geliyorlar.
Kayık ve benzeri küçük heykeller ile birlikte sergilenen gravür ve tablolardaki kadın figürleri, kıyafetleri, duruşları ve banalleştirilmiş cinsellikleri ile daha çok 'fahişe' veya 'hayat kadınları' ile özdeşleştirilebilirler. Fakat, burada 'fahişe' ve 'fahişelik' basit bir cinsel imgeden çok, hayatın 'fahişeleştirdiği' kadınların resimleri üzerinden, derinde yatan kişisel ve toplumsal kavramları sorgulamaya yönelik yaratılmış bir kimliktir. Özellikle 'gravür' tekniğinin sağladığı küçük görsel alanda detaylı ve yoğun çizimlerle gerçekleştirilmiş olan iskeletleşmiş, yarı çıplak kadın sahneleri, izleyiciye sanki kadınların hayatlarından bir kesite tanık olma fırsatı veriyor. Hikayeyi anlayabilmek, kadınların yüz ifadelerini ve 'yaşayan' vücut dillerini okumak için, uzaktan seyirci kalmak yerine, yakından izlemek gerekiyor. Yakından bakıldığında üst üste ve alt alta şıkışık bir görsel alana yerleştirilmiş, ifadeleri groteskleştirilmiş ve maskulinleştirilmiş bu kadınlar bir yandan fantastik bir yeraltı dünyasının üyeleri, öte yandan da hala hayatta olan, bastırılsalar da yüzeye çıkan cesetleşmiş kadın ruhlarını simgeliyorlar. Sanatçı bu şekilde 'gerçek' veya 'toplumun kabullendiği' kadın kimliği ve 'hayali' veya 'yaşayan' kadın kimliği arasındaki çelişkiyi bu şekilde görsel dilinin ana teması haline getirmiş.