Bu Blogda Ara

1 Kasım 2013 Cuma

Öğrenmek Güç Verir! / Lernen macht stark! - Okuma ve Eğitim / Lesen und Bildung - 4



Öğrenmek Güç Verir! / Lernen macht stark! - Okuma ve Eğitim / Lesen und Bildung

Ayrıntılı bilgi için bkz. → lernenmachtstark.de

Zeynep Bingöl Çiftçi - Bellekten İzler: Bir Şehir Hikayesi

Zeynep Bingöl Çiftçi
- Bellekten İzler: Bir Şehir Hikayesi sergisinden
/ 23 ekim - 20 kasım 2008; Daire Sanat
[KanalKultur] - Zeynep Bingöl Çiftçi'nin yağlıboya resim, kolaj ve fotoğraf düzenlemelerinden oluşan "Bellekten İzler: Bir Şehir Hikayesi" serisinde her gün yanından geçip gittiğimiz ve zihnimizde yer bıraktığını düşünmediğimiz izleri derleyerek şehir yaşamına farklı bir bakış sunuyor.

"Bellekten İzler"de İstanbul'un vazgeçilemeyen karmaşası ve çarpıcı siluetlerini yepyeni bir formla buluşturuyor. Soyut resim çalışmaları ve çektiği İstanbul fotoğraflarının iç içe geçtiği foto kolajlarının yanı sıra, karışık teknik kullanarak gerçekleştirdiği şehir betimlemeleri ile İstanbul'un şehirli insana sunduğu çelişkileri gözler önüne seriyor.

Zeynep Bingöl Çiftçi 

1976 yılında İstanbul'da doğdu. Kandilli Kız Lisesi'ne devam ettikten sonra Zincirlikuyu İnşaat Anadolu Teknik Lisesi Yapı Ressamlığı Bölümü'nden mezun oldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü Lisans programını (Prof. Kemal İskender Atölyesi ve Prof. Şükrü Aysan Serigrafi Atölyesi) tamamladıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Programını (Prof. Kemal İskender Atölyesi) bitirdi. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü Serigrafi Atölyesi'nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmalarını sürdürüyor. [KanalKultur]

Firuz Kutal çizdi: Almanya'ya ilk işçi kafilesi bugün gitti...

© Firuz Kutal çizdi:
'Almanya'ya ilk işçi kafilesi bugün gitti...'

Roz Kohen: Kasvetli Yıllar

© Roz Kohen - Babaannem Varnalı Devora Benshoam,
dedem Silivrili Yuda Leon Kohen ile 1940'lı yıllarda,
muhtemelen 1941'de fotoğraf çektirirler.
Ve o fotoğrafı
1941 yılında Yalvaç'a oğullarına gönderirler...
 
© Roz Kohen - Babaannem Varnalı
Devora Benshoam, dedem Silivrili
Yuda Leon Kohen ile 1940'lı
yıllarda, muhtemelen 1941'de.
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı

[KanalKultur] - Ben ve ablam doğmadan önce II. Cihan Harbi'nin getirdiği kasvetli günleri bol bol dile getirirlerdi. Gene aynı devirde annemi en çok meşgul eden konular ebevyenlerinin kaybı... Babam için ise gurur konusu olan Yalvaç'ta geçen kısa bir askerlik dönemi...

Fotoğraflara bakılırsa, daha önceki yıllarda çekilen mesire gezmeleri azalmış gibi.

Varlık Vergisi konusuna gelince, hiçbir şekilde etkilenmedikleri anlaşılıyor. Uzak bir-iki tanıdığın, vergiyi ödemektense Aşkale'ye gitmeyi seçtiklerini söylerlerdi... Bizimkiler varlıksız; o yüzden vergilendirilmemişler. Ailenin büyükleri de ticaretle ugraşmadıklarından, bu konuda bildikleri sınırlı...

Belli ki, çevrelerindeki herkes sıkıntılı; fotoğraflarda yüzlerinden okunuyor sanki... Kuşkusuz, Avrupa'dan gelen Yahudilere yönelik "extermination" kamplarıyla ilgili haberler, onları daha çok ürkütüyor, o sıralarda. Avrupa'daki "Ölüm Kampları" ile ilgili haberler, İstanbul'a bir şekilde geliyordu...

Fotoğraflarda görüldüğü gibi baba Yehuda ve anne Devora oğullarını görmeye Yalvaç'a yollanıyorlar, bütün bunlar olup biterken. Oradayken oğulları Nesim'e bir kartpostal da gönderiyorlar. Yıllar sonra "Varlık Vergisi" konusu açıldığında, bildikleri; o birkaç kişinin bir süre Aşkale'de kaldıktan sonra döndükleriydi. Madam Sara'nın Aşkale'deki eşine paket postasıyla iştah açıcı nane şekeri gönderdiğini de eklerlerdi...

© Roz Kohen - 1941 yılında
Yalvaç'ta asker olan babam
İsak Kohen (solda önde),
ziyarete gelen babası
Yuda Leon Kohen'le (sağda önde)
bir askerlik hatırası fotoğrafı
çeker...
Karpostalın önü, yanyana oturan babaannem Devora ve dedem Yehuda. Diğer askerlik hatırası fotoğrafla (4 kişi babam babasıyla önde) ayni günlerde çekilmiş olduğu anlaşılıyor. Oğullarını görmek üzere Yalvaç'a gitmiş olmaları, çok önemli bir olay olmalı. Doğduğum 1949 yılından sonra babaannem ve dedem hiç evden bile çıkmazlardı. Dedem, belki mahalledeki kahvehaneye giderdi, o kadar. [KanalKultur]

Eskiçağ'da Trakya ve Traklar

Toplumsal Tarih [Tarih Vakfı Yayınları]
173 (2008), 96 S., ISSN 1300-7025
"Türkiye Trakya'sı, eskiçağ tarihi araştırmalarında diğerlerine göre daha az dikkati çekmiş bir bölgedir. Bu dosyanın amacı, hem bu bölgeye ilgi duyan okuyucularımıza Trakya eskiçağ tarihi hakkında ayrıntılı bilgi vermek, hem de Trakya hakkında çalışma yapan eskiçağ araştırmacılarının bölgeyi farklı bakış açılarından inceleme olanaklarına dikkat çekmektir."

[KanalKultur] - Toplumsal Tarih, 2008 yılında yayınlanan 173. sayısında, "Eskiçağ'da Trakya ve Traklar" dosyası ile okurlarıyla buluşuyor. Editörlüğünü Mustafa Sayar'ın yürüttüğü dosyada, "Ainos'ta Sikke Basımı ve Kazılarda Ele Geçen Sikkeler: Ainos Sikkeleri", "Marmara Ereğlisi'nde Bir İmparatorluk Yapısı: Hereaklia Bazilikası", "Trakya'nın Anıt Mezarları; Tümülüsler", "Thrakia Kentleri Sikkelerinde Agonlar" ve "Antikçağda Kuzey Ege'de Ticaret: Thasos Şarapları" başlıklı yazılar yer alıyor.

1952 yılında Hizmet Gazetesi'nin varlık vergisi ile ilgili yayını: Rıfat N. Bali'nin bu çalışması, çokpartili demokrasi dönemine girilmesinden itibaren tartışılmaya başlanan "Varlık Vergisi" uygulamasına ışık tutuyor: "DP'nin iktidara gelmesinden sonra da devam eden tartışmalar, kanunun kabul edildiği tarihte İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte'nin hatıralarını yayınlaması vesilesiyle hızlanacaktı. Demokrat Parti yandaşı Hizmet Gazetesi, işte böyle bir ortamda, kanunun gayrimüslim vergi mükelleflerine keyfi ve ayrımcı bir şekilde uygulanması konusunda yayın yapacak, mağduriyete uğrayan mükelleflerle yapılan uzun mülakatlar yayınlanacaktı."

Cami, ordu, siyaset: 27 Mayıs İhtilali'ne dair bir hutbe: "Yıllar sonra Arap edebiyatı profesörü Ahmet Turan Arslan beyefendi, o her zamanki mütebessim haliyle ve 'sana göre bir vesika' demeyi de ihmal etmeden bana, ortadan katlanmış bir evrak uzattı (2 Kasım 2004). Hemen açtım ve kısmetime ne çıktı diye baktım. Başlığı ne çıksa beğenirsiniz: '27 Mayıs İnkılabının önemi hakkında hutbe'. Gel de böyle bir başlık taşıyan hutbeye 'Lâ havle...' çekme!!!"

Ramazan Çakıroğlu: Irakımı içiyom, müzifimi dinniyom, sen sürün? - Değirmen Pakize

Ramazan Çakıroğlu
[© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur] - Kömür ocaklarında çalışan üç maden başçavuşu olarak, her ay, belli bir yer tespit etmeden, düşerdik yollara. Amacımız, ayın yorgunluğunu biraz da olsa geride bırakmaktı. Kara yerin üç yüz- dört yüz metre altında çalışmak ve o kadar işçinin ve işin sorumluluğunu almak kolay değildi. Her ay iflahımız sökülüyordu. Ölümle burun buruna gelmediğimiz gün yoktu. Ağır bir sorumluluk vardı başımızda. Müessese üretim artsın isterken, ocaklar ise ölüm isterdi. Bu ikilemde aklımızın başımızdan uçtuğu çok olurdu. Dışarıya çıkıp, bir sigara, bir çay içtiğimizde, yer altında kendi yaşadıklarımızı kendi aklımız almazdı…

Bazen ocağı metan gazı, bazen sel basar; bazen de göçük olurdu. Nerdeyse her gün bir yaralımız vardı. Arada bir ölü verirdik. Ya da toplu ölümlerle sonuçlanan kazalar olurdu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, yukarıdan gelen "üretim artsın baskısı" bizi zıvanadan çıkarırdı. Evde de eşin, çocuğun istekleri başımızdan aşardı.. Hiç mi yaşamaya hakkımız yoktu? Yarın bir gün, ya grizuyla birlikte kömür olup gidecektik ya da ölümüz yerin altından bile çıkarılamayacaktı. Bari ölmemişken, biraz yaşamak lazımdı…

Onun için, her ay gideceğimiz yeri, yolda kararlaştırırdık. Yıllardır bizim gurupta bu gelenek haline gelmişti. Bu sefer de öyle oldu. Candan, Ahmet ve ben, cuma akşamından yine yola çıktık. Bu sefer araba Ahmet'indi. Direksiyonda da o vardı. Harala-gürele bir saate yakın süren yolculuktan sonra Ahmet, acemi bir Karadeniz diliyle; "Ula uşaklar, bu taraflara hep celeyruz. Şehur yerlerinde kafamız şişiy. Buralarda Hoşdere diye bi yer var imuş. Denuzu, manzarasu, baliğu harika imuş. Ve de orada salaş bir lokanta da bulunur imuş. Oraya cidelum mu?" dedi.

Ben de onun şivesine uyum olsun diye "Ula nerededur bu Hoşdere, Boşdere?" dedim. Bunun üzerine Ahmet; "Siz karişmayun. Ben orayı cörmedum ama, yolun girişini bileyrum" dedi. Biraz sonra, direksiyonu hızla deniz yönüne doğru kırdı…

Sarı Yeşil - Suriyeli sığınmacı çocuklar tarafından gerçekleştirilen kısa belgesel



Sarı Yeşil

Sarı Yeşil - "Hangi İnsan Hakları?" Film Festivali Çocuk Atölyeleri ekibinin Reyhanlı'da düzenlediği film atölyesi kapsamında Suriyeli sığınmacı çocuklar tarafından gerçekleştirilen kısa belgesel.

Gezi Aynasında Marksizm, tartışılıyor

[KanalKultur] - Türkiye'yi sarsan Gezi Parkı Olayları bu kez de Marksizm bakımından tartışılıyor.

Gezi'yi yaşayanları ve Marksizm üzerine sözü olanları bir araya getiren Teori ve Politika Dergisi, 2 kasım 2013 tarihinde "Gezi Aynasında Marksizm" başlığıyla bir sempozyum düzenliyor.

"Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu", açılış konuşmasından sonra iki oturumla sürüyor ve kapanış konuşmasıyla sona eriyor.

Sempozyumda Ayşen Uysal, Hülya Osmanağaoğlu, Nazan Üstündağ, Cihan Tuğal, Demir Küçükaydın, Ergin Yıldızoğlu, Ertuğrul Kürkçü, Ferda Koç, Foti Benlisoy ve Metin Kayaoğlu konuşmacı olarak yer alıyor.

Sempozyum, youtube'den canlı yayınlanıyor ve ardından, çeşitli nedenlerle katılamayan yazarların da katkısıyla konuşmalar kitaplaştırılıyor. [KanalKultur]

Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu / 2 kasım 2013, İstanbul; Taksim Hill Otel

Zeynep Ugan Uzuner: Grotesk ve Dişilik

Lebibe Sonuc - "Femina"
Resim, Heykel ve Gravür Sergisi'nden
/ 19 nisan - 12 mayıs 2012;
Derinlikler Sanat Merkezi
[KanalKultur] - Lebibe Sonuc, Derinlikler Sanat Merkezi'nde 'Femina' adlı ve Türkiye'deki ikinci kişisel sergisinde, daha önce hiç görülmemiş gravür ve yağlı boya eserlerini izleyicilerin beğenisine sunmaktadır. 1995 yılında Osaka Trienali'ne seçilmiş ilk Türk kadın sanatçı olan Lebibe Sonuc, yetmiş iki heykeltraş ile aynı uluslararası platformda bulunmuş ve 'Kayık' adlı 80 cm'lik pişmiş toprak eserini ilk defa bu Trienal'de sergilemiştir. Aynı sene içerisinde Osaka Trienali'nin resim kategorisinde, bir diğer eseri de sergilenmeye değer bulunmuştur. Sanatçının bir başka eseri ise, 2000 yılında 'The Sunday Times' gazetesinde (İngiltere) sergilenmeye değer eserler arasında tanıtılmıştır.

İkinci kişisel sergisinde de sanatçı, 'grotesk', 'kadınlık', 'dişilik', 'kültürel' ve 'cinsel' kimlik gibi kavramları fiziksel mutasyona uğramış ve toplumsal enkazın bir parçası haline gelmiş kadın figürleri üzerinden sorgulamaktadır.

Ünlü pişmiş toprak eseri 'Kayık' ile sanatçı, içinde yaşlı ve 'iskeletleşmiş' kadınlar taşıyan bu kayığa, yolcularının kurumuş ciltlerini anımsatan bir ahşap dokusu vermiş. Kayıktaki yolcuların bazıları güneş ve sıcağın altında uyumuşken, iki tanesi bir mangalda balık pişiriyorlar. Tam bir 'hayatta kalma' çabasını simgeleyen bu eser, küçük boyutlu vücutların üzerindeki orantısızca büyük kafalar, zaman içinde askıya alınmış yüz ifadeleri ve mono degrade beyaz renk ile hem modern hem de eskiyi çağrıştıran bir görsel lisan sergiliyor. Venedik ve Osmanlı tasarımlarını anımsatan kayığın içinde karmaşık Levanten ve Osmanlı tarihinin yükünü taşıyan bu kadınlar, göçebeliğin ve kaybolmuşluğun sembolleri haline geliyorlar.

Kayık ve benzeri küçük heykeller ile birlikte sergilenen gravür ve tablolardaki kadın figürleri, kıyafetleri, duruşları ve banalleştirilmiş cinsellikleri ile daha çok 'fahişe' veya 'hayat kadınları' ile özdeşleştirilebilirler. Fakat, burada 'fahişe' ve 'fahişelik' basit bir cinsel imgeden çok, hayatın 'fahişeleştirdiği' kadınların resimleri üzerinden, derinde yatan kişisel ve toplumsal kavramları sorgulamaya yönelik yaratılmış bir kimliktir. Özellikle 'gravür' tekniğinin sağladığı küçük görsel alanda detaylı ve yoğun çizimlerle gerçekleştirilmiş olan iskeletleşmiş, yarı çıplak kadın sahneleri, izleyiciye sanki kadınların hayatlarından bir kesite tanık olma fırsatı veriyor. Hikayeyi anlayabilmek, kadınların yüz ifadelerini ve 'yaşayan' vücut dillerini okumak için, uzaktan seyirci kalmak yerine, yakından izlemek gerekiyor. Yakından bakıldığında üst üste ve alt alta şıkışık bir görsel alana yerleştirilmiş, ifadeleri groteskleştirilmiş ve maskulinleştirilmiş bu kadınlar bir yandan fantastik bir yeraltı dünyasının üyeleri, öte yandan da hala hayatta olan, bastırılsalar da yüzeye çıkan cesetleşmiş kadın ruhlarını simgeliyorlar. Sanatçı bu şekilde 'gerçek' veya 'toplumun kabullendiği' kadın kimliği ve 'hayali' veya 'yaşayan' kadın kimliği arasındaki çelişkiyi bu şekilde görsel dilinin ana teması haline getirmiş.

Süheyla Taşçıer: Tecavüzcü Savunmada

Süheyla Taşçıer
[© Süheyla Taşçıer - KanalKultur] - tecavüzcü savunmada

hakim bey
önce
omuzunu gördüm
sonra
adım attı
diz kapağını

burnu da tahrik ediciydi
ne olduysa o arada oldu

suç aleti
kırmızı puantiyeli askılı bluz
diz üstü beyaz etek [© Süheyla Taşçıer - KanalKultur]