Halk şâirlerince "Bade", divan şâirlerince de "Mey"; karihayi cilâlandırdığı ve çeşit çeşit heyecanların kaynağı olduğu gibi, "Saz" da "Âşık" için ilhamı kamçılayan baha biçilmez bir âlet olmuş idi.
Divan zümresinin zevkinde yer alan ney, santur, tanbur, kanun ve rübaba mukabil, halk kitlesi şiirinde ve hikâyelerinde de bütün an'aneleri ihyaya saik olan, ruhları ürpertip coşturan ancak " Saz" vardı.
Divan şâirinin kalemi ne ise halk şâirinin de "Tezyane" denilen mızrabı o idi.
Halk şâiri (âşık); "Medet senden sarı telli kepçe" diyip de sazının tellerine asıldığı zaman artık mısralar, beyitler pırıl pırıl bütün bereketile dökülmeğe başlardı.
Divanlarda, sohbetlerde, karşılaşmalarda, ağırlamalarda, güzellemelerde âşığı dile getiren hep sazdı ve onu canı gibi muhafaza eylerdi. "Kel başından, âşık ta sazından korkar" tâbiri bunu ifade eder.
Divan âşığı, meydan âşığı, sohbet âşığı hep sazile övünür, sazı onun dili ve gönlü olur, onunla "vasfı hal" eder, "tutuk âşık" onunla söze gelir, âşık karşısındaki hasmını onun kuvvetile "Hapt" eder, "pes" dedirtir, "atışma"larda "tutmaca"larda hep o imdada yetişir, coşan âşığı o "aç arslan" ederdi'. "Mat" etmekte, "bağlamak"da, "Taşa kayaya çalmak"da da o en keskin bir silâh idi.
"Meydan edilme"lerde sazının hakkını verebilen ağır başlı kâmil âşık, sazına el götürmezden evvel, eğer karşısında genç bir âşık bulursa ona:
— Gel oğul gel, seni sazının telleri gibi haddeden geçireyim.
Demekten kendini alamazdı.
"Saz altında dolaşmak", "omuz aşırı saz" ile diyar diyar gezmek ve böylece sevgililer aramak, âşık şâir için bir emel, sazı "hasmı"nın "başına kırmak" onun için şerefli bir vazife idi.
Yalnız, karşılaşmalarda şayet yenilecek olursa "sazı hasmına vermek" âdeti de vardı ki işte bunun acısını yıllarca unutamaz, şâirin izzeti nefsinde açılan yara bir türlü sağalmazdı.
Eskiden, ustası yanında senelerce çalışarak nihayet "peştemal" kuşanmak esnafça, san'atkârlarca nasıl bir an'ane ve mesleğin başlangıcı ise, genç âşık için, bir usta ve gün görmüş, devran sürmüş âşık yanında senelerce çıraklık ettikten sonra "saza çıkmak" bir gaye ve bir emel idi.
Ustasının sazını taşır, çubuğuna ateş kor, koşmalarını ve muammalarını hıfzeder, ustası da onu zaman zaman "çarh çenberi"nden geçirir, divanlara, meydanlara, sohbetlere katar, alıştırır, yavaş yavaş dile getirir, saz öğretir ve nihayet olgunlaştığına kanaat ederse sazı eline verir ve "git artık nasibini ara" der ve arkasını okşar. Ve bundan sonra artık; Ceyhunî çıraklaması, Yesarî çıraklaması, Emrah çıraklaması gibi etiketler altında saz, şiir ve hikâye hayatına girmiş bulunurdu.
Divanlarda üstad âşıklar tarafından tekerlemeler, taşlamalar ortaya dökülür ve muammalar düzenlenerek duvarlara asılırken çırak âşıklar bu ahvalden gerek an'ane ve gerek âşıklık dersleri alır, muamma çözme müsabakalarına iştirak için para verenlerin verdikleri paraları duvarda asılı bulunan balmumu sürülmüş levhalara yapıştırırdı.
Bu muammalar, eğer halktan herhangi biri tarafından çözülürse parayı alır, üstad âşığa ve çırağına da bir mikdar verirdi. Eğer kimse çözemez ise âşık; muammanın mânasını izah eder ve bütün paraları alarak çırağına da hisse ayırırdı.
Bu muammalardan biri:
Namaz namaz o namaz onu kimse kılamaz.
Etten mescid su kıble onu kimse bulamaz.
Bu muamma Yunus peygamberin balığın karnında iken namaz kılmış olduğunu ihtiva etmektedir.
Halk şâirinin elinde divan şâirinde olduğu gibi kalem yoktu. Bu bakımdan onda en mühim rolü hafıza yapmakta idi. Gerek ustasının söylediği, gerek işittiği, yahut kendisinin düzüp tertiplediği şiirleri unutmaması lâzımdı. Bunu temin için de şehir halk şâirlerinden ziyade köy şâirlerinde ve ananelere bağlanmış bulunanlarda bir âdet vardı:
Usta âşık çırağını azad edeceği zaman hafızasının kuvvetlenmesi, bellediği şiirleri unutmaması için "ağzına tükürürdü". Ustası çırağının ağzına tükürdükten sonra onun artık herhangi bir şeyi unutması endişesi ortadan kalkardı.
Bundan sonra da artık sıra gurbete çıkmağa gelir.
Omuz aşırı sazı ile gurbette dolaşırken sevgililer aranır, bahçelerde, köşklerde, dere kenarlarında hayal meyal âşığın gözüne bir dilber çarpar. Vuslat ümidleri arkasında koşar durur. Mihnetler, ıztıraplar, maceralar, heyecanlar birbirini takip eder, hikâyeler kurulur, destanlar düzenlenir, garibin gurbetteki hayatı üzerinde efsaneler başlar. Fakat saz da beraberdir. Onun sihir ve tesiri âşık için daima büyük bir kuvvet olarak bulunur.
Bkz. Türk Folklor Araştırmaları, 1 (1949) 4: 49-50.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder