- I -
Cumhuriyetle birlikte hem geleneksel anlamda hem de modern anlamda bütün sanat alanlarında olduğu gibi, Türk şiiri de yüzünü yeni bir yörüngeye dönmekle birlikte, içerikte ve buna bağlı olarak biçimde önemli değişiklikleri yaşadı. Mahzuni Şerif'in de temsilcisi olduğu Anadolu halk şiiri geleneği, bu bağlamda biçimsel anlamda kırılmalara karşı daha dirençli bir özellik göstermesine karşın, içerik olarak önemli bir değişiklik yaşadı.
Biçimsel anlamda yenilik yaşayamamasının kuşkusuz, geleneğin sürdürücülerinin tavırlarında olduğu kadar, uzun tarihsel süreç içerisinde bu geleneğin ulaşmış olduğu gelenek içinde mükemmelliğin yıkılamaması ya da yıkılmak istenmemesinin de işlevi büyüktür. Kuşkusuz, bu biçimsel yapıyı parçalayamamayı zorlayan kolay hatırda kalıyor olması, müzik eşliğinde söylemeye elverişliliği gibi başka etkenler de vardır. Ancak, yabana atılmaması gereken bir noktada var ki, hece gibi Türk kültür ve edebiyat tarihinin önemli bir kolunu oluşturan, yazılı anlamda ama en önemlisi de sözlü anlamdaki edebiyat varlıklarımızın kuşaktan kuşağa aktarılmasında bu yapının işlevselliğidir. Başka bir gerçeklik daha var belirtmem gereken, Türk şiiri, özellikle Cumhuriyetle birlikte yeni yapı arayışları içerisinde; örneğin garip şiiriyle, 40 kuşağı toplumcu-gerçekci şiiriyle, 60 ya da 70 gibi daha çok siyasi argümanların tanımladığı şiir pratiğiyle hecenin yaratmış olduğu geniş oylumlu şiirsel gereksinimi karşılayacak bir toplam oluşturamadığı için de bu yapı bugün bile korunageldi. Ve işin bir başka ilginç yanı da, gelenek sözcüğü ya da vurgulamasının geçtiği her yerde çoğunlukla geleneği bu biçimsel kalıpların belirleyiciliğinde değerlendirme çabası gözlendi. Geleneği oluşturan başka unsurlar örneğin, usta-çırak ilişkisi, hikaye anlatma, sihirbazlık gibi ancak biribirine eklendiğinde anlamını bulan unsurları – ki bunları örneğin irticalen söyleme, atışma – hesaba katmadan geleneği anlamlandırma çabaları olmadığı için, halk şiiri geleneği eşittir heceyle söylemeye indirgenmektedir. Böyle olunca da heceyle yazılmış şiiri ya da heceyle yazan her şairi; bir de özellikle geleneksel temalar ağır basıyorsa, hemen halk şiiri halkasına eklemleme gibi yanlış bir yöntemi yeğler olmuşuzdur.
Bütün bunları vurgulamamın, Mahzuni Şerif'i anlamak anlamında iki önemli nedeni var: Birincisi Mahzuni Şerif, kendisini 'âşık' şiiri içerisinde görmek istemiyordu ve doğrusu da öyle bir geleneğe eklenmemesidir. Çünkü, genel anlamda halk şiiri farklı bir tanımlamayı içerir, âşık şiiri farklı. Bunu Mahzuni gibi 'halk' şiiri gibi âşık şiirinden ayrı düşündürmek anlamında ifadelendirmeye çalışanlar olduğunu da anımsatmakta ve böyle bir adlandırmanın kaynağında da aynı olmamak geldiğini belirtmek gerek.
Kırılmanın İlk Öncüsü
Geleneksel âşık şiirinin kırılması konusunda ilk öncü, kanımca, Âşık Veysel olmuştur. Onun şiirlerine taşıdığı temalar, aydın-halk etkileşimi konusunda başardığı öncülük geleneğin kırılma noktasını oluşturmuştur. Geleneğin anlamlandırılması konusunda sadece ozan portrelerine bakıp, bir tanımlamaya girişmemek gerekiyor. Geleneği anlamlandırırken, ozan portreleri yanısıra, Cumhuriyet tarihiyle birlikte oluşturulmuş olan edebiyat birikimini ve bu birikimin şekillendirdiği edebiyat anlayışını da dikkate almak gerekiyor. Ve elbette bütün bu şekillenişin arkasında belirleyici unsur olan, ekonomik / sosyal yaşamdaki değişimlerin yaratmış olduğu ayrıntıları görmek bunları dikkate almak gerekiyor. Mahzuni Şerif, Türkiye'nin sadece kültürel anlamda değil en az onun kadar altyapı kurumlarının değişikliğe uğradığı tarihsel bir dönemde yaşadı. Sanatını böyle bir toplumsal süreç içerisinde var etti. En önemlisi, bütün bir tarihsel dönem içerisinde kırsal kesime ve bu kesimin değerlerine dönük olan halk edebiyatı, bu süreç içerisinde önce kasabalılaştı bütünüyle Türkiye'ye özgü olarak bu kasabalılaşmayı dar bir sosyal pörtföyle nüfuz yoğunluğunun bol olduğu ama kentsel olanakların sınırlı olduğu ve bir anlamda 'tüketici' kitlenin oluştuğu şehirlere uzandı. Böyle bir uzantı, aslında söz konusu tarihsel arka plana sahip halk ozanlığı geleneği için bütünüyle farklı bir açılımdı ve Mahzuni Şerif, böyle bir açılım içerisinde beslendiği kültürel değerlerle örtüştürdüğü yeni sosyo / kültürel yapının elemanlarını yaratıcı bir yetenekle şiirsel ama ondan da önemlisi müzikal üretime dönüştürmesini bildi.
Hiç kuşkusuz Mahzuni Şerif yeni olduğu kadar gelenekseldi de. Bütünüyle modern bir şiir inşaa etti demek, doğru olmaz. Karacaoğlan'dan, Köroğlu'dan, Pir Sultan Abdal'dan olduğu kadar, Ahmed Arif'ten, Hasan Hüseyin'den de etkilendi. Onların söyleyişleri de yansıdı şiirlerine. Yer yer denediği biçimsel yenilikler konusunda, başarılı olamadıysa da, müzikal üretimdeki başarısı onun bu denemelerini tepkisiz bir biçimde paylaşıma sokmaya yaradı. Arayışçı bir ozandı. Bir çok ozanın sıkı sıkıya bağlı kaldığı geleneksel şiir biçimleri konusunda farklı denemelere girişmesi onun bu arayışçı yanının en çarpıcı belirleyenlerindendir. Bunu sadece şiirlerindeki söz yapısından çıkararak söylemiyorum; şiirlerindeki sözsel yapıdan da önde gelen bir müzikal yenilik vardır Mahzuni Şerif'te. Örneğin, kendi kuşağının tek saza bağlı ve daha çok da belli ezgiler etrafında örgülenen müzikal söyleyişleri Mahzuni Şerif'te kırılmış, en uç noktalara değin savrulacak kadar cesaretli örneklerin denenmesine dönüşmüştür. Özellikle 1980'lerden sonra, 70'lerin dışavuran politik söyleminin de bastırılmasıyla 'Domdom Kurşunu', 'Fırıldak', 'Darıldım Darıldım' gibi müziklerinde belirgin olarak öne çıkan, geleneğin bağlayıcı kalıplarını kıran ve popüler Türk müziğiyle halk müziği arasındaki geçişi sağlayan denemeler onun başarılı devrimci girişimleridir. Bütün bunları yaptığı dönemde, kendisiyle aynı geleneği sürdürmek iddiasında olan, birçok insandan tepkiler geldiğini, bu kesimin yakın çevresinde olan birisi olarak tanıklığını yapmış biriyim. Böyle olduğu içindir ki Mahzuni Şerif'i zaman zaman bu kesim, halk ozanı olarak değil, sanatçı olarak görmeyi, öyle değerlendirmeyi de yeğlemişlerdir. Her kesimde olduğu gibi, halk ozanlığı geleneğini sürdürme iddiasında olanlarda da 'tutucu' bir zümrenin olduğu yabana atılmamalıdır. Mahzuni Şerif, bütün o sanatçı kişiliğinden kaynaklanan duygusallığına karşın, örgütsel ilişkilerinde yakın durmaya çalıştığı ve yukarıda andığım gibi kendisine zaman zaman da bir kimlik aidiyeti yükleyerek öteki olarak değerlendirme gayretindekilerle zorlayıcı da olsa ortak tavır alma gayretinde de olmuştur. Ancak, hayat bütün bu karşılıklı gayretlere rağmen, tavrı taşıyanların duygusallığını kabullenmemiş, Mahzuni Şerif'i ayrı bir kulvara, zorunlu olarak, sürüklemiştir. Bu bağlamda da o yalnızlığı oynamış bir sanatçıdır. Yakın tanışmamızın yaklaşık 20 yıllık bir dönemi kapsadığını anımsatırsam ve ilk tanışmamızdan bu yana sürekli olarak onun ürettiklerini olduğu kadar, nasıl bir tavır içerisinde olduğunu da gözleme gayretimle böyle bir yalnızlığı yaşadığının altını çizmek istiyorum.
Örneğin, örgütsel anlamda Halk Ozanları Kültür Derneği gibi kuruluşlar içerisinde zaman zaman görev aldı; hatta bir dönem başkanlık sorumluluğunu üstlendi ama, Mahzuni Şerif oradaki tavır alışta da yalnızlığı yaşadı. Başka üye ya da yöneticiler gibi, resmi kanalları zorlayıcı 'nüfuz yaratma' çabasına hiç mi hiç girişmedi. Birçok ozan dostu bu yanını anlayamadı. Bu bakımdan usta bir 'örgütçü' izlenimi ve izi bırakamadı. Her zaman bir sanatçı tavrı içerisinde bireysel olarak üretiminin sorumlululuğunu yerine getirme çabasını öne aldı. Doğrusu da buydu. Bu tutum asla onun kolektif olanı yaratma heyecanına duyduğu saygının köreldiği anlamına gelmemeli; tam tersine ürettiklerinin içeriği ve paylaşıldığı düzlem dikkate alınırsa nasıl bir kolektif bilinç yarattığı da kolaylıkla görülebilmelidir. Ama her sanatsal yaratının öncelikle bireysel bir üretim olduğu gerçeğini yabana atmama gerektiği bilinçini taşıyordu Mahzuni Şerif ve bunu sonuna değin korudu. Popüler oldu ama asla popülizme düşmedi. Geleneğin çok belirgin bir dayatması olan söylemeyi yaşadıysa da, asla yazmaktan uzak durmadı. Çeşitli nedenlerden dolayı, en az on yıllık önceliğe dayanan dünyayı yorumlama anlayışını yansıtan bakış açısı hâlâ kitaplaşmamış olsa da, yazılmış ve ciddi bir yazın adamının endişeleriyle yeniden yeniden elden geçirilmiştir. Şiirlerinin kitaplaşması konusunda da sürekli olarak yazılı olanı yeğlemiştir.
- II -
Mahzuni Şerif'in sanatını ele alırken, Türkiye'nin 1950'lerden bu yana geçirmekte olduğu değişimi de dikkate almak ve özellikle onun adını duyurmaya ve üretmeye başladığı 60 sonrası kültürel iklimi; ardından 1980'lerden sonra daha çok müzikal anlamda yapıtlarına yansıyan geleneksel halk müziği kalıplarını zorlayıcı, özellikle de ozan geleneği içerisindeki sanatçıların 'bildik' tavırlarından ayrılışını doğru ve iyi irdelemek gerekir.
1970'lerde Mahzuni Şerif şiir ve müziğini siyasal iklim belirlemiş; 1980'lerden sonra ise kültürel kurumlaşmanın izlerinin daha ağır bastığı gözlenmiştir.. Gelenekle ilintisi de, toplumun geniş kesimlerinin duygusallığı bağlamında yoğunluk kazanır.. Bu anlamda Türkiye bağlamlı bir siyasal ozan kimliğini sürgit sürdürmediği gibi, yukarıda da altını çizmeye çalıştığım gibi, gelenekle temasını daha çok toplumsal olanın belirlediği değerlerle örtüştürmek anlamında yoğunlaştırmıştır. 'Solcu' olmasına karşın, 'komünist' olmamak gibi genel toplumsal değerlerin dayatıcı yörüngesini yeğlemiş; kimi partili siyasal çalışmalara atılmasına karşın, organik ilişkilerini başka ozanlar gibi sürgit kılmamıştır.
- III -
Her sanatçı gibi özlemleri, sıkıntıları da vardı. Kolay inananlardandı. En küçüğünden en büyüğüne toplumun tüm bireylerine karşı tahmin edilebileceğinden de çok alçakgönüllü bir tavır sergilerdi. Gecenin olmaz bir saatinde Tokat'tan arayan hayranına, kirvesine yanıt yetiştirmeye çalışırdı. Sağlığının bozuk olduğu son yıllarında bile, Anadolu'nun herhangi bir köyünden arayan dinleyeni için 'yok' diyememe esareti yaşardı.
Cumhuriyetle birlikte Türk halk şiiri geleneğinde, sözsel olduğu kadar müziksel anlamda da önemli bir zenginliğin temsilcisiydi Mahzuni Şerif.
O, bir yandan geleneksel kültürümüzdeki zengin müziksel ve sözsel olanakları kullanma konusunda başarılı bir temsilci, ama aynı zamanda özgün yaratılarıyla kendi sanatsal ustalığını var etmiş örnek kişilikti.
Onun özellikle 1960'lardan başlayıp 70'lerde yoğunlaşan 'muhalefet'in sesi olması; kurulu düzene karşı muhalif olanı temsil etmesi, ürünlerine söz konusu dönem içerisinde politik özelliğin yansıması; aynı kuşağın bu bağlamlı başka ozanlarından farklı olarak, süreci doğru algılama ve sanatsal / estetik kaygıları da koruyarak 80'lerden itibaren daha içsel ürünleri vermesiyle kuşağı içerisinde kendisine önemli bir ayrıcalık kazandırmıştır..
Mahzuni Şerif'i farklı kılan, gerek ulusal anlamda gerekse uluslararası anlamda Anadolu halk şiir ve müziğinin temsilcisi yapan da yaptığı işe duyduğu saygıdan kaynaklanıyordu.
Mahzuni Şerif, Anadolu kültürünün temsilcisiydi. İçerisinden çıktığı ve kendisini var eden değerleri özümsemiş bir sanatçı olarak, bu kültürün inceliklerini en iyi yansıtanlardan birisiydi. İnsan sevgisiyle dolu, Atatürk aydınlanmasına içtenlikle inanmış bir sanatçıydı Mahzuni Şerif. Ölümü, çağdaş bir halk ozananının aramızdan ayrılması kadar, yeri kolay doldurulamayacak dost bir insanın da yitirilmesi oldu...
* Folklor/Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder