Son günlerde, Türkiye'nin Almanya ve Hollanda ile yaşadığı kriz, Avrupa'da yaşayan Türkleri bir daha ilgi odağı yaptı.
Türklerin Almanya'ya göçünün 56 yılına girilmiş bulunuyor. Halihazırda bu ülkede yaşayan Türklerin toplumdaki – örneğin iş hayatlarıyla eğitim alanlarındaki – durumlarına, bakıldığında; onların öncelikli konularının, değişik ülkeler adına lobi yapmaktan ziyade, "yetişen nesiller nasıl daha başarılı olabilirler" konusuna çözüm aranması olduğu görülüyor.
Şu an, Almanya ve Avrupa'da üçüncü kuşak eğitim sisteminde ve dördüncü kuşak yuva yaşındadır. Bu çocukların anne-babaları, göç ettikleri ülkelerde doğup, göç ettikleri ülkelerin toplumlarında, sosyal alanda saygın yer edinebilmek için çabalıyorlar.
Son yüz yılda, değişik ülkelerin göç tecrübelerine bakıldığında, en başarılı göçmenlerin, geldikleri kültürü unutmadan, kökenlerinin bireysel ve eğitimsel gelişimleri için zenginlik olduğunu görenler, aynı zamanda göç ettikleri ülkenin değerlerine sahip çıkıp, geleceklerini yeni vatanları üzerine inşa eden bireyler olduğu söylenebilir. Bunu başaran göçmenler, ayrıldıkları ve göç ettikleri ülkeler için köprü oluştururlar; iki ülke için de çok değerlidirler.
Kanaatimizce, Türkiye'den Avrupa'nın değişik ülkelerine göç etmiş insanların da ideal görevi bu olmalı; onlar, çıktıkları Türkiye topraklarının kültürünü, dilini ve inancını unutmadan, yeni yurtlarında gelecek inşaa edebilmeliler.
Maalesef Almanya ve Hollanda'ya yönelik son zamanlardaki söylemler, ilk bakışta insanların hamâsî duygularını kabartsa da, doğru değildir – daha önemlisi – tehlikelidir ve gerçeği çarpıtmaktadır. Bu, Avrupa ülkelerinde, aşırı sağ, popülist görüşlerin olmadığı anlamına gelmez; elbette vardır – ama bu görüşler azınlıktadır. Avrupa'nın değişik ülkelerinde yaşayan Türkler ve göçmenler, yerliler de dahil – sosyal ve eğitim alanlarında – zaman zaman – dışlanmaya maruz kalıyorlar; mücadele buna karşı yürütülmelidir.
Özellikle, kimi Türk politikacıların "Türkler Müslüman olduğu için dışlanıyor" sözü, gerçekleri yansıtmıyor – ve daha üzücü olanı, bu sözler ya da yaklaşım, Türkleri kurban psikolojisine itip, sağlıklı bir şekilde çözüm üretmelerini engelliyor.
Birkaç örnek mi? Şu anda Almanya'da göçmenler arasında işsizliğin en yüksek olduğu göçmen grubunu Türkler oluşturuyor; eğitim sisteminde, Türk gençlerinin yüzde 20'si okulu hiçbir diploma almadan terk ediyor; meslek eğitimi yapan gençlerin oranı yüzde 30'larda kalıyor. Üniversite eğitimi alabilmek için gerekli olan lise diplomasını gençlerin sadece yüzde 15'i alabiliyor. Özetle, Türk gençlerinin yarısından fazlası ne meslek eğitimi yapabiliyor, ne de yüksek öğretim görebiliyor.
Bunun nedenini, çocukların Müslüman olmasına bağlayanlar yanılıyorlar; zira Türklerin yanında İran'dan, Bosna-Hersek'ten Ortadoğu ülkelerinden gelen Müslümanlar da var ve bu grupların hepsinin eğitim durumu Türklerin açık ara önünde seyrediyor. Eğer inanç bazlı bir dışlama söz konusu olsaydı, bu Müslüman grupların da çocuklarının başarısız olması gerekiyordu.
Yeterince konuşul(a)mayan gerçekler, halbuki çok farklı. Türklerin Avrupa ve Almanya'da, toplum ve eğitim alanındaki başarısızlığının temelinde, kendi kültürel kimliklerine ve eğitim konularına olan ilgisizliği yatıyor. Yapılan son çalışmalar, gençler arasında Türkçenin dramatik bir şekilde gerilediğini gösteriyor.
Anadilin / kökendilinin zayıfladığı bir ortamda, ailevi ve kültürel bağlar da zayıflıyor. Almanya'da büyükanne-büyükbaba kuşağının, torunlarıyla Türkçe konuşamama gerçeği çok yaygın hal almış durumda.
Bu durum, gençlerin inanç kimliğine de etki ediyor: Bir çok cami imamı, gençlerin kendilerine, vaazları ve hutbeleri Almanca vermeleri için istekte bulunduğunu söylüyor; gençler duaları Arapça, ibadeti Almanca yapıyor – Türkçe ise ortadan kalkmış görünüyor. Bu da birçok genci, din tacirlerinin ve radikal grupların kucağına itebiliyor. Almanya Anayasayı Koruma Federal Dairesi'nin 2016 verilerine göre, Almanya'dan İŞİD ve başka dinî radikal gruplara katılan gençler arasında, sadece Türk vatandaşı olanlar yüzde 14, çifte vatandaşlığı – Türk ve Alman vatandaşlığı – olanlar yüzde 21 oranıyla başı çekiyor; kızların sayısı hızla artıyor.
Toparlayacak olursak: Almanya ve Avrupa'da yaşayan Türklerin önceliği, hangi devlet olursa olsun, seçim propagandası yapmak değil, geçmişte ve yapılan hatalardan ders çıkarılarak, geleceğinin nasıl daha iyi şekillenebileceği düşüncesine çözüm üretmek olmalıdır. Politikacılar geçicidir, ama problemler daimi olup çözüm beklemektedir.
Bir Türk atasözü, "önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı ele", diyor.
Bkz. → http://veli-akademisi-heidelberg.blogspot.de/2017/03/havva-engin-igne-ve-cuvaldz-meselesi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder