Dr. Yaşar Kalafat |
Bu soruların cevabını metotla ilgili kısa bir açıklama yaparak vermeye çalışacağım. Üç örnekten sonra ayrı önerilerimi kısaca özetleyeceğim.
Ben bir halk inancı derleyicisi olarak:
1- İnanç malzemesi derlemek
2- Derlenilen inanç malzemelerini karşılaştırmak
3- Bu malzemeden hareketle Türk kültürünün yazılı kadim kaynaklarına başvurmak, Türk mitolojisinin inşasına katkıda bulunmak gibi hususlar arasında sıkışmış durumda olduğunun farkındayım.
Halk inançları ile ilgili malzeme çalışması Türkiye Cumhuriyetinde Halk Evleri ağırlıklı olmak üzere iller bazında mahalli dergilerde olmuştur. Bu akım 1980'lerde yerini seminer, bilgi şöleni, kongre türünden çalışmalara bırakmıştır. Günümüzde Erciyes, İçel Kültürü, Güneyde Kültür gibi folklorik dergilere bırakırken bunlar ve Millî Kültür, benzeri dergiler Türk Dünyasının muhtelif ülkelerinden halk inançları konusunda muhtevalı çalışmalar yayınlamaya başlamışlardır. 1992 yılından sonra ise, diğer konularda olduğu gibi folklor konulu sempozyumlarda da Türk Dünyasından uzmanların tebliğleri yer almaya başlamıştır.
Derlenilen inanç malzemesinin Türk Dünyasının farklı kesimleri arasında karşılaştırılmasını yapma işlemi giderek yoğunluk kazanmıştır. Bu tür karşılaştırmaları iki şekliyle görmekteyiz. Alınan bir örneği mesela yağmur duasını, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan karşılaştırmasını yapmak bu türdendir. Bu tür uygulama yeterli olmasa da oldukça fazla yapılmaktadır. İkinci şekil ise, yapılan tespitin mahiyetini incelemek, varsa farklılıklar ve sebeplerin altındaki gerçeği bulmak. Bunun hiç yapılmadığını söyleyebilirim.
Derlenilen malzemenin Türk Kültürünün yazılı kadim kaynaklarındaki yerini tespit konusuna gelince, bu işlemi, halk inançları ile ilgilenen herkes yapıyor ama benim tanıdıklarımdan bihakkın yapabilen yok. Bunun sebebini Türk mitolojisinin inşa edilip edilmemiş olmasında aramalıyız. Belki de bu menzil bu şekilde alınır; biz aceleciyiz.
Türk mitolojisi var mıdır? Türkler gibi tarihi çok eski olan bir milletin mitolojisi, tabii ki vardır. Türk mitolojisi yazılmış mıdır? Bu sorunun da cevabı evettir. Ancak, ne anlamda ve nereye kadar yazılmıştır? İngilizce edebiyata; Hint Mitolojisi, Çin Mitolojisi, Uzak Doğu Mitolojisi, İran Mitolojisi, Yunan Mitolojisi, hatta Amerikan Mitolojisi isimli eserlere rastlıyoruz. Ancak Dünya Mitoloji edebiyatı arasında Türk Mitolojisi adına bir eser göremiyoruz. Hocam Bahattin Ögel'in Türk Tarihi Kurumu tarafından 2. cildi de çıkarılan Türk Mitolojisi eserine ve onun mitolojik bilgiler veren diğer eserlerine, Emel Esin'in çalışmalarına, İ. Kafesoğlu, M. Eröz, H. Tanyu, O. Turan, S. Buluç, A. İnan ve diğerlerine rağmen varlığı kabul ettirilmiş bir mitoloji eserimiz yoktur. Ufuk Tavkul'un ve A. Tecemen'in Kafkasya ve Bulgaristan'dan tanıttığı kaynakların bu iki araştırmacı tarafından bize henüz tanıtılmadığının farkındayız. Kısa sürelerde bulunabildiğim Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan'daki mitolojik mahiyetli ciddi çalışmaların Türkiye'de yeterince tanınmadığını gözledim. Bu durumda, Ortak Millî Mitolojisi ustaları tarafından yazılmamış bir milletin halk inançları derleyicilerinin derledikleri malzemeyi iyi yorumlayamayışları doğaldır.Bir diğer önemli husus da şudur: Halk inançları alanında; derleyici, yorumlayıcı ve inşa edici kişiler aynı kimseler mi olmalı? Derleyici, yorumlamaya gitmese ve tespitlerinden hareketle millî mitoloji tesisine yönelmese dahi, gözü bağlı olmaktan kurtulabilmesi için, bu alanlarda yapılmış eserleri görebilme imkânına kavuşturulabilmelidir.
Bütün bunlardan sonra;
Türk halk bilimciler, Türk halk inançları üzerinde çalışanlar kendi adımıza, ortak problemlerimizi belirlemeliyiz. Ortak bir metot uygulamalıyız. Bize yakın branşlarla işbirliği için imkânlar araştırmalıyız.
Aksi halde Türk halk inançları adına derlediğimiz malzeme, Fars, Hint veya Çin Mitolojisinin inşasında kullanılmaya devam edecektir.
Halk inançlarını bir kültür kaynağı olarak alamadığımız takdirde, onların dinî folklorumuzun bir parçası olduğunu izah edemediğimiz takdirde, bid'atlarla uğraşır durumdan kurtulamayız.
Türk halk kültürü araştırmalarında metot birliğine varamaz isek, Türk elleri arasında uygulanmış farklı metotlar sonucu, farklı mitolojik geçmişlere sahip çıkmak zorunda kalırız. Açıktır ki bu Türk Kültür birliğini temelinden bozar.
Mitolojisini belirlememiş bir milletin mitolojisi, sözlü tarihi, şifahî kültürü talan edilmeye mahkûmdur.
Mitolojisi olmaksızın çocuk edebiyatı olmaz. Gençliğe millî hedefler gösterilemez. Gerçek edebiyatın hiçbir dalında etkin olunamaz. Kısaca millî olunmaz ve olunamaz.
Bazı pratik önerilerimi tebliğimin sonuna bırakarak Musul ve Nahcıvan'dan derlediğim bazı malzemenin karşılaştırılmasını yapmaya çalışacağım. Bugüne kadar genellikle yapılan karşılaştırmalarda dinî pratikler üzerinde durulmuş aynılıkları veya benzerlikleri vurgulanmıştır. Biz misallerimizde dinî pratikteki amaçlar üzerinde duracağız.
Erbil Türk Halk İnançlarının karakteristiği, menkıbelere dayanmış oluşudur. Yörenin ulu kişilerinin mucizeleri, efsaneleri ve hikmetli sözleri Muhammediyat içerisinde meczedilmiştir. Güneş, ay ve yıldızlarla taş, toprak, ağaç ve su ile, bazı hayvanlarla ilgili inançlar daha arka plana geçmiştir.
Nahcıvan Türk Halk İnançları karakteristikleri bazen dinî folklor görünümünü arz etmektedir ve bazen de Muhammediyat olarak algılanmaları şeklindedir. Anasır-ı Erbaa ile ilgili inançlar daha barizdir. Hikmetli sözler halkın günlük konuşması arasında normal ifadenin bir parçası olmuştur. Türk halk inançlarının bazı derinliklerine Nahcıvan'da ulaşabilmek, Türkiye'dekinden daha kolay olmuştur.
Türkiye'de halk inançları her iki karakteri de arz eder. Muhammedi yapı içerisinde algılanan hikmetlerin yanı sıra tamamen folklorlaşmış eski Anadolu kültürü ve modern Batı kültürü ile adeta dirsek teması sağlanmıştır.
Metin bölümümüzde ise; halk inançlarımızdaki "Bayrak", "Gürültü" ve "Kına"nın mitolojik boyutu üzerinde duracağız.
Bayrak, sancak, flama ve benzeri Türk kültürü tarihinde, hâkimiyetin, sahipliliğin, egemenliliğin sembolü olmuştur.
Kerkük ve civarı ile Nahcıvan ve civarında olduğu gibi Türkiye'de de, hayatın muhtelif safhalarında çeşitli adlarla anılan bayrak mumasili unsurlar egemenlik emaresi olarak kabul edilirler.
Düğünlerde kız evinin ve oğlan evinin bayrakları, tarafların düğün alaylarınca taşınır. Zifaftan evvel gelin ve damat adayları adeta bağımsızdırlar, hürdürler. Damadın kapısının önünde iki bayrak bir arada bulunur. Gelin yeni evine geldikten sonra, artık damadın evinde gönderi daha uzun olan erkeğin bayrağı asılı olur. Bu gelinin, damadın egemenliğine girdiğinin göstergesidir. Yeni bir ocak kurulmuştur. Damadın ve gelinin bu yeni müstakil ocağı ailelerden bağımsız yeni bir ünitedir ve bu ocağın yeni hâkimi, beyi damattır.
Gelin alayı, kız evinin bayrağı ile oğlan evine doğru yola çıkarken, oğlan evi düğün alayı bayrağı ile birlikte kız evini yolda karşılar. Ona yeni evine gelinceye kadar refakat eder. Bu uygulama yeni ocağın yeni hanımına saygının göstergesidir.
Bazı Karaçay ailelerinde, atın gemine asılan havludan hareketle dünyaya gelmiş bebeğin kız veya oğlan olduğu duyurulur. Belki de Kişioğlu'nun ilk bayrağı budur.
Cenaze evlerinde, dinî bayramlarda siyah bayrak asıldığını, böylece o evin / ocağın yasta olunduğunun duyurulduğunu, bu tür bayramlara "Yas Bayramı" veya "Kara Bayramı" denildiğini biliyoruz. Birçok sergide sahibi ölmüş kimselerin resimlerine siyah kurdele takıldığını biliyoruz. Muharrem ayında minareden siyah bayrak sarkıtıldığı gibi, Bakü, Nahcıvan ve Karabağ şehitlerinin sene-i devriyelerinde de keza Nahcıvan ve Iğdır'da minareden siyah şerit bayrak sarkıtıldığına şahit olduk. Erbil'de ölüm duyuruları cami duvarına asılmış siyah bez üzerine yazılmış beyaz yazı ile yapılmaktadır. Siyah bayraklarla adeta o ocakta egemenliğin son bulduğu, o ocağın söndüğü mesajı verilmektedir.
Türkiye'de ve Güney Türkistan'da yeni ev yapılırken evin çatısı atılma safhasında, evin bacasına bayrak asılır. Bu yeni bir ocağın çatısının ve yeni bir hegemonya alanının kurulduğu anlamındadır. Yeni bir ocak tütecek, bu ocak beyi ve mensupları ile birlikte yeni bir ünite yeni bir birim oluşturacaklardır. Nitekim 24 Oğuz Beyinin ayrı flamalarının bulunduğu göç zamanı, sefer zamanı ve konaklamada bu flamanın altında veya ardında durduğunu biliyoruz. Büyük seferlerde bu tuğlar ve filamalar Ulu Hakan'ın bayrağı altında birleşirler.
Bu arada sadece dünyevî beylerin değil uhrevi beylerin, tarikat şeyhlerinin, bazı pirlerin bayrak veya sancaklarının bulunduğunu, bunların tekkelerde ve zaviyelerde muhafaza edildiğini ve bunların birlikte büyük seferlere katıldığını biliyoruz. Nitekim bugün hâlâ birçok şeyh türbelerinde bu tür sancakların varlığı gözlenebilmektedir.
Bu tür alem veya alametlerin konumuzla ilgili en önemli kısmı ise, kutsal kabul edilen bir çok kabir türü mezarda bulunmalarıdır. Erbil ve Nahcıvan'da olduğu gibi Türkiye'de de bir saygın mezarın çok kere bir başında veya iki başında bayrak direğini andıran sırıklar bulunmaktadır. Bunlara çivi çakıldığı gibi niyet sahiplerince çaput veya ip de bağlanılmakta ve bunlara "Adak bezi" denilmektedir. Belki de kapalı mekânlardaki yatır mezarlarına serilen, örtülen örtüler bu inancın İslâmîleşmiş halidirler. Bazı mezarlardaki bu bezler veya ipler mezarın yanındaki ağaç veya çalılara bağlanırken, yapılı mezarlarda demir parmaklıklara bağlanmaktadır. Bize göre türbeye bez bağlayan her niyetli, adeta hükümdar bayrağı altına flaması ile girer. Onun hegemonyasını kabul eder. Onun hizmetine girerken korunmasına talip olan beyleri andırmaktadır.
Aşkabat yöresinde, yapılı türbelere içersindeki yatırın ismi ile anılarak, falanın kalesi denildiğini tespit ettik. Adeta, o türbe ve yakın çevresi o mübareğin egemenlik alanı idi. Türkiye'de bir yatırın taşı toprağı şifa ise, o ancak tedavi için anılabilir. Yatırın kapısındaki kuru toprak dahi icazetsiz alınamaz, ağaçları kesenin çarpılacağı inancı vardır. Adeta orası sahiplidir, sahibi o türbede yatan ve sahipliliğin alameti ise türbenin bayrağıdır.
Böylece, bayrak türünden alametlerin Türk inanç dünyasında doğum, evlilik, ölüm gibi hayatın her safhasında örneklerini görebiliyoruz. Hakanına obasının bayrağı altında sığınan bey ve beyine tuğ veren Hakan'ın onu himayesi altına almasının Türk Mitolojisinden kaynaklandığını Erbil-Türkiye ve Nahcıvan örneklerinde de görebiliyoruz.
Nahcıvan'da ve Erbil'de bu arada Güneydoğu Anadolu'da yatır bayraklarında "Lailahe İllallah" veya "Allahu Ekber" gibi İslâmî ibareler görülmektedir. Kanaatimce bu, eski Türk inançlarının son Türk inancı olan Müslümanlıkla bütünleştirilmesi olayıdır. Halkımız yatıra gösterdiği saygıyı tarihe gömmemiş, ona sitayiş ederken şirke de düşmek istememiş ve adeta; "Burada yatan güçlüdür ama hâşâ Allah değildir. En büyük olan Allah'dır. Allah'ın ortağı yoktur" ifadesini de bayrağa yazarak bid'at'ı önlemeye çalışmıştır.
Gök Tengri İnanç Sistemi yumağında Ay tutulunca çeşitli görüntüler yapılarak iki kara iyiden kurtarmak istediklerini biliyoruz. Buradan hareketle kara iyilerin gürültü yapılarak tesirsiz hale getirildiklerinin mitolojimizde tuttuklarını söyleyebiliyoruz.
Şimdi; Erbil, Türkiye ve Anadolu'da hayatın muhtelif safhalarında "gürültü" diyebileceğimiz yüksek sesin yerini tespite çalışalım.
Erbil'de gelin damadın evinin eşiğinden içeri girmeden evvel gelinin ayaklarının önüne içinde su bulunan bir testi atılır. Testinin gürültü ile kırılması sağlanır. Nahcıvan'da gelinin eşikten içeri girmesi esnasında eşiğe bir cam tabak tersine konur, gelinin bu tabağı ayağı ile basarak kırıp ses çıkarması istenir. Her iki uygulama Türkiye'de de vardır. Ayrıca Zifaf'ın başarılı geçtiğini göstermek için damat silah atar veya bacadaki testiyi silah atarak kırar. Bazı yörelerde bekâr kızların damdaki testi, kızın taliplisi damat adayı tarafından kırılarak niyet beyan edilmiş olunur. Makedonya Türkmenlerinde ise düğün gecesi damat ile gelin oynarlarken oyun alanına içerisinde kabuklu ceviz bulunan bir testi atılarak damatla gelinin bu testiyi ayakları ile kırmaları sağlanır, cevizler gürültü ile etrafa dağılırlar. Düğün alaylarında silah atılması veya ses çıkaran uygulamalar sadece coşku için midir?
Doğu Anadolu'da, bilhassa Tunceli yöresinde doğumda güçlük çeken hanımların güçlük çekmemeleri için doğum evinin eşiğinin önünde erkek at kişnetilir veya kazandibi dövülür, silah atarak ses çıkarılır. Azerbaycan'ın bazı yörelerinde doğumun zor olmaması için, akarsu bağlanır ve bıçakla dövülür gibi yapılır. Çıkacak sesten, doğumu zorlaştıran güçlerden anne adayının kurtulacağına inanılır. Erbil ve Türkiye'nin birçok yöresinde ise doğumun kolay olması için minareden yüksek sesle sela okunur. Selanın doğumu kolaylaştıracağına dair bir Hadis ve Ayet var mıdır? Halkımız menşeinde ses çıkarma eylemi olan bu uygulamayı yeni dinine Müslümanlığa mı uyarlamıştır?
Erbil'de, Anadolu'nun birçok yerinde ve Nahcıvan'da cam eşyanın mesela bardağın yere düştüğü zaman kırılması istenir. "Şükür kırıldı hayır vardır. Kazamızı belamızı alsın" denir. Adeta kırıldığı zaman ses çıkaran cisimlerin bu ses ile çok musubeti giderdiğine inanılır.
Erbil, Nahcıvan ve Türkiye'nin çok yerinde, görünmeyen güçlerin duymasını istemediği konuları anlatırken, "Şeytan kulağına kurşun" denir ve tahta gibi vurulduğu zaman ses çıkaran cisimlere vurulur. Böylece olması istenmeyen şeylerden korunulmuş olduğuna inanılır.
Düğün alaylarında olduğu gibi, askerlerin memleketlerine dönmelerinde, Ramazan aylarında İftar ve Sahur saatlerinin belirlenmesi için atılan topların sadece şenlik ve duyurma amaçlı olduğunu mu düşünmeliyiz? Türk dinî ve büyü musikisinin her döneminde güçlü ses çıkarıcı davulların bulunması üzerinde de durulmalıdır.
Erbil'de dinlediğimiz bir menkibede iddialaşan iki ulu kişi Erbil üzerinde uçarlarken daha yukarılara çıkma yarışına girerler. Daha güçlü olan top sesini andıran bir nara atar ve diğeri yenilerek yere düşer, halen türbesi Erbil Kalesinin eteğinde yerin altındadır. Türkiye'de birçok yerde bu arada Varto'da top atan dağların bulunduğu inancı vardır. Tasavvufta ise bu konuda; Allah'ın yeryüzünü dağlarla çivilediği, birçok dağın ulu kişilere hasredildiği, bu dağların çok kere tepelerinde yatan zatların isimleri ile anılmalarının buradan geldiği, bu dağların tepelerinden eteklerine doğru nurlu oldukları, zaman zaman da bu tepelerden gelen top sesleri ve ışıkların bu zatlardan kaynaklandığı izahı vardır.
Son olarak ay tutulması ile gürültü arasındaki ilişkiye yer vermek istiyorum. Erbil ve Nahcıvan'da olduğu gibi Türkiye'de de ay ve güneş tutulunca teneke çalınır. Çocuklar taşları birbirine veya taş duvarlara vurarak ses çıkarırlar. Günümüzde düğün arabalarının arkasına boş teneke bağlayarak ses çıkarma adetinin yanı sıra istenmeyen memurun arkasından teneke çalındığını biliyoruz. Bu uygulamalarda bir takım şer güçlerin kovulduğu düşünülebilir mi? Eski Türklerde güneş tutulunca bir takım kara iyelerin güneşin yüzünü kaplayarak ışıklara mani olduğu, kara iyeleri korkutup kaçırmak için silahların birbirine sürtüldüğünü biliyoruz.
Bu örneği özetlemek gerekir ise, denilebilir ki; Türk Mitolojisindeki yüksek ses çıkararak görünmeyen kuvvelerin zararından korunma inancı, bugün de örnekleme yaptığımız üç komşu Türk elinde yaşamaktadır.
Üzerinde duracağımız üçüncü ve son örnek de kınadır. Esasen bu tür kodları çoğaltmak mümkündür. Bizim yapmak istediğimiz ortak inanç örneklerini çoğaltmak değil, bu örneklerden hareketle inanç yumağını çözmek, mitolojimizin örgüsünü tamamlamaktır. Nitekim biz daha evvel; "Horasan Eri", "Ayna", "Kırk", "Tu tu tu lama", "Ters" gibi inanç kodları üzerinde durmuştuk.
Kına bilindiği gibi evlilik ve evvelinde nişanlılığa çağırım yapar. Çok kere gelin için yapılırken damada da kına yakıldığı olur. Birbirlerine adanırlar. Aynı gece kına vurulan bekârlar da adanmaya aday olmuş olurlar. Kına geceleri ile yapılan uygulama bir dinî merasim iken, giderek folklorik kültür karakteri kazanmışlardır. Adanmışlık, kadim Türk kültüründe yeri olan bir uygulamadır. Ergeç denilen traşlı erkek başlarında uzatılıp ileride örülen saçlar ve yaşamayan erkek çocuğun bir yatıra adanmış olmanın nişanı idiler. Nitekim yaşamayan çocuklara yatırlarının isimlerinin verilmeleri, o çocuğun görünmeyen güçlerden yatır tarafından korunması amacı ile yapılır. Bu örnekte çocuğa verilen isim, yatırın nişanıdır. Nitekim Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail'in küpe takmaları da onların bir tarikat ehline intisabını gösterir. Küpe o manevi gücün koruması altına girmenin işaretidir. Küpe, bu koruyucu gücün nişanıdır. Misalleri çoğaltmak mümkündür. Nitekim nişanlanan gençler nişan yüzükleri ile, birbirlerine ait ve korumaları altında olduğunu gösterirler.
Kınanın ikinci yaygın olduğu alan ahiret hazırlığıdır. Belirli bir yaşa gelmiş hanımlarda görülür. Saçını kınalayan ana, nefsine iyiden iyiye hâkim olmak zorundadır. Saçına dökülen akları adeta kan rengine boyayarak ölüm meleğine teslimiyet için adaydır. Hacdan getirilen kınanın, bu tür bir adanmışlık için özel önem arz etmesi, Hac'ın kutsiyetindendir. Bu örnek te öteki dünyaya hazırlığın nişanıdır.
Anadolu ve Erbil'de sık olmasa da askere giden gence kına yakılır. Burada adanma orduyadır. Halk inancında ordu ocağı, Peygamber Ocağı'dır, ona hizmet ibadettir, ona ihanet büyük günahtır. Asker kişi artık er kişi oluyordu. O'nu şehitlik veya gazilik bekliyordu. Böylece Orduya adanmışlığın nişanı taşınmış olunur.
Makedonya Türkmenlerinde sünnet olan çocuğa da kına yakıldığını tespit ettik. Daha sonra bu uygulamanın böylece Erbil, Nahcıvan ve Türkiye'de çok eski yıllarda uygulandığını öğrendik. Kına yine bir adanma nişanı olarak görünüyordu. Sünnet olan çocuk adeta İslâm camiasına girmiş adeta adanmış oluyordu. Kurban olacak koçun, Kars'ta kınalandığını hatırlıyorum. Sonraki yıllarda kına yerini kırmızı boyaya bıraktı. Kınalanmışlık kurbanın Allah'a adanmış olmasının nişanesidir.
Sünnet olma, asker olma, evlenme, hacı olma ile kişioğlu adeta âlem değiştirmekte, yeni bir dünyaya girmekte, yeni kuralları kabullenmekte ve bu kabullenişin nişanını taşımaktadır. Bu nişan olan kınanın mitolojimizdeki yerini Ergeç'le arkeolojiden teyiden belirleyebiliyoruz.
Bitirirken şunları söylemek istiyorum.
Konuya neden halk inançları çalışması yaptığımızı sorarak girmiştim. Sonra millî kültür hayatında mitolojinin önemini belirtmeye çalışmıştım. Nihayet münferit ve amaçsız inanç malzemesi derlemenin, çok da önemli olmadığına dair kanaatimi açıklamıştım. Nihayet derlenilen malzemeyle mitolojimizin dünü ile bugünü arasında gerekli köprüyü kurabileceğimizi açıklamaya çalıştım. Bu hususların bilinmesine rağmen, hâlâ neden merdivenin ilk basamağındayız. Çünkü örgütlü değiliz. Bu alanın ilgilileri organize olmalıyız. Başlangıç için neler yapılabilir. Devletten devlete büyük projeler planlana dursun, birkaç satırla şunları öneriyorum;
1- Biz Halk İnançları ile ilgilenen Türkologlar ve halk bilimciler bir örgüt altında birleşmeliyiz.
2- Çalışmalarımızda izleyeceğimiz ortak bir metodu bir an evvel geliştirmeliyiz.
3- Bu arada Türk Dünyası Halk İnancı uzmanlarını kısaca tanıtan adresleri havi bir katolog yapmalıyız.
4- Türklerin bulundukları yerlerde yapılmış halk inancı çalışmaları katoloğu hazırlamalıyız.
5- Ülkemizde yapılan bu alandaki çalışmaların indekslerine halk inancı terimlerini de almalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder