Bu Blogda Ara

9 Ekim 2013 Çarşamba

Ramazan Çakıroğlu: Sen Süavi Değilsin

Ramazan Çakıroğlu
[© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur] Memed'in ailesi çok çilekeşti. Dedesi bin dokuz yüz otuzlu yılların sonunda Erzincan'ın bir ilçesinin bir köyünden, "taşı toprağı altın" denilen bu kömür kentine, iki avradı ve altı çocuğuyla göç etmişti. Göç ettiğine de değdi hani. Gelir gelmez, önce demir yolu inşaatında iş bulmuş, daha sonraki yıllarda da kömür ocağının dışındaki bir atölyeye kapağı atmıştı. Kırklı yıllarda beş erkekten ikisini vereme kurban etti. Diğer ikisini de madene. Altı kardeşten sağ kalan, halası ve Memed'in babasıydı…

Memed, yaşamını daha sekiz–dokuz yaşlarında kazanmaya başladı. Boyacılık, simitçilik, gazozculuk yaptı. Trenlerde su sattı. Lakin aldığını kovboy kitaplarına yatırıyordu. Babası baktı ki bu işler hayırsız, onu elinden tuttuğu gibi şehrin tek gazetesinin matbaasına çırak olarak verdi. Teslim ederken de gazete patronuna; "Abi eti senin, kemiği benim. Bu gidişle bundan adam olacağı yok. Simitten, gazozdan kazandığını kovboy kitaplarına yatırıyor. Ben nasıl yeteyim bunlara? Altı kardeş, iki de biz etti sekiz. Bir de nineleri, bir de halaları, on nüfusa benim işçi maaşım nasıl yetsin? Alın bunu adam edin. Canı okuyup yazmak isterse işte gazete, işte matbaa" deyip kolundan patrona doğru savuruverdi.

Gazete patronu "Merak etme sen Müslüm dayı. Biz onu adam ederiz. İsterse okuluna da göndeririz. Önce hele eli ayağı alışsın" dedi. Bu sözler, Hem Müslüm'ün içine su serpmiş, hem de Memed'in fıldır fıldır dönen gözlerinin endişesini biraz olsun almıştı…

Gerçekten de Memed gazeteye çok çabuk alıştı. Patronu onu, baskı yapılan yere hiç sokmadı. Gazeteleri koltuğuna verir vermez çıkıyor, daha saati dolmadan çıkıp geldiği oluyordu.

–Dağıttın mı gazeteleri oğlum?

–Dağıttım patron. Çoktan bitti.

–Vilayete, karakola da bıraktın mı?

–Bırakmaz mıyım patron?

–Okuluna da yetişiyor musun?

–Evet patron.

–Oğlum sen fırtına gibisin. Bundan sonra senin adın sadece Memed, değil 'Fırtına Memed' olsun…

O günden sonra da adı öyle kaldı. 'Fırtına Memed' aşağı, 'Fırtına Memed' yukarı. Memlekette olan o kadar çok Memedi ayırt etmek için; 'Hangi Memed?' denildiğinde 'Fırtına Memed' demek yeterli oluyordu…

Patronu; Fırtına Memed'i ortaokulu bitinceye kadar dağıtım ve getir, götür işlerinde tuttu. Bu arada Fırtına Memed, gazeteye hangi yazı gelirse, eline ne geçerse, ne bulursa okuyordu.

Artık, evinden fazla gazetede kalıyordu. Hatta çoğu günler, eve bile gitmiyor, deponun arkasında, arada patronun gündüzleri dinlendiği bir odada yatıyordu. Patron, burayı, traş olmak, üstünü değiştirmek ve işler uzadığında şekerleme yapmak için kullanıyordu. Sonra patron, ona ne zaman "Depoya uğrama" dese, önünden bile geçmiyordu. Patron da onun bu huylarını çok seviyor ve onu evladı gibi sahipleniyordu. Hayat böyle sürüp giderken, bir akşam karanlığında, okuldan erken döndü. Depoya tam girecek ti ki, içerden sesler duydu. Patronunun sesini hemen tanıdı. Ama bir de kadın sesi de çalındı kulağına. Sokağın köşesine çekiliverdi. Önce, her gün gazete bıraktığı kurumunun sekreteri Şak Şak Melahat çıktı içerden. Onun peşinden beş dakika kadar sonra da patronu çıktı. "Demek ki burası sadece dinlenmek için değilmiş" dedi. Onlar gidince anahtarıyla kapıyı açıp, içeri girdi. Bu akşam, odanın ne kadar güzel koktuğunu fark etti…

Gece tesiste birinin kalması patronun işine bile geliyordu. Yoksa; Fırtına Memed'den önce, matbaanın az mı kurşunu çalınmıştı? Nasıl olsa, burada okuduğuna homurdanan da yoktu. İstediği kadar kovboy kitabı okuyordu. Evinden bile rahattı…

Git gide kovboy kitapları geride kaldı. Orhan Veli'nin şiirleri pek hoşuna gider olmuştu. Hele "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?" Sahi ne demekti bu. Şiirin içinde bir kadın mı vardı, bir kız mı? Cımbız, ayna, dünya? Ne demek istiyordu Orhan Veli?...

Daha sonraları bir başka Orhan'ın kitaplarına dadandı. Orhan Kemal. Ne ilginç şeylerdi onlar? Sıcak bir memleketin, güneş kadar sıcak öykülerini yazıyordu o da. Ne kadar sürükleyiciydi…

Liseye başladığı yıl, haber yazmayı çoktan öğrenmişti. Lisede de yıllar da fırtına gibi geçiyordu. Lise sondayken hiç beklemediği bir şey oldu. Mart ayının bir sabahı, polisler gelip patronunu alıp gittiler. Koskoca matbaa ve gazete iki hafta kapalı kaldı. İki hafta sonra patronun karısı çıka geldi. "Böyle olmayacak bu çocuklar. Haydi, yeniden başlıyoruz" dedi. Ve koskoca matbaa ve gazetede ağır bir sorumluluk aldı. Bu yüzden olmalı ki, o yıl liseyi bile bitiremedi. Baskı işçileri ve sekreterle birlikte aylardır maaş alamadılar. Gelen giden eş, dost ve eski siyasilerin de desteğiyle toparlanmak zaman aldı. Borçlar ödendi. Maaşlar ödenmeye başladı. Patrona iyi bir avukat bile tutulmuştu. Artık hapishaneye para bile gönderilir olmuştu…

Fırtına, geçmişte senatörlük yapan bu siyasilerden birinin piposunu çok sevdi. Senatör, bir pipo da ona armağan etti. Tütün içmesini öyle öğrendi. Ömür boyu elinden düşmeyecek tütün kesesi ve pipoyla böyle tanıştı…

Aradan iki yıl geçti. Patron içeriden çıktı geldi. Büyük bir 'hoş geldin, geçmiş olsun" yemeği yapıldı. Patron, Fırtına Memed'e ve işçilere teşekkür etti. Etti ama, altı ay sonra da ekibi yeniledi ve hepsini işten attı…

Bu olay, Fırtına Memed'i çok üzdü. Yıkıldı adeta. Hiç böyle bir acı yaşamamıştı. Hayata gözlerini açtığı, acıyı tatlıyı yaşadığı yerden kapının önüne konulmak çok zor geldi. İçine işledi adeta. Sanki hayatının en büyük dersi buydu…

"Boşluk da önemlidir" deyip, dışarıdan bitirmeye çalıştığı liseyi o bahar bitirdi. Peşinden asker oldu. Asker dönüşü sakallarını kesmek içinden gelmedi. Uzattıkça uzattı. Gitgide sakalları kimliğinin parçası oldu. Ama Fırtına Memed adı daha da değişmedi.

Asker dönüşü, şehirde yeni çıkan bir başka gazetede iş buldu. Orada devam etti uzun yıllar. Oradaki patronu da kalp krizinden öldü. Patronun kızı; "Kal burada. Evlen benimle. Bu tesis hepimize yeter" dediyse de emir kulu olmayı kendisine yediremedi…

Sonra ver elini İstanbul. İstanbul'a geldiğinde yaş otuz beşi aşmıştı. Orada çok çileli günleri de oldu. Yıllardır kesilmeyen sakalları bazen çok işine yaradı. Sokaklarda sabahlarken, bu sakallar sayesinde önüne para atıldı. Bazı zamanlar gittiği barlarda kadınlar etrafını "Süavi, Süavi" diye sardı. O da yetmiyormuş gibi, nereye gitse, "Aaa, Süavi burada" dediler. Uzak yakın, bütün dostları, bu haliyle ünlü bir sanatçının ikizine dönüştüğünü söyleyip, durdular. Bunu 'dalga geçiyorlar' diye de düşündü. Buna arada canı sıkıldıysa da ne ses çıkarabildi, ne de sakallarından vazgeçebildi… Ama bu benzerliği kullanmayı aklından bile geçirmedi…

En güzel parayı ise fotomodel fotoğrafçılığından kazandı. Hayatının en güzel yılları o dönemde geçti. Bilmediği yemekleri yedi. Görmediği lüksleri gördü. Konuşmaya korktuğu kadınlarla sabahladı…

* * *

Bu kadar şaşaalı bir dönemden sonra İstanbul'un orta yerinde yine işsiz kalmıştı. Bazı geceler sokaklarda sabahladığı da oluyordu. Yıllardır, üzerinden çıkarmadığı kadife takım elbisesi, piposu ve sakalından başka can yoldaşı kalmamıştı.

Bir akşam, Beyoğlu'nda eski dostlarını gördü. Sıraselviler'in arka taraflarında şarap alıp içtiler. Gam, kasvet diz boyu. Arada düzene sövdüler. Arada naralar attılar. Artık Beyoğlu yönünü sabah yönüne dönmüştü ki geç vakit bir dostları daha katıldı. İşe yeni başlayan ve avansını yeni alan dostları onları alıp, hem gecenin son biralarını söylemek, hem de girdiği işi kutlamak için, Andon'a götürdü. Andon meyhanesinden çıktılar. Herkesin gidecek bir yeri vardı. O tam; 'kalakaldım' diye düşünmeye zamanı olup olmadığının mı ayırdımına bile varamadan, kollarını açmış, kendine doğru koşan, çok alımlı, frapan ama sarhoş bir kadın sesiyle irkildi…

–Süaviiiii… Süaviiiii… Demek sensin ha… Nerelerdesin aşkım?...

Fırtına Memed;

–"Ben Süavi değilim" diyecek oldu ama fırsat bulamadı. Kadın Memed'e kenetlendi. Ayaküstü uzun uzun öpüştüler…

Fırtına Memed, işin şaşkınlığını atmaya çalıştıysa da, kadın koluna girmiş, sarhoşluğun bütün etkisiyle sarmaş dolaş Taksim'e doğru yürüyorlardı. Kadının tüm söylediklerini anlayamadı bile…

Sokağın başına çıkar çıkmaz kadın her sözcüğün hecelerini karıştırarak;

–Hiçççiiiçççç anlaaaamaammmmm, bu geje ban–a baaaaa–na gidiyoruz, kiiimssseeleree bırakmaaam seniiii, dedi. Ve kendisini bir taksinin arkasına atarken Fırtına Memedi de arka koltuğa çekti. Adresi taksiciye zar zor söyledikten sonra, Memed'in boynuna sarıldı ve uyumaya başladı…

Levent sırtlarında bir siteye geldiklerini ve bir daireye girdiklerini ancak hatırlayabildi Memed. İçeri girer girmez kadın onu, uzun uzun tekrar öptü. Elinden tutup, loş bir yatak odasına çekti. Üzerindekileri çıkarmaya çalışırken;

–Duşunu al gel gel jjjanıııım… Hıccck!….

Günlerdir yıkanmamıştı Memed. Sarhoş kafayla da olsa duş alabildi. Kadının yanına uzandı. Kadın oda karanlığında Memed'e sarıldı.

–Hadi jjjanım…

Memed ne yapacağını biliyordu artık. Bir sevişmeden sonra uyudular. Saatler sonra kadın yine uyandırdı onu;

–Seni bulmuşum, kaçırır mıyım Süaviiii?… Boş durmak yok…

* * *

Zaman hızla akıp geçmiş, saat yarınki günün akşamüstüne çoktan ulaşmıştı. Loş odada önce kadın kalktı. El yordamıyla geceliğini ve sabahlığını aldı dolaptan. Duşa girdi. Çıkarken saçlarını kuruttu. Bir ara geldi, Fırtına Memed'i öptü. Arada bir şeyler söyledi. Yorgun Fırtına bunları anlamadı bile. Günlerin yorgunluğunu çıkarıyordu sanki.

Kadın;

–Süaviiiiii, hadi canım, kahvaltımız hazır aşkım...

Fırtına Memed zar zor kalktı. Epeyce ayılmıştı da. Ama burada işi neydi? O kafasında biraz silikti işte…

Memed tuvalete girdi. Elini yüzünü yıkadı. Giyindi. Büyük bir mutfakta, kuş sütü eksik kahvaltıyı gördü. Oturdu. Kendine çay bile koydu. İlk bir iki lokmayı atıştırdı ki salondan Strauss'un senfonisi yükseldi. Kadın müziği açmaya gitmişti ki döndü. Fırtına Memed'le göz göze geldiler. Ve kadın çığlığı bastı;

–Ulan sen Süavi değilsin!... Sen Süavi değilsin….. Neden bana yalan söyledin. Şerefsiz…

–Ben, ben sana Süavi… diye kekeledi Fırtına.

–S…tir lan… Süavi hiçbir zaman teke gibi kokmadı, tütün kokmadı ki…..

Fırtına kendisini toplar, toplamaz;

–Ben sana Süaviyim demedim ki, dedi.

Ama kadın ortalığı yıkıyordu. Eline de ekmek bıçağını aldı. Fırtına Memed ayağa kalktı. Kadın ona hücum ediyor, Strauss ise tüm gücüyle sesleniyordu. Kahvaltı masasının etrafında dönüyorlardı. Fırtına Memed, nasıl olduysa, kendini dış kapıya attı. Kaşla göz arasında ayakkabılarını kucağına alıp merdivenlerden adı gibi indi. Tam dış kapıdan çıkarken, yukarıdan dinamit gibi patlayan, bir kapının kapatıldığını duydu…

* * *

Fırtına Memed, adını bile bilmediği bu kadınla yaşadıklarından sonra, kendini zar zor attı Beyoğlu'na. Birkaç saat sonra koluna iki sivil polis girdi. Karakola alıverdiler. Yan odada kadın yine bağırıp, çağırıyordu;

–Bu Süavi değil, diye.

Karakol Amiri;

–Ne lan Fırtına, senin böyle işlerin de mi vardı?

Fırtına Memed;

–Abi, "ben Süaviyim" demedim ki... [© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur]

[18 Kasım 2009]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder