[KanalKultur] - Hakan Eraslan, Ahşabın Ruhu adını verdiği, ahşap heykellerden oluşan eserleriyle Galeri Soyut B Salonu'nda 27 kasım - 16 aralık 2015 tarihlerinde ağaç yontu meraklısıyla buluşuyor.
Hakan Eraslan
1971'de Çorum / Osmancık'ta doğdu.
1995'te Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü'nden mezun oldu.
Halen İzmir Karşıyaka'da bir devlet okulunda resim öğretmenliği yapıyor, resim ve heykel çalışmalarına kendi atölyesinde devam ediyor..
insan ve kültüre dair... | twitter: @kanalkultur | instagram: ismailenginhd | facebook: kanalkultur
Bu Blogda Ara
30 Kasım 2015 Pazartesi
24 Kasım 2015 Salı
Bugün Tükenirken Gelecek Nasıl Anımsanacak? - Nurtaç Özler: Oluşum - Dönüşüm
[KanalKultur] - Krişna Sanat Merkezi, 10 aralık 2015 - 10 ocak 2016 tarihleri arasında Nurtaç Özler'i "Oluşum - Dönüşüm" adlı solo sergisiyle konuk ediyor.
Dilek Karaaziz Şener, sergi hakkında kaleme aldığı "Doğa Oluşur ve Resme Dönüşür…" başlıklı yasında şunları kaydediyor:
"Nurtaç Özler’in resminin anlamlarıyla söze başlamalı. Çünkü gerek tema gerekse malzeme üzerinden doğanın insan eli değerek bir tümöre dönüştürdüğü her bir parçasının sızıları hüküm sürüyor. Geometrik düzenler sanatçının resmini izleyenleri doğanın her geçen gün biraz daha tükenen bedeninden kopan bir uzvun içine doğru çekiyor. Parça bütün ilişkili yüzeylerin koyu-şeffaf zıtlıklarının çekici ritminin içinden geçiriyor. Tek bir rengin fon oluşturduğu yüzeylerde parçalanma dıştan içe doğru gelişip merkezdeki renk patlamalarıyla görünmez bir dehlizin içinde kayboluyor. Merkezdeki noktaya çekilen göz, imgenin çağrısını kesinlikle geri çevirmiyor. Söz dinliyor. Zaten imgeleri kim dinler ki gözden başka?! İzleyici çekildiği ve renklerin dinamizmi ile kendini kaybettiği noktada bir anımsama pratiğine girişir. Nedir bu? Apaçık tümöre dönüşen her bir doğa dokusunda, elinin değdiği her yere aynı müzmin hastalığı bulaştıran insanoğlunun geleceğe dair anımsamalarını çoğaltmak…
Dilek Karaaziz Şener, sergi hakkında kaleme aldığı "Doğa Oluşur ve Resme Dönüşür…" başlıklı yasında şunları kaydediyor:
"Nurtaç Özler’in resminin anlamlarıyla söze başlamalı. Çünkü gerek tema gerekse malzeme üzerinden doğanın insan eli değerek bir tümöre dönüştürdüğü her bir parçasının sızıları hüküm sürüyor. Geometrik düzenler sanatçının resmini izleyenleri doğanın her geçen gün biraz daha tükenen bedeninden kopan bir uzvun içine doğru çekiyor. Parça bütün ilişkili yüzeylerin koyu-şeffaf zıtlıklarının çekici ritminin içinden geçiriyor. Tek bir rengin fon oluşturduğu yüzeylerde parçalanma dıştan içe doğru gelişip merkezdeki renk patlamalarıyla görünmez bir dehlizin içinde kayboluyor. Merkezdeki noktaya çekilen göz, imgenin çağrısını kesinlikle geri çevirmiyor. Söz dinliyor. Zaten imgeleri kim dinler ki gözden başka?! İzleyici çekildiği ve renklerin dinamizmi ile kendini kaybettiği noktada bir anımsama pratiğine girişir. Nedir bu? Apaçık tümöre dönüşen her bir doğa dokusunda, elinin değdiği her yere aynı müzmin hastalığı bulaştıran insanoğlunun geleceğe dair anımsamalarını çoğaltmak…
20 Kasım 2015 Cuma
Déjà vu
Elif Aydoğdu Ağatekin |
Déjà vu; Anadolu Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ve Muğla Üniversitesi’nden 8 genç akademisyenin [Elif Aydoğdu Ağatekin, Mustafa Ağatekin, Kaan Canduran, Tuğrul Emre Feyzoğlu, Vedat Kacar, Burcu Öztürk Karabey, Mürşit Cemal Özcan ve Kadir Sevim] eserlerinden oluşuyor..
Serginin ana teması Déjà vu, yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusu. Anı daha önceden yaşamışlık hali.
Sergiye katılan sanatçılar için de aslında bu yeniden biraraya geliş durumu temanın oluşumunu sağlıyor. Bu bağlamda, sergide yer alan eserler, geçmişten bugüne bu duygunun perspektifinde bir açılım sağlayıp izleyicilerle buluşuyor.
Elif Aydoğdu Ağatekin
1977'de Ankara’da doğdu. TED Ankara Koleji’nde lise eğitimini tamamladıktan sonra 2000’de Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Ana Sanat Dalı’nda 2002’de; Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Seramik Anasanat Dalı’ında Sanatta Yeterlilik programını da 2012'de tamamladı. Atık seramikleri kullanarak biçimlendirdiği kavramsal ve politik içerikli eserleriyle yurtiçi ve dışında bir çok etkinliğe katıldı. İki kişisel sergi açtı. Alanında 5 ödül sahibi olan, farklı müze ve koleksiyonlarda eserleri bulunuyor. Halen Birecik Şeyh Edibali Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik ve Cam Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görev yapıyor.
19 Kasım 2015 Perşembe
Orhan Taylan Resim Sergisi
[KanalKultur] - Figüratif resmin güçlü fırçası Orhan Taylan, 14 kasım – 4 aralık 2015 tarihleri arasında Hobi Sanat Galerisi'nde solo sergisiyle sanatseverlerle buluşuyor.
Kapalı bir mekanda, değişik konumlarda poz veren model ve sanatçının ona bakışı ya da modelle bir arada tasarımlanan ölüdoğa elamanları, Orhan Taylan'ın resimlerini oluşturan başlıca konular.
Sanatçının resimlerinde figür; yaşamı, direnmeyi ve geleceğe güveni simgeliyor.
18 Kasım 2015 Çarşamba
Ferzan Genç Çuhadaroğlu Resim Sergisi
[KanalKultur] - Ressam Ferzan Çuhadaroğlu, 21 kasım - 18 aralık 2015 tarihleri arasında, Galeri İdil'de 10. kişisel sergisiyle sanatseverler karşısına çıkıyor.
Ferzan Çuhadaroğlu, eserlerinde farklı malzeme ve tekniklere yer veriyor; suluboya, akrilik ve yağlıboyayı aynı tutku ve ustalıkla kullanıyor. Eserlerindeki canlılık ve dinamizm dikkat çekiyor.
Çuhadaroğlu'nun soyut çalışmalarının yanı sıra insan ve doğaya duyduğu büyük ilgi resimlerine de yansıyor; nüler, çellistler, yağmurlu sokaklar, kalabalık kentler... ele aldığı başlıca konuları, izleyiciyi adeta içine çeken farklı bir yorumla sunuyor.
Sanatçı yıllardan beri titiz bir çalışmayla oluşturduğu tarzının ürünleri olan resimlerini bu sergide sanatsverlerle paylaşıyor.
Ferzan Çuhadaroğlu
1970'de Rize-Pazar'da doğdu. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nden mezun oldu. 1999-2001 İstasyon Sanat Merkezi'nde desen ve yağlı boya dersleri aldı. Hülya Düzenli ile çalıştı.
Ferzan Çuhadaroğlu, eserlerinde farklı malzeme ve tekniklere yer veriyor; suluboya, akrilik ve yağlıboyayı aynı tutku ve ustalıkla kullanıyor. Eserlerindeki canlılık ve dinamizm dikkat çekiyor.
Çuhadaroğlu'nun soyut çalışmalarının yanı sıra insan ve doğaya duyduğu büyük ilgi resimlerine de yansıyor; nüler, çellistler, yağmurlu sokaklar, kalabalık kentler... ele aldığı başlıca konuları, izleyiciyi adeta içine çeken farklı bir yorumla sunuyor.
Sanatçı yıllardan beri titiz bir çalışmayla oluşturduğu tarzının ürünleri olan resimlerini bu sergide sanatsverlerle paylaşıyor.
Ferzan Çuhadaroğlu
1970'de Rize-Pazar'da doğdu. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nden mezun oldu. 1999-2001 İstasyon Sanat Merkezi'nde desen ve yağlı boya dersleri aldı. Hülya Düzenli ile çalıştı.
17 Kasım 2015 Salı
Okul Öncesi Eğitimde İşbirliği: Bir Çocuk - İki Dil
Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürleraşırı Pedagoji Merkezi (Hei-MaT) ile Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) tarafından ikidilli okul öncesi eğitim üzerine yeni bir proje başlatıldı.
Hei-MaT ile AKVAM öğretim üyelerinin birlikte geliştirecekleri eğitim programı, Avrupa ve özellikle Almanya’daki Türk çocuklarının dil problemlerine okul öncesi eğitim kapsamında çözüm olmayı hedefliyor.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen model projenin amacı, Türk ve Alman çocuklarının birlikte gideceği kreşlerde çalışacak öğretmen yetiştirmek.
Dört yıllık bir lisans programı olması planlanan öğrenim sonunda mezunların her iki üniversiteden de diploma alması planlanıyor.
Hei-MaT ile AKVAM öğretim üyelerinin birlikte geliştirecekleri eğitim programı, Avrupa ve özellikle Almanya’daki Türk çocuklarının dil problemlerine okul öncesi eğitim kapsamında çözüm olmayı hedefliyor.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen model projenin amacı, Türk ve Alman çocuklarının birlikte gideceği kreşlerde çalışacak öğretmen yetiştirmek.
Dört yıllık bir lisans programı olması planlanan öğrenim sonunda mezunların her iki üniversiteden de diploma alması planlanıyor.
İki kültürü birleştirirken | Componendo due culture
İtalyan Kültür Merkezi'nde [Meşrutiyet caddesi n.75, Tepebaşı, Beyoğlu – İstanbul] 18 kasım 2015 günü, saay 20'de Francesco Taşkayalı tarafından "İki kültürü birleştirirken" | "Componendo due culture" adlı piano konseri veriliyor.
16 Kasım 2015 Pazartesi
2. İstanbul - Orchestra'Sion-Uluslararası Piyano Yarışması
[KanalKultur] - Notre Dame de Sion Fransız Lisesi tarafından düzenlenen 2. İstanbul - Orchestra'Sion-Uluslararası Piyano Yarışması 16 - 22 kasım 2015 tarihleri arasında yapılıyor.
Yarışmanın Jüri Başkanı ünlü orkestra şefi ve piyanist Vahan Mardirossian.
2. İstanbul Orchestra’Sion Uluslararası Piyano Yarışması'na 14 değişik ülkeden yaklaşık 100 aday başvurdu. Haziran ayında Jüri bir ön seçim gerçekleştirerek yarışacak 40 adayı belirledi.
Uluslararası Piyano Yarışması’nın Gala Gecesi ve Ödül Töreni 22 kasım 2015 pazar akşamı saat 19.00'da, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda. İzleyicilere açık olan gece, TRT HD kanalından canlı olarak yayınlanıyor.
Yarışmanın Jüri Başkanı ünlü orkestra şefi ve piyanist Vahan Mardirossian.
2. İstanbul Orchestra’Sion Uluslararası Piyano Yarışması'na 14 değişik ülkeden yaklaşık 100 aday başvurdu. Haziran ayında Jüri bir ön seçim gerçekleştirerek yarışacak 40 adayı belirledi.
Uluslararası Piyano Yarışması’nın Gala Gecesi ve Ödül Töreni 22 kasım 2015 pazar akşamı saat 19.00'da, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda. İzleyicilere açık olan gece, TRT HD kanalından canlı olarak yayınlanıyor.
14 Kasım 2015 Cumartesi
Geçmişe Tanıklık
Aylin Zaptçıoglu - İsimsiz, tuval üzeri yağlıboya, 178 x 98 cm., 2015 |
Evin Sanat Galerisi, 7. Salon 712A numaralı standında Nuri İyem ve Nasip İyem’in eserlerinin yanı sıra Neş’e Erdok, Rahmi Aksungur, Cansen Ercan, Temür Köran, Hakan Gürsoytrak, Zulal, Hakan Cingöz, Emin Turan, Setenay Alpsoy ve Aylin Zaptçıoğlu’nun yeni eserlerinden oluşan bir seçkiyle yer alıyor.
16 Eylül – 31 Ekim tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi’nde gerçekleşen “Nuri İyem 100 Yaşında / Portre” sergisi ile 100. yaşını kutlanılan Nuri İyem’in, sergi kapsamında gerçekleştirilen kendi atölyesinin canlandırılması, ARTIST 2015 / 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’na taşınıyor.
Nuri İyem’in kendi çektiği fotoğraftan yola çıkarak hazırlanan atölye canlandırılması; sanatçının bitmemiş eserleri, paleti, fırçaları, kişisel eşyalarını içeriyor.
13 Kasım 2015 Cuma
Galeri İlayda Contemporary Istanbul’da!
Özcan Uzkur - İnsanlığın Sonu Serisi 1 | The End of Humanity Series 1, karışık teknik | mixed media, 100x70 cm., 2015 |
Contemporary Istanbul, İstanbul’u geniş bir sanat izleyicisi kitlesinin odak noktası yapıyor.
Contemporary İstanbul 2015’e Galeri İlayda, Lütfi Kırdar Rumeli Salonu A2-405 no’lu standında Atilla Galip Pınar, Caner Şengünalp, Damla Özdemir, Derya Özparlak, Gazi Sansoy, Nurdan Likos, Kerim Yetkin, Mehmet Turgut ve Özcan Uzkur’un Contemporary Istanbul 2015 için özel olarak hazırladıkları eserlerle katılıyor.
Atilla Galip Pınar, eserlerinde varoluş karşısındaki bilgisizliğinin, geçiciliğinin, çaresizliğinin, yalnızlığının ve tutsaklığının farkına varan birey, tedirgin bir ruh haline bürünür ve bu farkındalıkla derin bir yabancılaşmayla yüzleşiyor.. Bu bağlam, sanatçının eserlerinin kavramsal altyapısını oluşturuyor. Yapıtlarında, çoğunlukla bir kutuyu andıran iç mekanlarda, dönüşen insanlar, bağıran, ürkmüş hayvanlar, girift dallar, kökler, ağaçlar… vs. bu altyapıyla örtüşecek şekilde tasvir ediliyor.. Sonuçta, kaotik bir uyumun egemen olduğu, ontolojik düşünce katmanlarından oluşan, güçlü eserler ortaya çıkıyor. Resimlerinde çoğunlukla kendi iç yolculuğunun ve varoluş sorgulamalarının yansımalarını izleyiciyle paylaşıyor. İnsan ve doğa ilişkisini temel alan, duygusal anlamda loş olarak tanımlanabilecek fakat bütünüyle pesimist olmayan bir yaklaşımın görüldüğü eserler, özellikle günümüz insanının maddeselliğe indirgenmiş genel bilinç düzeyine eleştiriler yöneltiyor.
Caner Şengünalp, heykeli insan yaşamını süslemek için değil, değiştirmek ve bilgi aktarımını sağlamak için yapan sanatçı, uygulamalarını bu yönde tasarlıyor. Özellikle kentsel mekanlar için heykeli bir mekan kurucu öğe olarak üretir ve mekânsal bağlamın taşıdığı anlamı sorgulayarak, izleyicinin yapıtın aktif bir tamamlayıcısı olmasına, mekânsal belleğin yapıtın oluşum sürecine katılmasına dikkat ediyor. “Maket” ölçeğine indirgenmiş figürler, büyük bir tiyatro sahnesi gibi düşünülen, her gün daha da büyüyen ve dönüşen İstanbul’un birer aktörleri olarak bu dev sahnede yerlerini alıyor.
Osman Arık'tan Otomobil Resimleri
© Osman Arık |
Sergide genç sanatçının son dönem yapıtlarından oluşan özel çalışmaları yer alıyor...
Osman Arık "Neden Araba Resimleri" başlığıyla kaleme aldığı yazısında şunları kaydediyor:
"Sanatçıların çoğu gibi ben de resim yapmaya çocukluk yıllarımda başladım. Sanki gözümü açar açmaz çizmeye başladım gibi hissediyorum. Sadece otomobil çizerdim. Kimsenin bana, "şunun resmini yap" dediğini anımsamıyorum. Kendi kendime bu işe başlamamda bir anlam vardı bence ve hayatım boyunca otomobil çizimleri yapmak için bu yüzden ısrarcı davrandığımı söyleyebilirim. İlk yıllarda kendi kendime tasarımlar yapardım daha sonra genelde klasik otomobillere ilgi duydum. Nedenini şu şekilde açıklayabilirim sanırım:
İnsanlık; modern çağda yaşamasına, neredeyse bütün teknolojik imkânlara sahip olmasına, bunları kullanabilmesine rağmen geçmiş dönemlere karşı bir özlem ve hayranlık duymaktadır. Eski kıyafetler, ev eşyaları, apartmanlar, tasarımlar, sanat eserleri vb.… Bu hayranlık yaşadığımız her anın geçmişten kopup gelmesine bağlıdır belki de. Geçmişe karşı duyulan hayranlığın en temel örneklerinden biri ise otomobillerdir kuşkusuz. Çünkü üretildikleri dönemin tasarım fikrini ve belki de sanat anlayışını yansıtırlar. Abartıyor olabilirim hatta ama her biri sanat eseri gibi geliyor bana, en azından o kaygı ile tasarlanmışlar sanki. Örneğin; üretildiği dönemin bütün özeliklerini yansıtan 1929 model Bentley Blower marka otomobilde içe-dışa doğru genişleyen daralan hatlar, yuvarlak dalgalı çizgiler ve her eski otomobilde bulunduğuna inandığım estetik kaygı bana bir heykeli anımsatıyor. Yürüyen, ses çıkaran ve hatta hız yapabilen bir heykel. Bir çok parça kaportanın altına gizlenmemiş, apaçık ortadadır. Bu durum detayları da gözler önüne serer. Detaylar her zaman ilgimi çekmiştir.
12 Kasım 2015 Perşembe
Balkon
© Can Göknil - Balkondakiler |
Günümüzde çeşitli şekilleri ve işlevleri olan balkonlar toplumsal kırılma zeminleri de yaratan önemli mimari ögelerden.
İstanbul'un denizle içiçe konumu balkonları zamanla kaçınılmaz kıldı.
Osmanlı döneminde iç mekanda otururken üç değişik manzaranın birlikte gözlemlenebildiği geleneksel cumbaların yerini günümüzde balkonlar aldı.
İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, balkonun mimari kullanımının yanı sıra; edebiyat, tiyatro ve diğer görsel sanatlarda da balkonla özdeşleşen unutulmaz örneklere rastlanır:
11 Kasım 2015 Çarşamba
Ben Orhan Veli
Orhan Veli 65. ölüm yıldönümünde Tiyatro Kumpanyası’nın oyunu ile anılıyor.
Tiyatro Kumpanyası’nın usta oyuncusu Kemal Kocatürk’ün yönetmenliğindeki “Ben Orhan Veli”, Orhan Veli’nin 65. ölüm yıldönümü anısına, 18 kasım 2015 çarşamba günü Şişli Belediyesi’nin girişimiyle, Şişli Kent Kültür Merkezi ev sahipliğinde seyirciyle buluşuyor.
“Ben Orhan Veli”, Orhan Veli Kanık'ın kısıtlı yaşamına sığdırdığı unutulmaz şiirlere, dünya görüşüne, yazılarına, öykülerine, aşklarına, dostluklarına ve çile dolu hayatına bir ağıt niteliğinde.
Orhan Veli'nin hiç bilinmeyen yanlarını ortaya çıkaran “Ben Orhan Veli”, şairin fikirlerinin bugünü nasıl kucakladığını gözler önüne seriyor. Oyun, Orhan Veli’nin ne kadar ileri görüşlü biri olduğunu anlatırken, geçen zamanın Türkiye'nin değerlerinden, kültüründen ve insanından neler çaldığını da gösteriyor.
Kemal Kocatürk ve Ozan Sevin’in rol aldığı oyun, Ayça Kocatürk’ün özgün besteleriyle Orhan Veli şiirlerini bir şölene çeviriyor. Dekor ve kostümün Sırrı Topraktepe'ye ait olduğu oyunda ışık tasarımı Aslı Atasoy'a ait.
Tiyatro Kumpanyası’nın usta oyuncusu Kemal Kocatürk’ün yönetmenliğindeki “Ben Orhan Veli”, Orhan Veli’nin 65. ölüm yıldönümü anısına, 18 kasım 2015 çarşamba günü Şişli Belediyesi’nin girişimiyle, Şişli Kent Kültür Merkezi ev sahipliğinde seyirciyle buluşuyor.
“Ben Orhan Veli”, Orhan Veli Kanık'ın kısıtlı yaşamına sığdırdığı unutulmaz şiirlere, dünya görüşüne, yazılarına, öykülerine, aşklarına, dostluklarına ve çile dolu hayatına bir ağıt niteliğinde.
Orhan Veli'nin hiç bilinmeyen yanlarını ortaya çıkaran “Ben Orhan Veli”, şairin fikirlerinin bugünü nasıl kucakladığını gözler önüne seriyor. Oyun, Orhan Veli’nin ne kadar ileri görüşlü biri olduğunu anlatırken, geçen zamanın Türkiye'nin değerlerinden, kültüründen ve insanından neler çaldığını da gösteriyor.
Kemal Kocatürk ve Ozan Sevin’in rol aldığı oyun, Ayça Kocatürk’ün özgün besteleriyle Orhan Veli şiirlerini bir şölene çeviriyor. Dekor ve kostümün Sırrı Topraktepe'ye ait olduğu oyunda ışık tasarımı Aslı Atasoy'a ait.
Barış...
Toplumsal Tarih kasım 2015'te yayınlanan 263. sayısının kapağını 10 ekim 2015 günü Ankara’daki Barış mitinginde hayatını kaybeden 102 kişinin hatırasına ayırdı.
Aydan Çelik’in çizimiyle hazırlanan kapakta öne çıkarılan “İstanbul ve Boğaz Kıyılarının Akışkan Panoraması” başlıklı makale, Aslı Özgen Tuncer’e ait. Tuncer, İstanbul’un sinemadaki “akışkan” imgesini, Haliç veya Boğaz boyunca su üzerinden akan panoramik çekimler etrafında inceliyor.
Mete Tunçay “Şevket Süreyya Aydemir’in Mektubu” başlıklı yazısında, TKP’nin 1927 tevkifatıyla Türkiye komünist hareketinde yaşanan kırılmayı ve Şevket Süreyya Aydemir’in 1928 yılında Komintern’e yazdığı mektubu ele alıyor.
Murat Koraltürk, “Fırtına ve Yaşlı Bir Gemi: Adana Şilebinin Batışı” başlıklı yazısında, 27 ocak 1943’te Karadeniz’de bir yıldız karayel fırtınasında batan Adana şilebinden hareketle, Türkiye’de yaşanan deniz kazalarının nedenleri üzerinden duruyor.
Nurşen Gürboğa, “1923 Nüfus Mübadelesi ve Mübadil Romanlara Yönelik İskân ve Denetim Politikaları” başlıklı yazısında, devletin Mübadele ve sonrasında Romanlara yönelik gözetim ve denetim mekanizmalarının izini sürüyor; Roman / Çingene toplulukların ulus inşasına ve toplumsal yaşama dahil edilecek makbul yurttaşlar olarak görülmeyişinin altını çiziyor.
Murat Cankara, “Ahmed Midhat Efendi’nin Kaleminden Büyülü Fener”de, Ahmed Midhat Efendi’nin yazdığı ve ilk kez resimli Mir’ât-ı Âlem dergisinde yayımlanmış, ardından Manzara dergisi tarafından bir kitapçık olarak basılmış olan Sihr-i Sirâcî adlı eseri inceliyor.
Aydan Çelik’in çizimiyle hazırlanan kapakta öne çıkarılan “İstanbul ve Boğaz Kıyılarının Akışkan Panoraması” başlıklı makale, Aslı Özgen Tuncer’e ait. Tuncer, İstanbul’un sinemadaki “akışkan” imgesini, Haliç veya Boğaz boyunca su üzerinden akan panoramik çekimler etrafında inceliyor.
Mete Tunçay “Şevket Süreyya Aydemir’in Mektubu” başlıklı yazısında, TKP’nin 1927 tevkifatıyla Türkiye komünist hareketinde yaşanan kırılmayı ve Şevket Süreyya Aydemir’in 1928 yılında Komintern’e yazdığı mektubu ele alıyor.
Murat Koraltürk, “Fırtına ve Yaşlı Bir Gemi: Adana Şilebinin Batışı” başlıklı yazısında, 27 ocak 1943’te Karadeniz’de bir yıldız karayel fırtınasında batan Adana şilebinden hareketle, Türkiye’de yaşanan deniz kazalarının nedenleri üzerinden duruyor.
Nurşen Gürboğa, “1923 Nüfus Mübadelesi ve Mübadil Romanlara Yönelik İskân ve Denetim Politikaları” başlıklı yazısında, devletin Mübadele ve sonrasında Romanlara yönelik gözetim ve denetim mekanizmalarının izini sürüyor; Roman / Çingene toplulukların ulus inşasına ve toplumsal yaşama dahil edilecek makbul yurttaşlar olarak görülmeyişinin altını çiziyor.
Murat Cankara, “Ahmed Midhat Efendi’nin Kaleminden Büyülü Fener”de, Ahmed Midhat Efendi’nin yazdığı ve ilk kez resimli Mir’ât-ı Âlem dergisinde yayımlanmış, ardından Manzara dergisi tarafından bir kitapçık olarak basılmış olan Sihr-i Sirâcî adlı eseri inceliyor.
Bir Çocuk – İki Dil | Ein Kind – Zwei Sprachen
[KanalKultur] - Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) ile Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürleraşırı Pedagoji Merkezi (Hei-MaT), Friedrich Ebert Stiftung Derneği İstanbul'un desteğiyle 11-12 kasım 2015 tarihlerinde "Bir Çocuk – İki Dil: Türk-Alman Kreşlere Öğretmen Yetiştirmeye Yönelik Müfredat Çalışmaları | Ein Kind – Zwei Sprachen: Curriculare Überlegungen zur Ausbildung von Erziehern für deutsch-türkische Kitas" başlıklı bir sempozyum düzenliyor.
Sempozyumda "Çok Dilliliğin Getirdiği Fırsatlar ve Zorluklar | Chancen und Herausforderungen durch Mehrsprachigkeit"; "Erken Çocukluk Döneminde Çokdilli Eğitim ve Türk Kökenli Göçmen Çocukların Durumu: Ülke Örnekleri | Mehrsprachige frühkindliche Bildung und Situation der Kinder mit türkischem Migrationshintergrund - Länderbeispiele"; "İki Dilli Kreşlerde Uygulamalar: Fırsatlar ve Deneyimler | Der Bildungsalltag in bilingualen Kindertagesstätten: Chancen und Erfahrungen"; "Erken Çocuklukta İki Dilli Eğitim İçin Öğretim Müfredatı Önerileri | Hochschuldidaktische Anregungen für bilinguale frühkindliche Bildung" ve "Çift Diplomalı İki Dilli Eğitim Bölümünün Kuruluşu İçin Gereken Unsurlar | Aspekte des Aufbaus eines Studienganges für bilinguale frühkindliche Bildung mit Doppelabschluss" başlıklı oturumlar yer alıyor. İlgili sempozyum, "Değerlendirme Oturumu ve Kapanış | Abschlusssitzung" ile sona eriyor.
"Bir Çocuk – İki Dil: Türk-Alman Kreşlere Öğretmen Yetiştirmeye Yönelik Müfredat Çalışmaları | Ein Kind – Zwei Sprachen: Curriculare Überlegungen zur Ausbildung von Erziehern für deutsch-türkische Kitas" sempozyumuna Prof. Dr. Erol Esen (Antalya), Prof. Dr. Havva Engin (Heidelberg), Prof. Dr. M. Ali Akıncı, Prof. Dr. Ural Manço, Prof. Dr. Peter Doye (Braunschweig), Prof. Dr. İlhan Tomanbay (Ankara), Prof. Dr. Jochen Rehbein (Antalya), Doç. Dr. Zeliha Yazıcı (Antalya), Doç. Dr. Mehmet Canbulat (Antalya), Doç. Dr. Bengül Çetintaş (Antalya), Dr. Yaşar Aydın (Hamburg), Dr. Aylin Yıldırım Tschoepe, Dr. Nihal Durmuş (Eicstätt-Ingolstadt), Dr. Reyhan Kuyumcu (Kiel), Dr. Jennifer Hartog (Toronto), Dr. Seyfi Özgüzel (Antalya), İrem Bezcioğlu Göktolga (Tilburg), Dr. Marina Burd (Berlin), Sevgi Uysal-Şahin (Mannheim), Berrin Nakipoğlu-Schimang (Frankfurt a. Main), Elif Welsh (İstanbul) ve Katja Abzieher (Mannheim) sunumlarıyla katkı sağlıyor. [KanalKultur]
Bir Çocuk – İki Dil: Türk-Alman Kreşlere Öğretmen Yetiştirmeye Yönelik Müfredat Çalışmaları | Ein Kind – Zwei Sprachen: Curriculare Überlegungen zur Ausbildung von Erziehern für deutsch-türkische Kitas / 11-12 Kasım | November 2015, Antalya
Sempozyumda "Çok Dilliliğin Getirdiği Fırsatlar ve Zorluklar | Chancen und Herausforderungen durch Mehrsprachigkeit"; "Erken Çocukluk Döneminde Çokdilli Eğitim ve Türk Kökenli Göçmen Çocukların Durumu: Ülke Örnekleri | Mehrsprachige frühkindliche Bildung und Situation der Kinder mit türkischem Migrationshintergrund - Länderbeispiele"; "İki Dilli Kreşlerde Uygulamalar: Fırsatlar ve Deneyimler | Der Bildungsalltag in bilingualen Kindertagesstätten: Chancen und Erfahrungen"; "Erken Çocuklukta İki Dilli Eğitim İçin Öğretim Müfredatı Önerileri | Hochschuldidaktische Anregungen für bilinguale frühkindliche Bildung" ve "Çift Diplomalı İki Dilli Eğitim Bölümünün Kuruluşu İçin Gereken Unsurlar | Aspekte des Aufbaus eines Studienganges für bilinguale frühkindliche Bildung mit Doppelabschluss" başlıklı oturumlar yer alıyor. İlgili sempozyum, "Değerlendirme Oturumu ve Kapanış | Abschlusssitzung" ile sona eriyor.
"Bir Çocuk – İki Dil: Türk-Alman Kreşlere Öğretmen Yetiştirmeye Yönelik Müfredat Çalışmaları | Ein Kind – Zwei Sprachen: Curriculare Überlegungen zur Ausbildung von Erziehern für deutsch-türkische Kitas" sempozyumuna Prof. Dr. Erol Esen (Antalya), Prof. Dr. Havva Engin (Heidelberg), Prof. Dr. M. Ali Akıncı, Prof. Dr. Ural Manço, Prof. Dr. Peter Doye (Braunschweig), Prof. Dr. İlhan Tomanbay (Ankara), Prof. Dr. Jochen Rehbein (Antalya), Doç. Dr. Zeliha Yazıcı (Antalya), Doç. Dr. Mehmet Canbulat (Antalya), Doç. Dr. Bengül Çetintaş (Antalya), Dr. Yaşar Aydın (Hamburg), Dr. Aylin Yıldırım Tschoepe, Dr. Nihal Durmuş (Eicstätt-Ingolstadt), Dr. Reyhan Kuyumcu (Kiel), Dr. Jennifer Hartog (Toronto), Dr. Seyfi Özgüzel (Antalya), İrem Bezcioğlu Göktolga (Tilburg), Dr. Marina Burd (Berlin), Sevgi Uysal-Şahin (Mannheim), Berrin Nakipoğlu-Schimang (Frankfurt a. Main), Elif Welsh (İstanbul) ve Katja Abzieher (Mannheim) sunumlarıyla katkı sağlıyor. [KanalKultur]
Bir Çocuk – İki Dil: Türk-Alman Kreşlere Öğretmen Yetiştirmeye Yönelik Müfredat Çalışmaları | Ein Kind – Zwei Sprachen: Curriculare Überlegungen zur Ausbildung von Erziehern für deutsch-türkische Kitas / 11-12 Kasım | November 2015, Antalya
10 Kasım 2015 Salı
İsmail Engin arşivinden: L'Illustration de Turquie, La Turquie Kamâliste ... La Turquie Kemaliste ...
Groupe d'ouvriers participants à la lutte antipaludéènne, p. 15 [14] - "Une étude sur mon voyage à Magnesie et sur ce que j'y ai vu" L'Illustration de Turquie, 21-22 (1934): 13 - 17. |
La Turquie Kemaliste, 6 (1935) |
La Turquie Kamâliste, 7 (1935) |
La Turquie Kamâliste, 13 (1936) |
La Turquie Kamâliste, 19 (1937) |
La Turquie Kemaliste, 23-24 (1938) |
La Turquie Kemaliste, [Octobre] 27 (1938) |
8 Kasım 2015 Pazar
Ece Çayırlı: Unique ve Fason Dünyalar...
[© Ece Çayırlı - KanalKultur] - Değişik ülkelerde birçok insana sorsalar, "Dünya’nın en etkili modacısı kim?" diye, hiç tereddüt etmeden herhalde Karl Lagerfeld der.
Neden? En çok üreten modacılardan biridir de ondan.
Yanlış hatırlamıyorsam, her sezon değişik moda evleri için sekiz ayrı koleksiyon hazırlıyor – bu, yılda 16 koleksiyon demek –. Bunların hepsi birbirinden farklı ve hiçbir zaman birbirinin tekrarı değil. Bunu başarabilen insan, şu anda 82 yaşında.
80’inci doğum günü için hayatına dair kitaplar yazılıp, filmler çekildiğinde anlamıştım Lagerfeld’in tükenmek bilmeyen yaratıcılığının kaynağını. Çocukluğundan beri okuyan, sanatın her dalını takip eden, çok iyi çizim yapan, ustaca fotoğraf ve film çeken çok yönlü bir sanatçı olduğunu...
Geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel medyada yoğun olarak ünlü bir moda zincirinin moda kampanyasının haberi işlendi. Kendisini Türkiye’nin elit kesiminden sayan, "unique" – yani eşi olmayan, örnek kabul eden insanların, fason üretim yapan bir şirketin global bir kampanyasına nasıl kurban gittiklerine ve bunun farkına dahi varmadıklarına tanık olduk!
Düşündürücü olan, azımsanmayacak sayıda insanın, bir mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapması değildir. Böyle kampanyalar her ülkede yapılıyor ve aynı ilgiyi görüyor.
Düşündürücü olan, orada bulunan insanların hepsinin, gerçek tasarım ürünlerini alabilecek ekonomik güce sahip olmalarına rağmen, orjinalden ziyade taklidini seçmeleridir.
Bu, Türkiye’de yaratıcılığın hangi noktada bulunduğu gerçeğinin sosyolojik yansımasıdır; zira, orada mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapanların önemli bir kısmı, Türkiye’de modaya ve cemiyet hayatına yön verme iddasıyla yazılı - görsel medyada her gün arz-ı endam eden insanlardır.
Sanat ile modanın – ki moda sanatın günümüzde en önemli ayaklarından birini oluşturuyor – en ama en önemli özelliği, yaratıcı ve orjinal olmasından geçer. Onu özel kılan, o güne kadar hiç kimsenin o şekilde bir ürün ortaya koy(a)mamasıdır.
Dünya çapında "unique", yani eşi benzeri olmayan, insanların biyografilerini incelediğimiz zaman, işlerinin / ürünlerinin farklı ve tek olmasının altındaki en önemli unsurun, uzun yılların sanat ve eğitim birikimi olduğunu görürüz.
Bu insanlar, değişik sanat dallarına birden hakim olup, köklü bir eğitimden sonra, öğrendiklerini farklı ülkelerde ve üstatların yanında sınarlar.
Toplumsal ve ailevi yetiştirme şekli, eğitim kurumlarının eğitim anlayışı, bireyin sadece üretken olması için değil, mümkün olduğunca iyi donanım kazanması / elde etmesi; edindiği bütün birikimin sonucu olarak da özgün sonuçlara varması için çaba gösterir. Hedef, birbirinin taklidi ürünler ve çözümler üretmek yerine, bazen toplum ona hazır olmasa bile – yeni bir düşünce, duruş, anlayış veya moda bağlamında düşünülecek olursa – toplumsal ruhu en iyi şekilde yansıtabilen kreasyonlar ortaya koymaktır.
Ne yazık ki, Türkiye toplumu bu düşünce ve yetiştirme tarzına henüz uzak kalmaktadır; zira, toplumda kabul gören tutum ve duruş, birbirinin benzeri olmaktan geçmektedir. Bunu, siyasetten eğitim anlayışına; inancın icra şekline; kurumların işleyişine; müzikten sanatın değişik alanlarına kadar, bütün toplumsal yelpazede görmek mümkündür.
Sonuç olarak, bireysel ve farklı düşüne(bile)n, risk ala(bile)n, fikrini yalnız olsa da söylemekten sakınmayan bireyler yerine, "fason" yani başkasının daha önce düşünüp, doğru diye kurgulayıp karar kıldığı modele sıkı sıkı sarılan; bunu hayatının her aşamasında mükemmelliyet düzeyinde uygulamaya çalışan insanlarla karşı karşıya kalınıyor ve bu toplumun fasonlaşmasını sağlıyor...
Toplumda farklı, yani "unique" olma anlayışı örselendiği veya zayıf olduğu için, kendini Türkiye toplumunun eliti kabul eden insanlar; dünyada fason üretiminde en üst noktaya gelmiş bir moda zincirinin mağazasında, farklı ve eşsiz olacağım düşüncesiyle, yangından mal kaçırırcasına alış-veriş çılgınlığına kapılabiliyor; hezeyan halinde bunu savunabiliyor. [© Ece Çayırlı - KanalKultur]
Neden? En çok üreten modacılardan biridir de ondan.
Yanlış hatırlamıyorsam, her sezon değişik moda evleri için sekiz ayrı koleksiyon hazırlıyor – bu, yılda 16 koleksiyon demek –. Bunların hepsi birbirinden farklı ve hiçbir zaman birbirinin tekrarı değil. Bunu başarabilen insan, şu anda 82 yaşında.
80’inci doğum günü için hayatına dair kitaplar yazılıp, filmler çekildiğinde anlamıştım Lagerfeld’in tükenmek bilmeyen yaratıcılığının kaynağını. Çocukluğundan beri okuyan, sanatın her dalını takip eden, çok iyi çizim yapan, ustaca fotoğraf ve film çeken çok yönlü bir sanatçı olduğunu...
Geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel medyada yoğun olarak ünlü bir moda zincirinin moda kampanyasının haberi işlendi. Kendisini Türkiye’nin elit kesiminden sayan, "unique" – yani eşi olmayan, örnek kabul eden insanların, fason üretim yapan bir şirketin global bir kampanyasına nasıl kurban gittiklerine ve bunun farkına dahi varmadıklarına tanık olduk!
Düşündürücü olan, azımsanmayacak sayıda insanın, bir mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapması değildir. Böyle kampanyalar her ülkede yapılıyor ve aynı ilgiyi görüyor.
Düşündürücü olan, orada bulunan insanların hepsinin, gerçek tasarım ürünlerini alabilecek ekonomik güce sahip olmalarına rağmen, orjinalden ziyade taklidini seçmeleridir.
Bu, Türkiye’de yaratıcılığın hangi noktada bulunduğu gerçeğinin sosyolojik yansımasıdır; zira, orada mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapanların önemli bir kısmı, Türkiye’de modaya ve cemiyet hayatına yön verme iddasıyla yazılı - görsel medyada her gün arz-ı endam eden insanlardır.
Sanat ile modanın – ki moda sanatın günümüzde en önemli ayaklarından birini oluşturuyor – en ama en önemli özelliği, yaratıcı ve orjinal olmasından geçer. Onu özel kılan, o güne kadar hiç kimsenin o şekilde bir ürün ortaya koy(a)mamasıdır.
Dünya çapında "unique", yani eşi benzeri olmayan, insanların biyografilerini incelediğimiz zaman, işlerinin / ürünlerinin farklı ve tek olmasının altındaki en önemli unsurun, uzun yılların sanat ve eğitim birikimi olduğunu görürüz.
Bu insanlar, değişik sanat dallarına birden hakim olup, köklü bir eğitimden sonra, öğrendiklerini farklı ülkelerde ve üstatların yanında sınarlar.
Toplumsal ve ailevi yetiştirme şekli, eğitim kurumlarının eğitim anlayışı, bireyin sadece üretken olması için değil, mümkün olduğunca iyi donanım kazanması / elde etmesi; edindiği bütün birikimin sonucu olarak da özgün sonuçlara varması için çaba gösterir. Hedef, birbirinin taklidi ürünler ve çözümler üretmek yerine, bazen toplum ona hazır olmasa bile – yeni bir düşünce, duruş, anlayış veya moda bağlamında düşünülecek olursa – toplumsal ruhu en iyi şekilde yansıtabilen kreasyonlar ortaya koymaktır.
Ne yazık ki, Türkiye toplumu bu düşünce ve yetiştirme tarzına henüz uzak kalmaktadır; zira, toplumda kabul gören tutum ve duruş, birbirinin benzeri olmaktan geçmektedir. Bunu, siyasetten eğitim anlayışına; inancın icra şekline; kurumların işleyişine; müzikten sanatın değişik alanlarına kadar, bütün toplumsal yelpazede görmek mümkündür.
Sonuç olarak, bireysel ve farklı düşüne(bile)n, risk ala(bile)n, fikrini yalnız olsa da söylemekten sakınmayan bireyler yerine, "fason" yani başkasının daha önce düşünüp, doğru diye kurgulayıp karar kıldığı modele sıkı sıkı sarılan; bunu hayatının her aşamasında mükemmelliyet düzeyinde uygulamaya çalışan insanlarla karşı karşıya kalınıyor ve bu toplumun fasonlaşmasını sağlıyor...
Toplumda farklı, yani "unique" olma anlayışı örselendiği veya zayıf olduğu için, kendini Türkiye toplumunun eliti kabul eden insanlar; dünyada fason üretiminde en üst noktaya gelmiş bir moda zincirinin mağazasında, farklı ve eşsiz olacağım düşüncesiyle, yangından mal kaçırırcasına alış-veriş çılgınlığına kapılabiliyor; hezeyan halinde bunu savunabiliyor. [© Ece Çayırlı - KanalKultur]
7 Kasım 2015 Cumartesi
Kadıköy Değişirken...
Bedri Rahmi Eyüboğlu - "Fenerbahçe" 50 x 70 cm., 1974 |
Evinizin ilk katından Kalamış sahilini görürken, onuncu kattan Sivriada’yı bile görememek…
Kırk elli sene önce akvaryum gibi bir denizin bataklık gazları üreten ürkütücü hali…
Palamut büyüklüğünde “akıntı istavritleri” anılarından sonra minik kraçalara” razı olmak…
Sahil kahvelerinden etçilere, yıldızlı otel meyhanelerine evrilen anı paylaşım mekanları…
6 Kasım 2015 Cuma
Shuffle
Gülşah Bayraktar - "Sıkı Dostlar" mdf üzerine akrilik, 10 x 10 cm., 2014 |
42 Maslak Art!SPACE, ‘Gallery Spotlight’ etkinliklerinin ilkinde Mixer’i ağırlıyor.
Mixer’in dinamik yapısını ve gelecek vaat eden genç sanatçılarını ön plana çıkaran ‘Shuffle’ seçkisi 5 kasım – 11 aralık 2015 tarihleri arasında izlenilebiliyor.
Kendine özgü teknikle metal plakalar üzerinde pasın yarattığı tahribatı soyutlanmış manzaralara dönüştüren Berkay Buğdanoğlu, küçük boyutlu ahşap yüzeylere yaptığı nostaljik aile portreleriyle Gülşah Bayraktar, sokağın klişelerinin çekiciliğini ikonik fotoğraflarla birleştiren Joachim Romain ve Kürşat Bayhan’ın IŞİD’den kaçan Yezidi’lerin yolculukları esnasında taşıdıkları son yaşam kaynağı olan su şişelerini fotoğrafladığı serisi 42 Maslak Art!SPACE’in alt katında yer alıyor.
Sergi mekânın giriş katında ise Sultan Burcu Demir’in kesik kağıtları birbirine yapıştırarak oluşturduğu ‘Filozoflar’ serisinden portreler, Anna Bak’ın çizimleriyle eski fotoğrafları bir araya getirdiği kolajları ve Elif Özen’in mürekkep ve yağlı boya kullanarak, kağıt üzerinde yarattığı fotorealistik iç mekânlardan yalnız manzaralar izleyicileri bekliyor...
Ecevit, Bülent [Bülent Ecevit]
Bülent Ecevit (1925 - 2006): Türk şair, yazar, çevirmen, siyasetçi ve devlet adamı.
28 Mayıs 1925'te İstanbul'da doğdu.
1944 yılında Robert Kolej'i bitirdi. 1946'da Rahşan Aral ile evlendi.
1944'te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı; Londra Üniversitesi'nde Sanskrit, Bengalce, Sanat Tarihi bölümlerine devam etti. 1957'de ABD'de Harvard Üniversitesi'nde sekiz ay incelemelerde bulundu.
1944'te Ankara'da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ne İngilizce çevirmeni olarak girdi. 1946-50 arasında Londra'da Türk Basın Ataşeliği'nde çalıştı.
1950-60 arasında "Ulus" gazetesinde, ve "Ulus"un kapatıldığı yıllarda "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinde, yazar ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. 1954 sonu ile 1955 başlarında ABD'de, Kuzey Carolina'da yayımlanan "Winston Salem" gazetesinde konuk gazeteci olarak görev yaptı.
1965'te "Milliyet" gazetesinde günlük yazılar yazdı. 1950'lerde "Forum" dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. 1972'de aylık "Özgür İnsan", 1981'de haftalık "Arayış", 1988'de aylık "Güvercin" dergilerini çıkarttı.
28 Mayıs 1925'te İstanbul'da doğdu.
1944 yılında Robert Kolej'i bitirdi. 1946'da Rahşan Aral ile evlendi.
1944'te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı; Londra Üniversitesi'nde Sanskrit, Bengalce, Sanat Tarihi bölümlerine devam etti. 1957'de ABD'de Harvard Üniversitesi'nde sekiz ay incelemelerde bulundu.
1944'te Ankara'da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ne İngilizce çevirmeni olarak girdi. 1946-50 arasında Londra'da Türk Basın Ataşeliği'nde çalıştı.
1950-60 arasında "Ulus" gazetesinde, ve "Ulus"un kapatıldığı yıllarda "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinde, yazar ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. 1954 sonu ile 1955 başlarında ABD'de, Kuzey Carolina'da yayımlanan "Winston Salem" gazetesinde konuk gazeteci olarak görev yaptı.
1965'te "Milliyet" gazetesinde günlük yazılar yazdı. 1950'lerde "Forum" dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. 1972'de aylık "Özgür İnsan", 1981'de haftalık "Arayış", 1988'de aylık "Güvercin" dergilerini çıkarttı.
5 Kasım 2015 Perşembe
Podiumsgespräch: Flüchtlinge in der Rhein-Neckar Region – Herkunftsländer, Lebensumstände und gesellschaftlich-politische Herausforderungen
In den überregionalen wie regionalen Medien hat das Thema Flüchtlinge eine Dauerpräsenz eingenommen. So sind in den vergangenen Monaten auch in der Rhein-Neckar Region zehntausende Flüchtlinge angekommen. Viele staatliche und kommunale Behörden sowie Verbände, Vereine und Initiativen bemühen sich um eine reibungslose Aufnahme dieser Menschen, darunter auch viele Kinder.
Es nehmen teil:
Ort: Pädagogische Hochschule Heidelberg, Mehrzweckhalle, Keplerstr. 87, 69120 Heidelberg
Zeit: Dienstag, 17.11.2015, 18:00-19:30 Uhr
Für diese Veranstaltung wird kein Eintritt erhoben!
Veranstalter: Pädagogische Hochschule Heidelberg, Institut für Erziehungswissenschaft
Bkz. http://veli-akademisi-heidelberg.blogspot.de/
- Wie ergeht es diesen Menschen in unserer Region?
- Wo werden sie zuerst aufgenommen und registriert?
- Wie verläuft das weitere Verfahren?
- Wie wird Wohnraum zur Verfügung gestellt?
- Wie findet die schulische Aufnahme der schulpflichtigen Kinder und Jugendlichen statt?
Es nehmen teil:
- Prof.‘in Dr. Anne Sliwka (Uni Heidelberg, Institut für Bildungswissenschaft)
- Dr. Christina West (Uni Heidelberg – Koordinatorin Urban Office)
- Frau Ulrike Duchrow (Asylarbeitskreis Heidelberg e.V.)
- Frau Catherine Mechler-Dupouey (Interkultureller Elternverein Heidelberg und Mitglied des Ausländer-/Migrationsrates Heidelberg)
- Frau Hanadi Bismar (Dossenheim, arbeitet mit Flüchtlingsfamilien)
- Frau Larissa Schell (PH Heidelberg, Lehramtsstudentin, arbeitet mit Flüchtlingskindern in der Erstaufnahmestelle Patrick-Henry-Village)
Ort: Pädagogische Hochschule Heidelberg, Mehrzweckhalle, Keplerstr. 87, 69120 Heidelberg
Zeit: Dienstag, 17.11.2015, 18:00-19:30 Uhr
Für diese Veranstaltung wird kein Eintritt erhoben!
Veranstalter: Pädagogische Hochschule Heidelberg, Institut für Erziehungswissenschaft
Bkz. http://veli-akademisi-heidelberg.blogspot.de/
3 Kasım 2015 Salı
Gelenekten Geleceğe: İslami Düşüncede Yenilik
İslam bir dindir, ideoloji değildir. Bu nedenle İslam, toplumsal ve siyasal bir sistem olarak tasarlanamaz. Bu yapıldığı takdirde İslam sadece kavramsal bir kurgu olarak kalır.
İdeoloji olarak tasarlanan İslam anlayışında İslamın kendisi ikincil değerdedir. İslamcılar, Tanrı’yı gözleme dayalı dünyanın bir parçası olarak gören insanbiçimci Tanrı anlayışının sosyal planda temsilcileri gibidirler. Çünkü onlar Tanrı’yı, alelade sosyal olayların ve toplumsal durumların ayrılmaz bir “parçası” olarak görmektedirler. İslamcılar, her şeyi kapsadığını ve her sorunu halledebileceğini düşündükleri din anlayışlarıyla “ilkel bir din” resmi çizmektedirler.
Tanrı varlığı doğal olgularla özdeşleştirilemeyeceği gibi sosyal ve siyasal düzen iddiasına da indirgenemez. Dini sadece kurallar demeti, yasaklar ve tabulardan ibaret görmek, primitif kabile dini anlayışlarını çağrıştırmaktadır. Dinden teselli, umut, ruhsal teşvik, irade, sorumluluk, insan haklarına saygı gibi ahlaki ilkeler beklenebilir. Ama ondan insanların gündelik hayatlarında kamu yararına yönelik pratik bir iyileştirme konusunda derin bir adanma beklenmemelidir. Din, başta yönetim olmak üzere eylemler dünyasının merkezine yerleşirse “hidayet” özelliğini sürdüremeyecek ve yozlaşarak belli kalıp ve tutumlarda katılaşacaktır.
İdeoloji olarak tasarlanan İslam anlayışında İslamın kendisi ikincil değerdedir. İslamcılar, Tanrı’yı gözleme dayalı dünyanın bir parçası olarak gören insanbiçimci Tanrı anlayışının sosyal planda temsilcileri gibidirler. Çünkü onlar Tanrı’yı, alelade sosyal olayların ve toplumsal durumların ayrılmaz bir “parçası” olarak görmektedirler. İslamcılar, her şeyi kapsadığını ve her sorunu halledebileceğini düşündükleri din anlayışlarıyla “ilkel bir din” resmi çizmektedirler.
Tanrı varlığı doğal olgularla özdeşleştirilemeyeceği gibi sosyal ve siyasal düzen iddiasına da indirgenemez. Dini sadece kurallar demeti, yasaklar ve tabulardan ibaret görmek, primitif kabile dini anlayışlarını çağrıştırmaktadır. Dinden teselli, umut, ruhsal teşvik, irade, sorumluluk, insan haklarına saygı gibi ahlaki ilkeler beklenebilir. Ama ondan insanların gündelik hayatlarında kamu yararına yönelik pratik bir iyileştirme konusunda derin bir adanma beklenmemelidir. Din, başta yönetim olmak üzere eylemler dünyasının merkezine yerleşirse “hidayet” özelliğini sürdüremeyecek ve yozlaşarak belli kalıp ve tutumlarda katılaşacaktır.
Yakup Karahan çizdi: Avrupamdan insan manzaraları - Avrupa'ya göçmüş yüksek eğitimli Türklerin entegrasyon sorunu
2 Kasım 2015 Pazartesi
Aykut Köksal - Yetmişlerden Fotoğraflar
Mimarlık ve sanat kuramcısı, akademisyen, yazar Aykut Köksal'ın, 1971-1979 arasında çektiği fotoğraflardan oluşan sergisi, 5 kasım - 6 aralık 2015 tarihleri arasında, Schneidertempel Sanat Merkezi'nde...
Köksal, sergisinde tanıklık ettiği "Yetmişler"e yöneliyor ve 40 yıl sonra çekmecesinden çıkardığı fotoğraflarla, bir dönemin sessiz yanını, ışığını, mekânlarını, yapılarını, insanlarını gösteriyor, o yılların ruhunu, siyah-beyaz fotoğraf estetiğinden süzülen bir bakışla sergiliyor.
Fotoğrafların büyük bir bölümü "Yetmişler"in İstanbul'unu yansıtan karelerden oluşuyor:
Kentle yeni tanışmış geleceğin İstanbulluları, henüz ölüme terkedilmemiş Boğaz vapurları, inatla yaşamayı sürdüren ahşap evler, bir "İstanbul Hatırası"nı ölümsüzleştirmek için bekleyen sokak fotoğrafçıları, köprüsüyle, mavnalarıyla Haliç, karanlık ve dingin hazireler, Kumkapı'nın balıkçıları ve her biri sessiz bir öykü anlatan kent insanları...
Köksal, sergisinde tanıklık ettiği "Yetmişler"e yöneliyor ve 40 yıl sonra çekmecesinden çıkardığı fotoğraflarla, bir dönemin sessiz yanını, ışığını, mekânlarını, yapılarını, insanlarını gösteriyor, o yılların ruhunu, siyah-beyaz fotoğraf estetiğinden süzülen bir bakışla sergiliyor.
Fotoğrafların büyük bir bölümü "Yetmişler"in İstanbul'unu yansıtan karelerden oluşuyor:
Kentle yeni tanışmış geleceğin İstanbulluları, henüz ölüme terkedilmemiş Boğaz vapurları, inatla yaşamayı sürdüren ahşap evler, bir "İstanbul Hatırası"nı ölümsüzleştirmek için bekleyen sokak fotoğrafçıları, köprüsüyle, mavnalarıyla Haliç, karanlık ve dingin hazireler, Kumkapı'nın balıkçıları ve her biri sessiz bir öykü anlatan kent insanları...
Özdemir Altan - Kral ve Kraliçeler’den Don Kişot’lara… | From Kings and Queens to Don Quixotes...
Özdemir Altan - "Kral ve Kraliçe", karton üzerine yağlıboya, 39 x 37 cm., 1965 |
Küratörlüğünü Özlem İnay Erten’in yaptığı sergide, Özdemir Altan’ın 1960’lı yıllarda gerçekleştirdiği “Krallar ve Kraliçeler” serisinden, 1970’li yıllardaki “Gerçekçi Dönem”ine, 1980’li yıllarda ürettiği kavramsal sorgulamalar içeren üç boyutlu işlerinden, kolajlara ve 1990’lı yıllarda başlayıp günümüze kadar devam ettirdiği Soyağaçları’ndan, son dönem çalışmalarını içeren Don Kişot serisine kadar uzanan farklı dönemlerinden örneklerin yer aldığı geniş bir seçkiye yer veriliyor. Sanatçının bu tarihler arasındaki ara dönemlerinin ve kolektif çalışmalarının da izlenebileceği sergi, Altan’ın uzun sanat yaşamında giderek daha da netleşen sanatsal görüşlerinin özeti niteliğinde.
“…Sanat referans verir, etki kaçınılmazdır, yöntem değil sonuç önemlidir…
…Sanat birbirinden farklı kavram, köken, yapı ve mantıkların bir araya gelmesiyle oluşur…
…Sanata zorla anlam yüklenemez. Onun kendi anlamını kendisinin bulmasına izin verilmelidir...”
gibi motto niteliğindeki sözleriyle sanata dair görüşlerini yineleyen ve çalışmalarını uzun yıllardır bu doğrultuda devam ettiren sanatçının, yetmiş yıla yaklaşan sanat yaşamındaki önemli köşe taşlarını yansıtmayı amaçlayan sergi, her değişimin ve başlanan yeni serinin bir sanatçı için kendi içinde barındırdığı “risk” unsurundan hareketle, Altan’ın uzun yıllardır devam ettirdiği coşkulu arayışları gözler önüne sermek istiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)