[© Ece Çayırlı - KanalKultur] - Değişik ülkelerde birçok insana sorsalar, "Dünya’nın en etkili modacısı kim?" diye, hiç tereddüt etmeden herhalde Karl Lagerfeld der.
Neden? En çok üreten modacılardan biridir de ondan.
Yanlış hatırlamıyorsam, her sezon değişik moda evleri için sekiz ayrı koleksiyon hazırlıyor – bu, yılda 16 koleksiyon demek –. Bunların hepsi birbirinden farklı ve hiçbir zaman birbirinin tekrarı değil. Bunu başarabilen insan, şu anda 82 yaşında.
80’inci doğum günü için hayatına dair kitaplar yazılıp, filmler çekildiğinde anlamıştım Lagerfeld’in tükenmek bilmeyen yaratıcılığının kaynağını. Çocukluğundan beri okuyan, sanatın her dalını takip eden, çok iyi çizim yapan, ustaca fotoğraf ve film çeken çok yönlü bir sanatçı olduğunu...
Geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel medyada yoğun olarak ünlü bir moda zincirinin moda kampanyasının haberi işlendi. Kendisini Türkiye’nin elit kesiminden sayan, "unique" – yani eşi olmayan, örnek kabul eden insanların, fason üretim yapan bir şirketin global bir kampanyasına nasıl kurban gittiklerine ve bunun farkına dahi varmadıklarına tanık olduk!
Düşündürücü olan, azımsanmayacak sayıda insanın, bir mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapması değildir. Böyle kampanyalar her ülkede yapılıyor ve aynı ilgiyi görüyor.
Düşündürücü olan, orada bulunan insanların hepsinin, gerçek tasarım ürünlerini alabilecek ekonomik güce sahip olmalarına rağmen, orjinalden ziyade taklidini seçmeleridir.
Bu, Türkiye’de yaratıcılığın hangi noktada bulunduğu gerçeğinin sosyolojik yansımasıdır; zira, orada mağazadaki ürünleri yağmalarcasına kapanların önemli bir kısmı, Türkiye’de modaya ve cemiyet hayatına yön verme iddasıyla yazılı - görsel medyada her gün arz-ı endam eden insanlardır.
Sanat ile modanın – ki moda sanatın günümüzde en önemli ayaklarından birini oluşturuyor – en ama en önemli özelliği, yaratıcı ve orjinal olmasından geçer. Onu özel kılan, o güne kadar hiç kimsenin o şekilde bir ürün ortaya koy(a)mamasıdır.
Dünya çapında "unique", yani eşi benzeri olmayan, insanların biyografilerini incelediğimiz zaman, işlerinin / ürünlerinin farklı ve tek olmasının altındaki en önemli unsurun, uzun yılların sanat ve eğitim birikimi olduğunu görürüz.
Bu insanlar, değişik sanat dallarına birden hakim olup, köklü bir eğitimden sonra, öğrendiklerini farklı ülkelerde ve üstatların yanında sınarlar.
Toplumsal ve ailevi yetiştirme şekli, eğitim kurumlarının eğitim anlayışı, bireyin sadece üretken olması için değil, mümkün olduğunca iyi donanım kazanması / elde etmesi; edindiği bütün birikimin sonucu olarak da özgün sonuçlara varması için çaba gösterir. Hedef, birbirinin taklidi ürünler ve çözümler üretmek yerine, bazen toplum ona hazır olmasa bile – yeni bir düşünce, duruş, anlayış veya moda bağlamında düşünülecek olursa – toplumsal ruhu en iyi şekilde yansıtabilen kreasyonlar ortaya koymaktır.
Ne yazık ki, Türkiye toplumu bu düşünce ve yetiştirme tarzına henüz uzak kalmaktadır; zira, toplumda kabul gören tutum ve duruş, birbirinin benzeri olmaktan geçmektedir. Bunu, siyasetten eğitim anlayışına; inancın icra şekline; kurumların işleyişine; müzikten sanatın değişik alanlarına kadar, bütün toplumsal yelpazede görmek mümkündür.
Sonuç olarak, bireysel ve farklı düşüne(bile)n, risk ala(bile)n, fikrini yalnız olsa da söylemekten sakınmayan bireyler yerine, "fason" yani başkasının daha önce düşünüp, doğru diye kurgulayıp karar kıldığı modele sıkı sıkı sarılan; bunu hayatının her aşamasında mükemmelliyet düzeyinde uygulamaya çalışan insanlarla karşı karşıya kalınıyor ve bu toplumun fasonlaşmasını sağlıyor...
Toplumda farklı, yani "unique" olma anlayışı örselendiği veya zayıf olduğu için, kendini Türkiye toplumunun eliti kabul eden insanlar; dünyada fason üretiminde en üst noktaya gelmiş bir moda zincirinin mağazasında, farklı ve eşsiz olacağım düşüncesiyle, yangından mal kaçırırcasına alış-veriş çılgınlığına kapılabiliyor; hezeyan halinde bunu savunabiliyor. [© Ece Çayırlı - KanalKultur]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder