Toplumsal Tarih'in mayıs 2006'da yayınlanan 149. sayında Dicle ve Fırat nehirlerinin hayat verdiği Mezopotamya'da şekillenen uzun bir tarih; Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinde Trabzon çetelerinin rolü; 2. Dünya Savaşı sırasında yok edilen Selanik Yahudilerinin öyküsü; Osmanlı muhaliflerinin korkulu rüyası Bekirağa Bölüğü'nde yaşananlar; 17. yüzyılda kalyonların Osmanlı donanmasına girişi; Afganistan'dan kaçırılan bir hazinenin çevresinde gelişen olaylar okurları bekliyor.
Toplumsal Tarih'in bu sayıdaki hediyesi, Mezopotamya Uygarlıkları Haritası. 87x62 cm boyutundaki harita, Mezopotamya topraklarında var olmuş pek çok uygarlık hakkında özet bilgiler içeriyor.
Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya - Günümüzdeki Irak toprakları ve çevresindeki alanı tanımlayan "Mezopotamya" adı, geçmişle ilgilenen ve insanlığın yaşadığı uzun tarihin aşamaları konusunda soracak soruları olan herkes için, parlak uygarlıkları ve onların ürettiği görkemli eserleri çağrıştırır. Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verdiği bu coğrafyada yaşananlar, Önasya'daki tüm eski uygarlıkların gelişme sürecini etkilemiş ve zaman zaman da doğrudan yönlendirmiştir. Kentleşme, mimarlık, sanat anlayışı, din ve yazı sistemleri gibi alanlarda ortaya çıkan öncü düşünce ve uygulamalar, ticari veya siyasal ilişkilerin sonucunda Suriye, Anadolu ve İran gibi bölgelere ulaşmış ve buradaki uygarlıkların oluşumuna katkıda bulunmuştur. Pek çok uygarlığa beşiklik etmiş bu verimli toprakların bileşik bir kültürel kimlik oluşturma sürecine Kemalettin Köroğlu'nun kaleminden tanıklık ediliyor.
Trabzon'da Çeteciliğin Serüvenine Dair Küçük Bir Ufuk Turu: "Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe" - Emrah Cilasun, Trabzon'da çeteciliğin kökenlerini irdelediği yazısında, Kurtuluş Savaşı'nı da içine alan önemli bir tarihsel süreci betimlerken Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesinin perde arkasını araştırıyor. "Trabzon ve çevresinde, çeteciliğin tarihsel perde arkasında Barutçuzade Ahmet Efendi, Yahya Kaptan ve Topal Osman gibi isimler vardır. Geçmişte de çeteler ve liderleri bir dönem devletin bekası için kullanılmışlardır. Sonraları, devlete rağmen devlet için hareket eden bu çeteler, devletin de başına bela olunca, tasfiye edilmişlerdir."
2. Dünya Savaşı'nda Yunanistan ve Selanik Yahudileri - Ulvi Keser'in 2. Dünya Savaşı'nda Yunanistan'ın Alman kuvvetleri tarafından işgalini anlattığı yazısına göre, "Savaş sırasında, ülkedeki Yahudi nüfusun % 87'sini oluşturan toplam 67 bin Yunan Yahudisi hayatını kaybeder. Sadece Atina'da Almanlar tarafından kamplara gönderilen veya değişik şekillerde öldürülen Yahudi sayısı ise, Selanik'in toplam nüfusunun beşte birini teşkil edecek şekilde 50 bine yakındır. Auschwitz toplama kampındaki kayıtlara göre, Yunanistan'dan getirilen Yahudilerin toplam sayısı 50 bini aşmıştır. Kampa getirilenlerden çoğu ya gaz odalarında ya da başka şekillerde hayatlarını kaybeder. Böylece, Avrupa kıtasında tarihi Bizans'tan da geriye giden en eski Yahudi cemaati neredeyse tamamen yok edilir."
İki Yağma Öyküsü - Steven Spielberg bile böyle bir senaryoyla Indiana Jones filmi çekmeye cesaret edemezdi... Bu öyküde ne ararsanız var: Yoksul bir köyde (Afganistan'ın Hindu Kuş bölgesindeki Mir Akah) ortaya çıkan bir define (dört tonu aşkın değerli metal ve obje), güncel şiddet ortamı (Afganistan'daki iç savaş, uluslararası terör bağlantıları, savaş derebeylerinin ya da sıradan haydutların vurgunları), son derece zengin bir koleksiyoncu kadın ve tarikat gibi işleyen bir özel müze... Pierre Chuvin Afganistan'dan kaçırılan bir hazinenin öyküsünü yazıyor.
Bekirağa Bölüğü ve Mahpuslar - İstanbul Üniversitesi'nin Merkez Binası olarak kullanılmakta olan Harbiye Nezâreti'nin kuzeydoğusunda yer alan İstanbul Muhafızlığı Dairesi, Bekirağa Bölüğü olarak bilinir. Sultan II. Abdülhamid, Bayındırlı bir zeybek olan Bekir Ağa'yı savaşlardaki başarısından dolayı Bab-ı Seraskerî Askeri Tevkîfhânesi'ne müdür olarak atar. Bekir Ağa bu hapishaneye ait özel bir birlik kurar, 1887 yılındaki ölümüne kadar, kurduğu bu özel birliğe kumanda eder ve hapis yatan tutuklulara işkence ve eziyet ederek kötü bir şöhret kazanır. Bekirağa Bölüğü hikayelerine ve bölükte çalışan gardiyanların giydiği kıyafetlere ilişkin araştırmayı Yavuz Selim Karakışla yaptı...
17. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı Donanmasında Savaş Kalyonlarının Direk ve Seren Donanımları - Topun bir silah olarak gemilere monte edilmesiyle birlikte tüm dünyada büyük tonajlı gemi sayısında artış görülür. Osmanlılar da büyük tonajlı gemilere 15. yüzyılın son çeyreğinden itibaren donamalarında yer verirler. 1680'de bir Trablus kalyon filosunun Fransız ticaret gemilerine saldırıp arkasından Sakız Adası'na sığınmasıyla başlayan kriz sırasında Osmanlı Devleti elindeki kadırgalarla duruma müdahele edemez. Bu krizin bitmesinden sonra Osmanlılar kendi tersanelerinde kalyon inşa etmeye başlarlar. İbrahim Başak Dağgülü'nden savaş kalyonlarının Osmanlı donanmasına girişine ve teknik donanımına dair kapsamlı bir çalışma derginin 149. sayısında.
Dergide ayrıca, Yavuz Selim Karakışla'nın kaleminden "Arşivden Bir Belge" ve Edhem Eldem tarafından hazırlanan "L'Illustration'dan Seçmeler" bölümlerinin yanı sıra, Amasra'daki 1 Mayıs yazıtları, İzmir Amerikan Koleji'nin geçmişi, "Dokuz Kapılı Kale", Osmanlı'da "mahalle" anlayışı gibi konuları ele alan makaleler de yer alıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder