Bu Blogda Ara

17 Ekim 2013 Perşembe

Ramazan Çakıroğlu: Kızılay'da Öküz Aramak

Ramazan Çakıroğlu
[© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur] - Edebiyat Fakültesi'ne kaydımı yaptırıp, derslere başladığımda bir şey dikkatimi çekmişti. Yirmi bir kişilik sınıfta, yaş ortalaması yirmi beş dolayındaydı. En gencimiz, yirmili yaşları çoktan geride bırakmıştı. Yaşça en büyüğümüz ise kırkı devirdikten sonra, bizim alana merak saran, üst düzey bir güvenlikçiydi. Sanıyorum ikinci üniversitesiydi…

Çok geçmeden o, sınıfın Hasan Abisi oluverdi. Şu veya bu nedenle ondan kaygı duyduğumuza ilişkin bir anı yok aklımda. Dost, sevecen, olaylara çok geniş bakan, neyi umursayıp umursamayacağını çok iyi bilen bir insandı. Üç beş arkadaş, ne zaman bir araya gelsek, daha selamlaşmadan yüzlerimizde çiçekler açardı. İşimiz gücümüz, her olayın en komik yanını bulmak ve gülmekti…

İkinci sınıfta dostluğumuz iyice pekişti. İstatistik dersinden kök söktüğümüz dönemde, Hasan Abi arada sırada bizi çalıştığı kuruma davet eder, menemen yapardık. Hem yemeğimizi yer, hem de istatistiğin çetin formüllerini ezberlemeye gayret ederdik…

Hasan Abi'yle bir gün bir öğle vakti şehre indik. İyice acıkmış olmanın sessizliğini o bozdu:

– Sana bir yemek ısmarlayacağım, ama önce bir öküz bulmamız lazım.

– Bu ana caddede öküz ne gezer Hasan abi? Boş ver öküzü, ben ısmarlarım.

– Sen merak etme. Şimdi buluruz, dedi ve Kuyumcular Çarşısı'na girdik. Orada 'Başkan' diye birini sordu. 'Başkan' yerinde yokmuş. Daha sonra kıraathanecilere yöneldik. Aradığı kişi orada da yokmuş. En son, bir taşıma firmasına uğradık. Dışarıdan adamı görünce;

– İşte bulduk, dedi…

İçerde oturup, hoş–beşten ve yemekleri yedikten sonra anladım öküzün ne demek olduğunu. Bu olayı, sınıf arkadaşım İsmail'le paylaştıkça kahkahalara boğulurduk…

* * *

Bu anılara, acı tatlı yüzlerce anı ekledik. Topluca olmasa da hepimiz fakülteden göreceli olarak mezun olduk. Çoğumuz akademik yaşama yönelmek üzere her birimiz bir tarafa düştük. Aradan yıllar çabuk geçti. Birkaç arkadaşla bağımızı kaybetmedik. Gerek aynı alanda çalışmalar nedeniyle, gerekse kadim dostluk duygularıyla İsmail'le de sürekli görüşüyorduk. Asistan olduğu bir fakültede İsmail'i yine ziyaret ettiğim bir gün:

– Hasan Abi de buralarda. İnkılap Tarihi'nde master yapmış. Tezi de bitmiş galiba, dedi,

– Yapma yahu. Çok görmek isterdim. On yıl oluyor görmeyeli. Çok da iyi kaynaşırdık, deyince,

– Biraz sonra gelecek. Senin burada olduğunu biliyor. O da görmek istiyor. Görevinde de yükselmiş, diye söz devam etti.

Çay kahve faslı derken, zaman çabuk geçti. Gerçekten de akşamüstü Hasan Abi çıkageldi. Yıllar bizi yıpratmış, onu yıpratmamıştı. Karşılıklı sarıldık. Hal hatırdan sonra, "Ulan solcuları koruyorum diye, terfi cezası bile aldım. Haberiniz olmadı. Sizinle arkadaşlığımın bedelini ödedim" diye sitem etti. O yıllarda, bir türlü yakalayamadığı hırsızın ise, yakınında çalışan biri olduğunu, o gittikten sonra çaldıklarıyla birlikte yakalandığından da haberdardı. "Yakınımda olduğu için yakalayamamışım dürzüyü" deyince, gülüştük yine…

Kalkmaya hazırlanırken bize bir öneride bulundu:

– Arkadaşlar bu akşam, bir yemek yiyelim, deyince, ben 'eyvah' dedim.

– Desene Abi, yine öküz arayacağız.

Hasan abi sadece gülümsedi bu sefer. Akşamüzeri saat beş sularında düştük Kızılay'a. O kapı senin, bu kapı benim.

– Nazlı yerinde mi?

– Yok,

– Kız, pezevenk Ahmet nerde?

– O da yok,

– Müteahhit Osman gelmedi mi?

– Gelmedi Abi.

– Kumarcı Ali nerde?

– O hiç yok…

– Kuaför Leyla içerde mi?

– Az önce çıktı.

"Açıklarını yakalamayayım, oyarım" diye homurdandı.

Ayağımıza kara sular inmişti ki İsmail, kulağıma eğilip, "Abi, bu sefer kesin kendi kendimizin öküzü olacağız" deyince, bir kahkaha patladı…

Neden sonra, yanımıza genç bir taşeron da katıldı. Efendice bir adamdı. İyice acıkmış olmalıyız ki, Hasan abi, kapısında "Siyah İnci" yazan, dışı kafeterya, içi gece kulübü bir yere yöneldi. Biz de ona uyup, daldık içeri. Dört kişilik bir masa hazırlandı tez elden. Kebaplar ve rakılar söylendi. İsmail'le bende ise sabit gelirli olmanın kaygısı depreşti. Fakat arkadaşlardan ayrılabilirsen ayrıl...

Dışarıda çoktan gün batmış, içerde ise müzik başlamıştı. Kafalar çakırkeyfi bile geçmişti. Sahnede uzun boylu, alımlı, derin yırtmaçlı, düzgün bacaklı, genç bir hanım arabesk okuyor. "Sen de gideeerrseeen eğeeerrr" diye… Hasan abi, arada şarkıcının kulağına eğilip, bir şeyler söylüyor. Kadın gülüyor ve eliyle, "Sen deli misin?" işareti yapıyor. Daha sonra anladık Hasan Abi'nin kadından ne istediğini…

Sonunda kalkma vakti geldi. Hesaplar istendi. Aman Tanrım, o da ne? Hesabın dörde bölümü, yarım maaşa yakın. Hasan Abi bunu görünce, garsondan hesabı geri gönderdi. Müdüriyetten iki üç kelle birden fırladı dışarıya. "Şimdi dayağı yedik" derken sakinliğiyle ünlü Hasan Abi,

– Cemil orda mı Cemil? diye bağırdı.

Müdüriyetten takım elbiseli, kravatlı bir adam çıktı, bize doğru geldi:

– Aşk olsun Hasan Abi, geliyorsun, neden haber vermiyorsun. Özel ayarlama yapardık" deyince, Hasan Abi:

– Al şu hesabı, doğru dürüst yazsınlar. Kaç yıldır buralarda değiliz diye unutulduk" dedi.

Hesap geri yüzde elli törpülenmiş olarak geldi. Lakin Hasan Abi bunu yeterli bulmadı. O hesap, tam beş kez daha gidip geldi. Çok küçük bir ödemeden sonra, dört sarhoş kendimizi Akay Kavşağı'nda bulduk. Ayaküstü, kim nereye gidecek tartışması yaparken, Hasan Abi, bir ara ortadan kayboldu. İsmail bana birden bağırdı: "Hasan Abi vitrinleri suluyor" diye. İsmail'e hemen bir taksi çevirmesini söyledim. Gittim Hasan Abi'yi kolundan tutar tutmaz, taksinin arkasına nasıl çektiğimi ben de bilmiyorum. "Ne oluyor, siz gelmiyor musunuz?" sözlerini duymazdan gelerek, taksicinin kulağına "Doğru güvenlik evine çek. Parasını da müdür beyden al" dedim.

Taksici gaza basıp hızla uzaklaştı. Hasan Abi'yi nerdeyse görmeyeli çeyrek yüzyıl oldu.

Kızılay'da Öküz aramayı çok özledik be Hasan Abi… [© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder