Ramazan Çakıroğlu |
- Sen Çepkin Tofiğe misafir olacaksen…
"Haydaaa… Bu da nerden çıktı? Çepkin de nedir? Haydi, Tofik bizdeki Tevfik olsa gerek" dedim kendi kendime, ama rehberime de belli etmedim.
Rehberim söze devamla:
- Tofig gelip seni aparacak. Habarın ola. Gözü gönlü zengin bir adamdır. Çok hasbıhal edersiz.
- Tamam. Olur, dedim.
Rehberler de artık Türkçeyi bizim iyi anlamamız için bize yakın konuşur olmuşlar. Geçen gelişimden bu yana bunu fark ettim.
* * *
Bir süre sonra, uzun boylu, itinayla giyinmiş, saçları siyaha boyalı ve biryantinli altmış beş, altmış altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir adam geldi. Ama cin gibiydi. Gözleri fıldır fıldır. Çok hareketli olmamasına rağmen bu hareketliliği insanı rahatsız etmiyordu. Konuşuyor fakat kuru gürültü değildi:
- Hoşgelmişsez. Ben Tofik, dedi.
- Hoşbulduk. Ben de Ejder, dedim.
- Hiç duymamışam bu adı, ne iş yaparsız?
- Öğretmenim, dedim.
- Ne okutursuz?
- Felsefe!
- Ooooo… Çok gözel, çok gözel. Bizim buralar maraklıdır.
Daha önce de Azerbaycan'a gelmeme rağmen, oldum olası Azeri lehçesini de beceremediğim için zaman zaman uyum sağlamakta zorlanıyorum. Şu anda yazarken de olduğu gibi. İnsanın kendi dili kendine ihanet etmezmiş. Hem Azericeye saygısızlık olmasın, hem de kendi dilimin tadını çıkarmalıyım. Öyleyse olabildiğince Türkiye Türkçe'sinde anlatmalı ve yazmalıyım. Bunları düşünürken birden bire:
- Haydi gidiyorug, dedi.
Ve elimizdeki bavulları Lada marka bir otomobile atarak yola çıktık. Çok geçmeden oldukça düzenli yapılmış bir mahallede, bahçe içinde bir evin önünde durduk. Apar topar bavulları indirdik. Tofik bahçe kapısını, peşinden evin giriş kapısını açtı. Salona geçer geçmez, sağdaki odaya yöneldik. Bavulları yerleştirirken duvara asılmış bir camekân dikkatimi çekti. Camları sürgülü ve eski çelik dolaplar gibi sürgülü camın üstünde bir de kilit asılıydı. Camekâna doğru yaklaştım. Saydam küçük naylon poşetlerin içinde sırayla asılmış tüyler vardı. Altında da etiket gibi bir künye geliştirilmiş, çeşitli isimler yazılıydı. Ad, soyad, yaş, uyruğu, saç rengi, boy vb. Bu arada Tofik odadan kayboldu. Çok geçmeden elinde Türk biralarıyla geldi. Hızlı bir alışkanlıkla hemen pat pat açıverdi. Ve bardaklara doldurdu. Hem bira içip hem sohbete başladık:
- Dikkatiz mi celbetti?
- Evet. Siz biyolog musunuz? Fiziki antropolog musunuz?
Bunun üzerine bir kahkaha patlattı Çepkin Tofik:
- Hayır dedi.
- Bunlar ne o zaman?
- Dikkat etsene. Hepsi de kadın adı. Orada Rusçadan, Japon'a kadar isimler var.
- Evet var. Aşağı yukarı değişik uluslardan dört yüz isim var tahminim.
- Bilemedin. Daha fazla. Tam 917 tane.
- Eee, sonra?
- Ben Bakü'ün çepkin Tofiğiyim. Sizin deyişinizle Çapkın Tefik. Bunlar benim ilişki kurduğum kadınlar. Ben her ilişki kurduğum kadının mahrem yerinden başlamak üzere birkaç tüy alırım. Orada varsa oradan, yoksa koltuğunun altından, orada da yoksa saçından alırım. Bunları bu poşetlere koyarım. Altındaki etikete de gördüğün gibi bir bir yazarım. Bu gelenek bize dededen kalmıştır. Dedem de babam da böyle devam etti. Ben de böyle devam ettirdim.
- Peki, eşiniz kızmıyor mu size?
- Başlarda kızıyordu. Gitgide alıştı ve yaptıklarıma gülmeye başladı. Ama artık yaşlandım ben. Bu işleri oğlum Rafig'e bıraktım. O benim kadar değil ama idara ediyor. Arada beni kandırmadığı da olmuyor değil hani..
- Nasıl yani? Seni neden kandırsın ki?
- Üstadım, bu işlerle ilgin var mı bilmem ama her iş gibi bu işin de bir sırrı var. Ben beraber olduğum kadınlardan bir tüy alıyorum, hatunun kalitesini önce o saç veya tüyden anlarım ben. Onu şöyle deriiin bir nefesle koklarım. O koku benim ciğerime işlemişse o kadın içime siner. Yoksa sinmez. Ve de ilgilenmem.
- Eveeeett.. Bu tüyler içine sinenlerden o zaman..
- Tabiî ki, boşuna mı saklıyoruz kırk beş yıldır?
- Şu yan camekâna yeni başlanmış. O nedir?
- O Rafig'indir. Yerimi tutmuyor ama oyalanıyor.
- Peki, seni nasıl kandırdı Rafig?
- Ben her hafta sonu onu suale çekerim. Ne oldu diye? Arada kanıt isterim. Yani aldığı saç maç var mı? Yoksa dalga geçerim onunla. Geçenlerde işleri iyi gitmemiş. Benden önce eve gelince annesi de anlamış canının sıkkınlığını. Rafig'e de demiş ki:
"Şimdi babam da gelecek Yine soracak. Saç maç diyecek" deyince. Annesi:
"Ondan kolay ne var?" deyip, koltuğunun altından bir tutam kıl vermiş Rafiğ'e.
- Sonra ne oldu?
- Ben eve geldiğimde sordum. Rafig cüzdanından bir tutam kıl çıkardı: "İşte peşinde olduğum kadının hatırası. Baküy'e yeni gelmiştir. Fakat daha yakalayamadım" deyip bana uzattı. Eski kurtuz, durur muyuz? Koklamadan edemedim. Derin derin içime çektim. Ama meret ciğerlerimi deldi geçti be. Ben ne bileyim kime ait?
- Yapma ya?
- Zaten olan ondan sonra oldu. Avrada dedim ki, 'ver avrat benim cızmalarımı, Bakü'ye gelen bu orospuyu bulacağım' deyince, ev saatlerce kahkahadan yıkıldı. Her kesin gözü iki çeşme gülmekten. Ama ben rezil oldum. Kırk beş yıldır el âlemin tüyünü kılını koklarken öz avradımızın kokusunu unutmuşuz. Bu işin bir felsefesi var mıdır Ejder Hocam?
- Teorisini de pratiğini de yapan sensin. Nereden bileyim? Yine de sen çok yaşa ilahi Çepkin Tofik, emi!.. [© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder