Ramazan Çakıroğlu |
[© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur] - "Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde" diye başlayıp, "bir zamanlar ülkenin birinde bayramlar masal gibi yaşanırmış" desek inanan olur mu acaba?
Kısaca Filyos Irmağı Vadi'si ve derinliklerinde yaşanan bayram geleneklerinden söz edecek olursak, bakalım bu masalımsı anlatıma denk düşer mi?
Anımsadığım kadarıyla, çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu bölgede, Ramazan ve Kurban Bayramı hazırlıkları, her evde haftalar önceden başardı. Ortalığı tatlı bir telaş sarardı. Sıkı yapılan bayram alış-verişlerinin peşinden, öncelikle her ev baştan sona elden geçerdi. Bunu bayramda sunulacak olan kuru gıda hazırlıkları izlerdi. Ocaklar ve küçük köy fırınları yakılır; yufkalar, baklavalar açılır, "saraylı" denilen diğer tatlı türleri saclarda pişilir, şerbetlenmeye hazır hale getirilirdi.
Eğer söz konusu olan Kurban Bayramı ise; alınan kurbana özenle bakılır, ailenin her bireyi onu, yakında eve veda edecek kutsal bir canlı olarak görürdü. Bu heyecan içinde de bayram günü elbette çıkagelirdi.
Arife günlerinde heyecan daha da yükselirdi. Çünkü yarınki gece, daha şafak ışımadan, çevre köylerin genci, yaşlısı, delikanlısı olan erkekler, yola düşecek; sabah namazıyla birlikte bayram namazını da kılmak üzere, ellerinde çıralar, gaz lambalarıyla, ırmak boyundaki en yakın kasabaya ulaşacaklardı…
Ve nihayet, yola çıkış anına yaklaşıldığında etraftan yavaş yavaş silah sesleri duyulmaya başlardı. Herkes diğerini bayram namazına yüksek sesle çağırmış olurdu. Gitgide silah sesleri yoğunlaşır, vadiyi bir barut kokusu sarardı. Çoğunluğunun madenkeş (maden işçisi) olduğu bu yöre insanları, bazen işin dozunu kaçırır, maden ocaklarından sızdırdıkları dinamitleri de ateşleyip, vadiyi yerinden oynatırdı. Nedense bu bir yarışa döner, sabah namazı vaktine kadar sürer giderdi. Bu silahlı, gürültülü bayram çağrısı, şaman geleneklerine dayanan bir bayram uyanışı olsa gerek…
Örneğin, bir defasında bu yarış, o kadar kızışmıştı ki, dinamite fitil bulamayan bir köylü, sarhoşluğun da etkisiyle, süpürgelikten dinamit fitili yapmıştı. Süpürgeliğin içine normal barutu tıka-basa dolduruvermişti. İki barut arasındaki yanma zamanı farkını hesaplayamadığından, yaptığı fitili kapsüle bağlayıp ateşlediği anda ellerinden üç parmağını bir kurban bayramı sabahı, daha bayram namazı kılmadan "kurban" edivermişti. Zavallı adam, ondan sonra ömrünün sonuna kadar, "yedi parmak" lakabıyla yaşadı.
Daha bayramın ilk gecesi böyle başlar da, gündüzleri boş mu geçerdi? Sabah namazıyla bayram namazı arasına sığan sessizliği camilerden sokaklara dökülen bir coşku seli bozardı. Adeta bayram, dinsel bir gereklilik değil, insanların her boyutta çağlama vaktiydi. Baharda gürül gürül akan Filyos Irmağı gibi…
Her köyün mahallerine göre taksim edilmiş bayram uygulamaları, kasabalara en yakın mahalleden başlardı ki, ilk bayram günü, kasaba camisinden çıkanlar, bir an önce sıcak çorbaya yetişebilsinler. Sadece sıcak çorba mı? Onu, en az onbeş çeşit yemek izlerdi. Pilavlar, yaprak sarmalar, hoşaflar, tatlılar, baklavalar inip kalkardı sofralara. Eğer söz konusu bayram, kurban bayramı ise; kurban etleri ve kavurmalar başköşedeki yerini hemen alırdı.
Mahallelerde her ev ayrı ve aynı özenle ziyaret edilir, her evde mutlaka ikram da görürdü. Bu kadar ziyafeti de en sonunda ya güreşler, ya horoz yarışları hafifletirdi.
Bu bayramlarla ilgili az çok erkeklerden ve onların yerinden söz ettik. Ama kadınları, çocukları ve genç kızları da unutmamak lazım. Malum olduğu üzere çocuklar coşkudan coşkuya koşar, bayramın tadını sonuna kadar çıkarmaya çalışırlardı. O tat, ömür boyunca da akıllarından ve geleneklerinden çıkmazdı…
Kadınlar ve genç kızlar ise, kendi mahallelerindeki bayram etkinliğini savuşturup, en güzel giysilerini giyip, diğer mahallelerde gönüllerince bir gezme gerçekleştirirlerdi. Oyunlar kurulur, söyleşiler derinleşir, şakalar öğreticiliğe dönüşürdü. Sevdalı gençler, gönüllerine düşenle bu bayramlarda buluşurlardı. Henüz gönlüne birini düşürememiş olanlar ise, mutlaka gönül yuvasına konduracak bir kuş arardı…
Filyos Vadisi'nin bayramlarıyla, şehirlerin bayramları iki ayrı dünya gibiydi. O bakımdan bu bayramlara uzun süre kravatlılar, Frenk gömlekliler uzak kaldılar. Resmi kurumlarda sadece tatil ilan etmek ve tatile katılmayı tercih ettiler. Yaşadığım yıllarda bayram yerlerinden ne bir vali anımsıyorum, ne de bir kaymakam! Resmilerimiz nedense es geçtiler bu bayramları. Onlar avuçlara iki kolonya döküp, iki şeker sıkıştırdıklarında bayramı kutladık zannettiler. Hâlbuki yanı başlarında masal dünyası gibi bayramlar vardı! Bu bayramlar ki sevginin, dostluğun, dayanışmanın, yetişmenin, yurt ve vatan sevgisinin sıcacık kültür beşikleriydi.
Gitgide bayramlar mevlüte dönüştükçe bir yerlerden paçası düzgün adamlar çıkageldi. Ağızları önce kurban derilerine sulandı, sonra derinin içindekine. Bunlardan pösteki sayma meraklıları da çıktı. Sanki saydıkça Türk Hava Kurumu yerine, kendileri uçacaktı. Uçanlar oldu mu yoksa? Kim bilir belki de!...
Şimdilerde bayramlar; yarısı eski bayram, yarısı keder sessizliğinde yeni bayram olarak sürüp gidiyor…
Eskiyi yaşayanlardan hala hayatta kalan birçok insan var. O günleri masal güzelliğinde andığımız için bize hak vereceklerdir…
Yaşam bayramınız hep masal tadında olsun. Çocukluğunuzun bayram yeri, coşkusu ve anıları da hep var olsun… [© Ramazan Çakıroğlu - KanalKultur]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder