Bu Blogda Ara

17 Ekim 2013 Perşembe

Imre Adorján: Bir Macar Keşişin Anadolu Sufilerini Tanıtması

Imre Adorján
[© Imre Adorján - KanalKultur] - Eserin ve Yazarının Tarihi

Georgius, 1422'de Macaristan Erdel bölgesi'nin büyük bir olasılıkla Romos (Romosz) köyünde doğdu. Osmanlı ordusu Macaristan'a yaptığı 15. yüzyılda başlayan seferlerin birisinde, bazen Macar ordusuyla çarpmıştır. Bu esnada Osmanlılar 2. Murad (1404-1451) döneminde Erdel'deki Sasşebeş (Szászsebes, Almanca: Mühlbach / Mühlenbach) çevresinde 1438'de Macarlarla savaşırken Domokoş (Dominikanus) tarikatının keşişi olan Georgius'u esir aldı. Georgius, Edirne'deki kul pazarında satılıp Anadolu'daki Bergama bölgesine götürülmüş.[1] Keşiş, yirmi yıl kadar Türkler arasında, esir olarak yaşadı. Sekiz defa da kaçmak istedi, ama her seferinde yakalandı. Esirlikten çıktıktan sonra gördüklerini, esir olarak yazdığı ve Roma'ya götürdüğü notlarına dayanarak, kaleme alıp Latince kitap şeklinde yayımladı. Eserini "Incipit prohemium in tractatum de moribus, conditionibus et necqucia Turcorum" (Macarca: Értekezés a törökök szokásairól, viszonyairól és gonoszságáról, Türkçe: Türklerin Geleneklerini, Durumunu ve Kötülüğünü Tanıtan Tez) adıyla 1480'de Roma'da yayımladı. Georgius 1502'de Roma'da öldü.

Kitabı Avrupa'da büyük alâka uyandırırken, okuyucuların sayısı yükseldi. 1514'e kadar 2 baskısı Köln'de 3 baskısı da Paris'te[2] olmak üzere eserin 7 baskısı çıktı. Sonra da 1596'ya kadar Batı Avrupa'da en az 25 kez basıldı.[3] Osmanlı İmparatorluğu'nun vaziyetini Avrupa'da ilk defa bu kitap ayrıntılı tanıttı.

20. yüzyılın ilk yarısına kadar söz konusu yazarın ismi tanınmamış olduğundan sadece "Sasşebeşli isimsiz" şeklinde anıldı. 1939'da 1526 yılına ait Domokoş tarikatinin yazarlarını içeren basılı bir listede "fr. Georgius de Hungaria" şeklinde bir ada rastlandı. Sonra 1957'de kitabın İngiltere'de bulunan bir nüshası üzerinde "...Georgius domokoş (L. dominicanus) keşiş tarafından yayımlandı, bu zat Roma'da mucizelerinden meşhur Aziz Meryem Sopra Minerva kilisesinde gömüldü" elyazısı bulundu. Domokoş tarikat kroniği dikkatli bir şekilde incelendiğinde zatın kişiliği tam olarak bilinmektedir. [4]

Macaristan'da Erik Fügedi 1976'da, bir yıl sonra Lajos Tardi ve iş arkadaşları da bu eserin Budapeşte'de Országos Széchenyi Könyvtár'da (Devlet Kütüphanesinde) RRK App. H numaralı 1576 tarihli nüshasını kaynak olarak Macarca'ya çevirip yayınladı. İncelememde Tardi'nin metnini esas olarak alıp, kaynak olarak kullandım.

Başka yabancı dillerde yazılmış önemli kaynaklar:
  • Banfi: "Fra Giorgio di Settecastelli O.P. detto Georgius de Hungaria" In: Memorie Domenicae 3 (1939): 130-142, 202-210.
  • B. Capesius: "Die Persönlichkeit und das Leben des Ungenannten Mühlbachers" In: Deutsche Forschung im Südosten 2 (1943): 576-599.
  • Th. Streitfeld: "Wer war der Autor des 'Tractatus de ritu et moribus Turcorum'" In: Forschungen zur Volks- und Landeskunde 16 (1973): 26-36.
  • C. Göllner: Turcica. Die europäischen Türkendrucke des XVI Jahrhunderts, 1501-1550. Bucuresti-Berlin 1961.
Eserin Önemi

Georgius'dan daha evvel Hans Schiltberger (1381-1440?) 1395'te Nikopolis meydan savaşında esir düştükten sonra 1. Bayezıd'ın ordusuna katıldı. Ardından 1402'de Timur karşısında Ankara Savaşı'nda yine esir düştü. Schiltberger esaretinden kurtulduktan sonra, konuyla hiç ilgisi olmayan yazılı kaynakları – bunlar arasında Giovanni de Montevilla ve Marko Polo da – kullanıp eserini yazdı. Eseri Avrupa'da yazma kitap şeklinde dağıtıldı, sonra 1549'da Frankfurt ve Nürnberg'te matbu kitap şeklinde çıktı. Ama Schiltberger'in eserinin Müslümanlıkla ilgili birkaç babı çok kısadır ve bunun yanı sıra bu eser çok basit ve sayısız yanlışlıklar içerir. Yazar, Padişah ordusuyla birçok bölgede hattâ yabancı memleketlerde de dolaşmasına; iyi derece Türkçe bilmesine rağmen halkla, çiftçilerle, hocalarla yahut dervişlerle görüşmedi.

Georgius'tan önceki Avrupalı yazarlar, İslam dinini iyice bilmediklerinden, tarikatlar ve tekke yaşamı ile dervişler üzerine fazla bilgiye sahip değildiler, en fazlası diğer çeşitli kaynakları kullandılar.

Gregorius'un herhangi bir yazılı kaynak kullanıp kullanmadığı bilinmez. En önemli kaynağı Anadolu'da esir kul olarak yazdığı notlarıydı. O zaman Avrupa'da tanımayan Osman Devleti'nin iç halini – devlet iç idare sistemini, yönetimini, iktisadî ve politik koşulları, dinî, askerî ve ahlak durumu, hattâ halkının günlük yaşamı ile halk geleneklerini, kişisel deneyimlerle aktaran eser – ilk defa Georgius de Hungaria kaleme aldı.

Georgius, Macaristan'ın doğu bölgesi olan Erdel'de, Macar ise Macarca, Alman ise Almanca, hattâ kesiş tarikat-okulunda, her halde Latince de öğrenip biliyordu. Anadolu'da kesinlikle Türkçeyi iyi bir düzeyde öğrendi, çünkü eserinde "onların barbar dilini mükemmel öğrendim..."[5] diye yazdı. Arapça, Farsça bildiği belli değildir, ama Kuran okuması için, ve sufi terimleri anlaması ve sonraki zamanda eserinde anlatması için her iki dilin bilmesi de gerekliydi.

Büyük bir olasılıkla Katolik Kilisesi'nin merkezi ve Papa'nın başşehrinde Roma'da, eser yayıncı tarafından düzeltirildi, bazı yerlerini değiştirilip Hıristiyan dinine daha uygun bir biçime dönüştürerek yayınlandı.

Roma'da yaptığı düzeltmesine rağmen Gregorius'un yazdıklarının Anadolu İslam kültürünün az tanınmış, ama önemli bir kaynağı olarak günümüzde de incelemesi gerektir. Eserin, Türkler ve Avrupa halkları arasındaki devamlı çarpışmaların olduğu zamanda iki taraf tarihçileri tarafından yazılan kitaplardan ayırt edici bir tarza sahip bulunduğu kuşkusuzdur.

Evliya Çelebi, İbrahim Peçevi gibi Türk tarihçiler de eserlerine Hıristiyanları azarlayıp, aşağılayarak başlamalarına rağmen, onların eserleri günlerimizde Avrupa ile Macaristan tarihinin önemli kaynakları arasında sayılır.

Anadolu'ya götürülen Avrupalı, mahpus Hıristiyan keşişin, esaretinden kurtulduktan sonra, Avrupa'da yazdığı eserinde Türkleri tekdir etmesini yazarın doğal davranışı olarak kabul etmeliyiz.

Bu eserle şimdiye kadar Türk veya Müslüman araştırıcı gerekli şekilde ilgilenmediğinden dolayı uzmanların ilgisini uyandırmağa çalışıyorum. Eserle ilgili gelecekte gerçekten metodik derin araştırmaların gerçekleştirilmesini teklif etmekteyim.

Bu makalemde Georgius'un kitabında yazdığı çeşitli konular arasından sufilerle ilgili mevzularını tercih edip, Osmanlı Devleti'nin teşkilatı ile iç idare sistemini, yönetimini boş verip, sadece sufilik açısından en önemli konuların özetini tanıtmaya çabalıyorum.

Eserin İçindekileri

Kitabın önsözü 2, ana metni 23, sonucu 1 babtan ibarettir.

Önsözünde 2. Murad seferini ve yazarın esir düştüğü olayları bildirir. Ana metinin 1.-4. babında kısaca İslam tarihini, ve Osmanlı Devleti'nin teşkilatlarını tanıtılır. Avrupalılar Haçlı Seferleri sırasında görüştüğü ve tanıdığı diğer Müslüman kavramlarından Osmanlı Türklerini bu eserle ilk defa fark ve ayırt etti. 5.-8. babta devşirme, kul, köle alışverişi aktarılırken "ilkönce Hıristiyanları kovalanan, çok yorulmadan onları bulup alabildiler. Çünkü Hıristiyanlar kendilerini de teberru ettiler..." diye not eder. 7. babta kul kurtuluşunun çeşitli olabilmesi yazarken "Sahiplerinden kurturmuş kullardan Türkiye'de kurmuş arkadaşlık dairesinden ayrılmak istemediğinden dolayı, çok azı kendi yurduna döner, yahut... yurduna dönmenin zorlukları için (dönmediler)" diye bahseder. 9.-19. babta Müslüman dinî âdetleri, halk davranışları ve bir nevi halk dini olarak sufi tarikatleri; 20. babta Müslümanlığı kabul eden Hıristiyanların çeşitli sebepleri anlatılır. 21.-23. bablarda daha önce yazılanlara ait bolca örnek verilir. Son babda yazar, Hıristiyan dininde durup kalmasının sebeplerini açıklar.

Eser Ortaçağ'da Avrupa ilmî eserlerine uygun olarak Latince yazılmış ve ona uygun harflerle bastırılmıştır. Latin dilinde eşi var olmayan Türk sözleri, Latin harflariyle metin içindedir. Birkaçı yanlış yazılmıştır. Türkçe yazılmış aile adları: Germenbeg (Germiyan), Czarchanbeg (Saruhan), Andinbeg (Aydın), Menthessebeg (Menteşe) Karaman (Karaman); Osmanlı ordusunu tanıtırken gingitscheri (yeniçeri), czolaclar (solaklar), czubasthi (subaşı) tscheribaşı (çeribaşı / serasker), czingheri cenk-eri / asker?); İslam diniyle ilgili sözler ve terimler arasında czalamat (selamet), dangnanias (dan namazı / sabah namazı), orlenanias (öğle namazı), kyndinanias (ikindi namazı), achsamnaniaz (akşam namazı), iaczinaniaz (yatsı namazı), enemesgit (ana mescit), scoagirgmeg (suya girmek), tachriat (taharet), czunetsz (sünnetsiz), vs. bulunmaktadır.

Sufi dervişleri ve tarikatleriyle ilgili, dermschler (dervişler), tekye (tekke), nefes ogli (nefesoğlu), czamach (semah), Hatschi pettesch (Hacı Bektaş), Ascik passa (Âşık Paşa), Alivan passa (Âhi Evran yahut Âşık Paşa oğlu Elvan), Yonos (Yunus Emre), Sedichasi (Seyyid Gazi), horife (hurufi) vs. rastlanabilmektedir.

Son babın bir bölümü de Latin harflariyle yazılmış "Caffil olma aths goesingi, halmga bak oeleni gore..." (Cahil olma aç gözünü, haline bak, olanı göre...) başlayan Türk metni bir Hıristiyan duayı içerir.

Müslümanların Hıristiyanlardan Daha Güzel Âdetleri

Georigus'a göre İslamın iyi âdeti güzel örnektir, ama uygulaması sadece Hıristiyanların aldatılması içindir. Müslümanların aldatmaya uygun âdetleri arasında en önemli davranışı, her nevi "hafifliğin" reddedilmesidir.

a) Türklerin temizliği ve elbiseleri

"Onlar (Müslümanlar) temizliği çok sever. Beden temizliğine büyük önem verilir, özellikle ortak namaza gidenlerde, ne elbise, ne beden üzerinde en küçük pisiliğe tahammül edilmez."[6] yazıyor, sonra en önemli yemek sünnetlerini, ve namazın farzları, bu arada "cünüp"lük de anlatılıyor. Türklerin kerpiç evlerde oturmasına rağmen temizliği koruması için taştan yapılmış hamamlarından da söz ediliyor.

Müslümanların gösterişsiz davranışı her alanda aile yaşamından Padişah fermanların sadeliğine kadar görünür. Eve ayakkabı çıkartıldıktan sonra girilir, kadınlar "basmak" giyerler, odada sandalye, masa yoktur. Hem cami hem ev tabanı seccadelerle örtülüdür. Georgius, Müslümanların aptes etmesinin şeklini (çiş yapmasını) de ayrıntılı, kaba sözlerle ama açıkça ve doğru bildirip, bu iffetli davranışı Hıristiyanlara izlemeye değer örnek olarak tavsiye ediyor.

"Bütün fiillerinde, davranışlarda her türlü elbise veya malzeme hafifliğinden sanki ateş ise, korkarlar, sanki veba ise atarlar. Hıristiyanların hafif elbiselerini, biniciklerini, ve başka şeylerini görünce güler, onlara keçi veya maymun ad verirler. (Müslümanlar arasında) hem erkeklerin hem kadınların, hem yaşlıların, hem gençlerin, hem divan adamlarının, hem köylülerinin veya çiftçilerinin kıyafetleri o kadar fevkalade namuslu, hattâ keşişlere de uygundur. Daha dincilerinden ne söyliyeyim?... " ibarelerini kaydediyor.[7]

b) Hoşgörü

Georgius Padişah'ın Pera'daki bir keşiş tarikatını ziyaret etmesini "keşiş kardeşlerim söylemişler, ki Padişah kilise içine girip, merasimi... daha iyi görmesi için yukardaki balkonda oturmuştu..." diye anar. Sonra "Âyinden sonra keşişlerle konuşup, kilise başına bir piskopos gerekli olduğundan haber alırken, hemen Hıristiyanları teselli etmesi için bir piskopos getirilmesini istemişti. Piskopos'un masraflarını kendinden karşılaşmasıyla, çalışmasına gerekli yardımı vereceğine de söz vermişti."[8]diyerek ziyareti ayrıntılandırır. Büyük olasılıkla 2. Murad söz konusudur, çünkü eserin başka bir yerinde yazılmış olaylarda Mehmed (Fatih) sadece on yaşındaydı. Osmanlı Devleti'nin ilk döneminde Padişah'ın bir keşiş tarikatını ziyaret etmesinin gerçek olması mümkündür. Pera'da Yunan, İtalyan vs. Hıristiyanlar Osmanlar zamanından günlerimize kadar sürekli otururlardı. Sadece 1453 önce Pera / Beyoğlu Konstantinopolis'in bir mahallesiydi ve tekfur egemenliğin altındaydı.

Eserin 11. babında da Müslümanlığın hoşgörüsüne güzel örnek yazdı.

"...Diğer dönüştürme isteyenlere onlar örnek olsun... onlar (Türkler) Hıristiyan keşişlere ve papazlara eğer Müslümanlığa dönseler daha iyi ihtimam gösterirler. Kral (Sultan) hazinesinden büyük gelir alan, dönüştürmüş bir Fransis (L. Franciskanus) tarikatli kardeşimi görmüştüm... Oysa Türkler kimseyi dininden vazgeçmeye zorlamaz, kimse âcilen istemez, kimseyi ikna edemez, hattâ dönüştürdüklere büyük değer (saygı) veremez."[9]

Georgius hoşgörünün örneğini vermek istedi, çünkü o dönemde Avrupa'da Hıristiyanlıktan başka her dine karşı hoşgörüsüzlük (intolerans) gösterilmekteydi. Hem Müslüman, hem Yahudi (Musevi) topluluğun kovalanması alışmış Avrupalı davranıştı.

Sufiliğin Temel İlkelerinden

Georgius eserin son kısmında "...anadilimi unuttum ... onların barbar dilini mükemmel öğrendim... bir papaz (hoca?) bir yüksek geliri olan camisinde iş yerini bana vereceğine teklif etti, çünkü beni buna uygun gördü... (dervişlerin) âdetlerinin ve davranışlarının o kadar sahibi oldum, ki onların (ev?) toplantılarından ve açık yerlerdeki muhabbetlerinden tecrübe kazandım. Hem yazıdan hem fikirlerinden o kadar bol-bol söz sahibi olduğumdan dolayı, yalnız beni çok defa duyduğu komşular değil, ama başka yerlerden de dinlemek istediler..."[10] demektedir. Bu açıklamadan iki sonuç çıkartabiliriz.

a) Georgius'u sufi cemaati tarafından bünyesine alınıp cemlere serbest katılabildi ve Türkçeyi de sufi toplulukta öğrendikten sonra kendisi de merasimlerinde rol oynadı.

b) Artık 15. yüzyılda da Anadolu'da sufi cemaatleri Türkçe bilmeyen yabancı bir kula, hatta din bilgisini de okumuş Hıristiyan keşişe tarikatin kapıları açtı, kul olduğuna bakmadan ona "yol gösterdiler".

Georgius "Şeriat'ın faydası yoktur, sadece Tanrı'nın lütufuyla bütün insan bağış almalıdır, bunların (dervişler'in) görüşüdür. Bu lütuf için, erdem ve kanun gerekmez, lütuf bağışa yeter, buna onlar (sufiler) 'rahmet ullahı' diyorlar..." [11] diye yazarken, sufiliğin bugüne kadar değişmemiş temel ilkelerini buldu. Sonra "Bu öğretiler, merasimleri ve kanun dış pratiklerini manevî köklerinde arayıp, belli bir düzeye kadar İsa (Kristos) dinini iyi görür ve kuvvetlenir..." sonucunu çıkarttı. Sonra Avrupa durumunu "...her sosyal nizamda gerçek Hıristiyan inanışın kalıntılarına da rastlayabiliriz, kalırsa da, sadece tavırdır, yalnız isminde aynı, bir türlü görünüştür, artık içten İsa (Kristos) değil, Şeytan her yerde yer alır..." [12] sözleriyle eleştirdi.

"Lütuf için erdem gerekmezliği" düşüncesi Avrupa'da sadece 16. yüzyıldaki reform döneminde Protestan Luther (1517) ve Kalvin (1535) tarafından vurgulandı.

Georgius eserinde ne tasavvuf felsefesinin "vahdet-i vücut", ne de neoplatonizm terimleri bulunur ama, "...Zira cennet hayatını ne yer ne zaman engeller, ama orada her şey birleşir, bir aynı anı oluşturur. Bu düzen an alttan en üste gitmez, ama bir birinden farkeder, aralıksız hem yukarıya hem aşağıya ulaşır, en üstten en alta. Dahası eylem içinde niyet, akıl, rıza, amel bölünmez... hepsini birleştirir. Birisinin eksikliği başkasında tamamlanır, hatalısız kalır, tamamlanmamış kalmaz, uygun ile uygunsuz da, neşeli ve kederli de, acıyla şekerli, iyi ve kötü, her ne insan gönlü dünyasında bulunabilir, bunların hepsi fazilet almasına çalışır..."[13] şeklinde kaydettiği düşüncesi, tasavvuf felsefesinin ana ilkesiyle aynıdır.

Sufilerin Dinî Hayatından

a) Dervişler

Georgius sufiliğinin esaslarından önce, eserin 14. babında[14] "Tabiatüstünde ve dinî sebepler" başlığı altında "Şeytan oyunu" olarak dervişlere dikkat çekti. Raporu "Sanki içlerinde Şeytan kuvveti yer aldığı" sözleriyle başlar, ama sonra gördüğünden açıkça söz eder. Bazı dervişlerin çıplaklığını anıp, hemen onların tabiatüstü gücünün "himmet" kuvvetini de anlatır. Dervişlerde fazla acı hissetmeyen de çok bulunur.

Dervişlerin giydiği elbiselerine göre hangi tarikatin üyesi olduğu fark edebilir. Bazılarının başını tüy süsler. Kulağı küpeli ise, "her zaman estatik haline hazırdırlar..." fikrindedir. Büyük olasılıkla kulağına "mengüş" sokmuş dervişlerden söz etti, ama küpe ile ilgili "mücerred ikrarı" verdiklerinden, yani hiç evlenmemeye söz vermesinden[15] bahsetmez. Dervişlerin yaşam biçimleri de farklıdır. İç can hayatıyla ve hayal, kendinden geçmesiyle (estatik hal) bayağı ilgilenenler, tek başına yalnızlıkta ormanlarda, çöllerde yaşarlar, öbürleri toplulukta, insanlar arasında köylerde ve şehirlerde otururlar. Şehirlerde oturanlar konaklamayla uğraşıyorlar, ama tekkeler misafirlere sadece geceleyin açık, gündüz kapalıdır.[16]

Böylece Georgius tasavvuf "terk-i dünya", "terk-i ukba" ve "terk-i terk" eylemlerini de iyi tanıdı ve semahları anlatırken bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi verdi.

b) Semahlar

"Yemek bitirince, büyüklerin biri davulu eline alıp, darb (ölçü) verir, öbürleri yerlerinden kalkıp oyun başlar. Bu bayrama machia adını verirler, oyunun adı sema'dır. Bu... vücutun bir türlü düzenli hareketidir... el, ayak hareketi çok namuslu, adaplı vakur bir şekilde ve müzik darbına (ölçüne) göre kesin güdümlüdür. Sonunda çok hızlı fırtına gibi dönerler, bunda oyunun tam gücü birleşir. Bazıların dönüşü adam mı, heykel mi fark edemez, o kadar hızlıdır. Vücutun doğaüstü gücü gösterilir... Herkes oynadıktan sonra, bir anda kalkıp düzensiz oynamaya devam edilir... bir türlü yalvarıp... Atalarından kalmış deyimler kullanınca, kendinden geçme yahut doğaüstü gücü kavrama haline girince atalarıyla konuşurlar. Bu konuşmalar güzel şiir şeklinde söylenir, ezberlemesi kolaydır... Arasında altı, sekiz, yahut on veya daha fazla beyitten ibarettir, bunlardan daha kısalar da bulunur..."[17]

Sonra semahdaki oyunun Davud'un ve Tevrat'ta başka rolü olan kişilerin dans ettiği danslardan geldiğini anlatır. Georgius eserinde semahin "erkânlara" bölümlü, nefeslerinin değişik ağır-orta-hızlı olduğunu, bazıların "kendinden geçme" hale girmesini fark etti. Tarikat üyeleri nefesler söyleyince "Kendinden geçme halde" oldukları için, şiirleri "resmî papazlar", yani ulemalarca ve hocalarca anlamadığından reddedildi. Georgius "Sayısız şiirlerin sahibiydim hem yazıda hem ezberlediklerim zihnimde, onlardan hayran oldum, çünkü bu nefesler Türk dininden çok daha ziyade Hıristiyan dinini kuvvetlenir."[18] diye sufi nefesleri değerlendi. Sufi şiirlerin "atalarından kalmış" çok eski oldugunu vurgulandı. Eserin sonunda Türkçe yazmış metninde bir Yunus (Yonos) adına da rastlanabiliriz, büyük olasılıkla Gregorius Yunus Emre'nin şiirlerini tanımaktaydı. Keşişin hangi Türk tarikatına katıldığını bilinmez. Semah süresinde davul (def?) kullanması ilginç bir iddiadır, çünkü bu müzik aleti bugünkü semahlarda yok.

c) Sufi meşhurları

Bütün Türkiye'de mucizeleri için "saygı kazandıkları" sırasında ilk olarak Seyyid Gazi'yi (Sedichasi) anar. Keşişce Seyyid Gazi[19] ismi "aziz muzaffer" yahut "azizler arasında muzaffer" demektir: "Osmaneli ve Karamaneli uç bölgesinde bulunan mezarını mucizeleri o kadar yayılmış olduğu için sadece Türkler değil hattâ yabancılar da yoğun ziyaret edip, hayvanlar ve diğer değerli hediyelik eşyaları bol bol hediye ederler."

Georgius Eskişehir yakındaki günümüzde de mevcut olan Seyyid Gazi külliyesinden söz etti.

Georgius'un "Bir başka meşhur zat da var, ismi Hacı Bektaş'tır (Hatschi pettesch), ismin tercümesi 'hacıların yardımcısı'dır" şeklinde yazdıkları yanlıştır, çünkü Hacı Bektaş ismini doğru çevirmedi. Hacı Bektaş Veli'den başka ayrıntılı bilgi vermedi.

"Bir başkasının ismi Âşık Paşa'dır (Ascik passa), ismini âşktan almış. Bu zatın sevginin destekleyici olduğu söz edilir. Tehlikeli doğuş,... çocuk isteyenlerin hasreti, yahut karı koca çekişmesine karşı ve bunun gibilere yardım ettiği söylenmektedir."

Âşık Paşa'yı tanıtan son cümlede yazmış "büyü" çalışmasını anan başka yazılı kaynaklarda iz bulmadım. Georgius'un tanıttığı zat Kırşehirli Âşık Paşa'dır (1272-1333). Babaları efsanelere göre Horasan'dan Anadolu'ya gelmişti ve dedesi Baba İlyas Babaî tarikatinin kurucusuydu.

"Alivan paşa çekişenleri barıştırır. Yardımını isteyenler önünde bazen genç oğlan, bazen yaşlı adam şeklinde görünür." 'Alivan paşa' adı, iki kişiye de uyar. Birisi Ahi Evren (Evran), derici loncasının efsanevî destekleyici, diğeri Elvan Âşık Paşa'nın oğludur.

"Scheyh paşa kederleri teselli eder" cümlesindeki zatın kimliğinden bilgimiz yok. 'Şeyh' ile 'paşa' da ünvandır. Şeyh Yusuf Sinan hekim sufi şairi anması mümkündür, Padişahı teselli etmesiyle tanınmıştır. Eskişehir'de doğmuş zatın en önemli tanımış eserleri: Harnâme, Hüsrev ve Şirin'dir.

Meşhurlar arasında daha iki kişi anar, ama hem Goivelmirtschin, hem Bartschun paşa üzerinde bilgimiz yoktur. Birincisi çobanlara yardım eden ve kaybolmuş hayvanları arayıp bulabilen bir kişidir. Yaptığı mucizeleri anlatmasına örnek olarak birkaç olayı Georgius kalemine aldı.

Meşhurlardan yazarken yatır semah geleneğini de belirtmiş.

"Kaldığım bölgede eski zamanlarda çok azize addedilmiş, adı artık bilmemelerine rağmen onların mezarına saygı sunulur, çünkü gerek yağmur, gerek güneşli hava (kuraklık?), gerek herhangi bir şey için endişededirler, bu azizlerin mezarları yanına hediyeler getirip topluyorlar ve ümide kapılınca dua ederler. Ben de çok defa gittim, oraya getirdiklerinden aldığım bir şey güzel lokma yiyebilmek için."[20]

Yatır semahları diye bilinen semahlar arasında günlerimizde de "Çoban Baba ve bazı bölgelerde Koyun Baba semahı denmektedir. Bu semah eskiden, ulu, aziz olarak bilinen kişilerin türbelerinde, yatırlarında, onların ölüm-doğum günleri biliniyorsa o günlerde ziyaret yapılarak büyük yatırlara yanlarında yiyecek, içecek giderler. Getirilen kurbanlar tığlanır, ocaklara kazanlar vurulur, pilav, zerde, helva pişirilir ve akşama da muhabbet yapılır. Bazı yerlerde üç, bazı yerlerde de yedi gün sürer."[21]

Demek ki Georgius anlattığı azizlerin yatırı yanında düzenlenmiş merasimler, Türkiye'de yüzyıllarca değişmemiş gelenek olduğunu kanıtlanır.

"Bir diğeri de var, bunun adı Chidirelles'tir, o alelâcayip yoksul yolculara yardım eder... tek başına yolcu şeklinde, boz at üzerinde görünür..."[22]

Georgius Hızır ölmezlik veren âb-ı-hayât'ı içmiş bulunan meshur olan Peygamberi ve Hıdrellez Bayramı tanımadan Müslümanlığın efsanevî Peygamberini yanlışlıkla mucize yapma kuvvet sahibi olan meşhur bir dervişi sandı. Örnek olarak Hıdrellez ile ilgili efsaneyi kaleme aldı: "...bir zaman komşumuzda bir yerde dervişler otururlardı... hükümdar haini suçlamasıyla kötülüğü ile dillere düşmüşler. Hükümdar dervişlere zor gelince, ateşte yansınlar buyruk vermiş. O (Hıdrellez)... hükümdar gözü önünde ilk olarak ateşlı fırına girmiş, kendi ilk olarak yansın diye... Ama çevresinde ateş sönmüş, kendisi beresiz kalmış... Hükümdarın kızgınlığı geçmiş... arkadaşlarıyla (dervişlerle) beraber ölüm tehlikesinden kurtulmuştular. Bununla zamanına ve geleceğe muhtemel bir güzel örnek verdi. Bugüne kadar fırında onunla beraber sağsağlim kalmış çarığını bu mucizenin kanıtlaması için o bölgede muhafaza ederler." [23]

Söz konusu hangi bölge olduğu bilinmez. Georgius'un sahibi Bergama çevresinde oturan bir Türk çiftçiydi.

"...Erkek tohumsuz doğanlar dervişler arasında çok da çıkar, onlar 'nefes ogli' adlandırır... onların anneleri dervişlerin kadınları mümkündür... bu nedenle Hıristiyanlar İsa'nın Meryem Ana'dan erkek tohumsuz doğurduğundan söylerken, bu (inanış) Türklere yabancı değildir, çünkü onlar da (Türkler) aynısı söyleyip, inanmışlar."[24]

Bugün 'Nefes oğlu' efsanesiyle bu terimin kaynağı da bulmak zordur. Hakikaten Hıristiyanlıkta ve İslam dininde Meryem Ana oğlu İsa'yı "kutsal ruh" yoluyla, erkeksiz doğurdu.[25] Sufi tarikatların bazılarında bekâretin tercih edilmiş olduğundan bilgimiz var.

Yetkili kişiler ve tarih yazarlara göre Hacı Bektaş Veli ile İdris Hoca'nın kızı Fatma Nuriye'nin (Kadıncık Ana) evlenmesinden Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) dünyaya gelmiştir. Ama Bektaşilere karşı Alevi kökenlilerce Pir'in evlenmemiş olduğu kabul edilmiştir. Durumu şöyle izah ederler: "Hacı Bektaş Veli, İdris Hoca evine konuk olurken,... Hoca'nın karısı Kadıncık, Hünkar abdest alsa veya elini yıkarsa o suyu hemen içerdi... ve Kadıncık 'Dökecek bir yer bulamadım ancak karnımı buldum' der. Hünkar da ona 'bizden umduğun nasibi aldın. Senden iki oğlumuz gelecek...' diye nefes eder... Böylece bugün Hacı Bektaş Veli'nin evladı olarak bilinenler, Pir'in, Kadıncık Ana'dan gelen nefes evlatları sayılır."[26]

'Nefes evladı' ve 'nefes oğlu' terimlerinin anlamı tamamen eşit olduğundan dolayı, Georgius Latince yazdığı metin içinde Türk 'nefes ogli' sözleri kullandı.

Evlenmemiş mücerretlik iddiası, bazı tarikatlarca kabul edilmişti, ama Bektaşilerin en çoğundan reddedilmişti. Georgius "Bursa'da, o büyük şehirde, nefes oğlu olarak adlandırılan her zaman iki veya üç zat da bulunur, kamu inanışa göre saçlarının bir tüyü, yahut giyimlerinin bir parçası her nevi hastalığı kovar..."[27] sözleri problemi çözmez, çünkü Bursa fethindeki üç kumandan da Bektaşi ilk dervişlerindenmiş. Bursa'da Bektaşi tarikat etkisi büyük olmalıydı.

Yazar, İslam-Sufi Etkisi Altında

Dervişlerin düşüncelerini, davranışlarıyla semahların güzelliğini, toplantıya, cem'e katılanların oynadıkları oyunları ve söyledikleri nefesleri o kadar sevmiş oldu ki, kendisinin de bu tarikatlardan belirtmemiş birine katılıp İslam dinini de kabul etmesine az kalmış. Kitabında yazdığı "Bundan sonra orada yazdığım dualarımından ve mezmurlarımından vazgeçip... onların dualarıyla merasimlerini öğrenmeye başladım ve çok defa elimden geldiğince yapadurmakta bulundum... Bu esnada o keşişlerin (dervişlerin) öğrettikleri üzerinde çok düşündüm... Sonra altı veya yedi ay geçtikten sonra bir gün Tanrı yardımı aklımı aniden değiştirdi, tarikatın her merasimlerinden vazgeçip, eski dualarımı çıkardım."[28] açıklamasından bu netice çıkarabiliriz. Buna iki not gereklidir. Birisi, eserin kitap olarak Roma'da, Roma Katolik Kilisesi tarafından basılmış olduğudur, çünkü esirliğinden kurtulmuş keşiş "dervişlerin öğrettikleriyle" kalamadı. Anadolu'da yerleşseydi herhalde bir Müslüman sufi tarikatına ortak olurdu. İkincisi Hıristiyan keşişin, iki tektanrılı (monotheizm) arasında açıkça anlattığı tereddütüdür. Kurtulduktan sonra seçecek kalmamış, yine eski (Hıristiyan) dualarına dönmüş olmalıydı.

Sonuç

Edward W. Said'in Orientalism[29] adlı kitabında Batı dünyasının araştırıcıları eleştirilir, çünkü batılı araştırmalarında Doğu ve doğulu insanlar devamlı "nesne" olarak sayılır, ve o "nesne" üzerine "değişiklik" damgası vurdurulur. O, araştırmalarında "nesne"nin her zaman "edilgen" ve "muayenesine sessiz dayandığı"nı tespit etti. Macar Georgius'un eserinden haberi yoktur ve bibliyografyada ve notlarda da Georgius'a göndermede bulunmaz. Georgius ve eseri, Said'in tesbitine uymaz. Yirmi yıl kadar Türklerle beraber oturup yaşamış Macar keşis, hem Türklere, hem onların dinine "dışardan", "nesne" olarak bakmadı. Dışardan baksaydı, ceme katılmazdı, dervişlerin duaları öğrenmezdi, eski Hıristiyan dualarından vazgeçemezdi. Batı dünyasından gelen Doğu dünyasının içini, esasını gören Georgius'un eseri bugün de araştırmaya değerdir. [© Imre Adorján - KanalKultur]

Notlar

[1] Tardı Lajos, Rabok, követek, kalmárok az Oszmán Birodalomról, Válogatta és a bevezetést írta Tardy Lajos, jegyzeteket készítette Dávid Géza és Tardy Lajos, fordította Boronkay Iván, Kenéz Győző, Tardy Lajos, Gondolat Kiadó Budapest 1977: 105.
[2] Fügedi Erik, Kimondhatatlan nyomorúság, Két emlékirat a 15-16. századi Oszmán fogságról Európa Könyvkiadó Budapest, 1976: 208-209.
[3] Tardı Lajos, Rabok, követek, kalmárok az Oszmán Birodalomról, Válogatta és a bevezetést írta Tardy Lajos, jegyzeteket készítette Dávid Géza és Tardy Lajos, fordította Boronkay Iván, Kenéz Győző, Tardy Lajos, Gondolat Kiadó Budapest 1977.
[4] Fügedi Erik 1976: 205-209.
[5] Tardı Lajos 1977: 140.
[6] Tardı Lajos 1977: 80.
[7] Tardı Lajos 1977: 77-78.
[8] Tardı Lajos 1977: 80.
[9] Tardı Lajos 1977: 86.
[10] Tardı Lajos 1977: 140.
[11] Tardı Lajos 1977: 124.
[12] Tardı Lajos 1977: 116.
[13] Tardı Lajos 1977: 118.
[14] Tardı Lajos 1977: 96.
[15] Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir, 2. baskı Ankara 1987.
[16] Tardı Lajos 1977: 98.
[17] Tardı Lajos 1977: 100.
[18] Tardı Lajos 1977: 100.
[19] Tardı Lajos 1977: 102.
[20] Tardı Lajos 1977: 103.
[21] İlhan Cem Erseven, Aleviler'de Semah 1. Baskı Ankara 1990: 146.
[22] Tardı Lajos 1977: 104.
[23] Tardı Lajos 1977: 104.
[24] Tardı Lajos 1977: 99.
[25] "Mahrem yerini koruyan Meryem'e rûhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemler için bir mûcize kılmıştık." Enbiyâ Sûresi âyin 91.
[26] Mehmed Şimşek, Hacı Bektaş Veli'den Sonra Posta Oturan Pirler, Cem, 5 (1995) 51: 20-22.
[27] Tardı Lajos 1977: 105.
[28] Tardı Lajos 1977: 106-107
[29] Edward W. Said, Orientalizmus, çeviren: Péri Benedek, Budapeşte 2000: 170.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder