Bu Blogda Ara

5 Ekim 2013 Cumartesi

Canan Kalaç: İbrahim'den Bu Yana Sevgi

Canan Kalaç,
Netzwerk Bildung und Religion e.V. Başkanı
[© Canan Kalaç - KanalKultur] - Çocuklar din dersinde nedense hep peygamber hikâyelerini bir masal gibi dinlemek isterler. Aslında "nedense" lafı da gereksiz. Zira, onlar henüz bir masal dünyasında yaşadıkları için, yaşamlarına uygun şeyleri seçmeleri de doğal değil mi? Çocukların dünyasında, her şey daha masallardaki gibi... İnsanlara renklerine, dinlerine, dillerine, ünvanlarına, görünümlerine, ceplerindeki paraya göre değerlendirmeden yaklaşımları; büyük bir zevk duyarak beraberliği ve paylaşımı ön planda tutan oyunları; küçük şeylerle mutlu olmaları; doyasıya sevinip, gülüp, hüzünlerini saklamadan ağlamaları; kavga edip birkaç dakika sonra affedip unutmaları; yürekten gelen iltifatları; meraklı ve saf soruları.. Çocukların bu yüce insani özellikleri, biz büyükler için bir masal olmuşsa da onlar, daha bu güzelliklikleri yaşıyorlar.

İsa peygamber, "Çocuklara mani olmayın, bırakın bana gelsinler. Çünkü Tanrı hükümranlığı böylelerinindir. Doğrusu size derim ki, Tanrı hükümranlığını bir çocuk gibi kabul etmeyen, ona giremezler" (İncil, Markos 10, 14-15 ) diyor.

İsa peygamberin güzelliği gören sevgi dolu gözleri, çocukları ve çocuksu özelliklerini kaybetmeyen insanların kim olduğunu görüyor, başkalarına da göstermek mi istiyordu acaba?

Aynı güzelliği ve sevgiyi Hz. Muhammed çok daha açık ve bariz, herkesin anlayacağı bir lisanla, bir hadisinde belirtirken; "Cennet, annelerin ayakları altındadır." derken, ne demek istiyordu acaba?

İsa peygamberin İncil"deki en sevdiğim mesajı "Allah, sevgidir" cümlesidir. Aslında bu mesajı sadece İncil mi veriyor? Diğer kutsal kitaplar da aynı şeyi avazları çıktığı kadar bağırmıyorlar mı? Bütün dinler "Son söz sevginindir" demiyor mu? Allah'ın sözlerini bildiren son kitap Kuran, başından sonuna kadar insanları bu mesajı anlamak ve uygulamak için uyanışa çağırmıyor mu? Konu bildiri değil; Kuran'ın hemen her 'Sûre'sinde bahsettiği görmeyen gözler, duymayan kulaklar, duysa da algılayamayan beyinler, görüp, duyup, bilse de uygulayamayan, sevgiye taşlaşmış yürekler değil mi?

Bu sorunu (Allah'a binlerce şükür) çocuklar yaşamıyor.

Bir din dersinde, Hz. İbrahim'in oğlu İsmail ile birlikte Allah'ı överek Kâbe'yi nasıl inşa ettikleri, sonra İbrahim ile Allah arasındaki konuşmayı, Allah'ın İbrahim'e "Haydi şimdi bütün dünyadaki insanları buraya çağır" demesini, İbrahim'in "Sesimi bütün dünyaya nasıl duyururum?" dediğinde, Allah'ın "Sen seslen, ben senin sesini duyururum." cevabını anlattıktan sonra çocuklara: Ne dersiniz? Allah, İbrahim'e neden insanları çağırmasını istiyor? diye sorduğumda: Hepsi sözleşmiş gibi teessüfle yüzüme bakarak; "Bunu bilmeyecek ne var? Allah'ın İbrahim'den ne istediğini siz bilmiyor musunuz ki bize soruyorsunuz? Ne isteyecek ki! Açık açık Allah 'bana gelin' diyor. Yani 'sevgi'ye gelin' diyor. Allah'ın kendisi görünmez olduğu için İbrahim'e söylettiriyor. Ama aslında çağıran ve sesini bütün dünyadaki insanlara duyurmak isteyen ve duyuran Allah'ın ta kendisi." cevabının çocuklar tarafından bu kadar basit ve açık bilindiği bir soruyu, sanki bilinmesi zor bir şeymiş gibi sorduğum için utanıp hayretle, Allah'ın verdiği sevgi nuru ile parlayan gözlerin süslediği yüzlerine baktım. O anda karşımda, küçük sandalyelerinde oturan ilkokul çocukları değil, sanki gönül tahtlarında oturanlar konuşuyordu.

İçimden, yanlarına gidip, kapılarını yeşile boyadıkları için değil, hakettikleri saygı ve sevgi için, hepsinin ellerini öpüp, "has hacılar hoşgeldiniz" demek geldi: Sizler, ezan okuyan plastik çalar saatten değil, Allah'tan gelen "gel" sesini işitenlerdensiniz. Sizler, hep bir ağızdan "Lebbeyk" diye bağırıp, sahte inciler, teneke yüzükler, Çin malı Kâbe bibloları satın almadan Hacca gidip gelenlerdensiniz. Allah'ın Hacer'e "Bana olan güvenini kaybetme, ara. Sen, sana düşen görevi yap, ara. Bazen bu arayış, çölde su aramak gibi ümitsiz bile görünse, gene ara. Orada bulamazsan öteye koş gene ara. Ben sana sonunda buldururum." diyen ve bulduran mesajın sembolü "Zemzem suyunu" coca cola ikram eder gibi misafirlere ikram etmeden, o mucizeyi, o Allah'ın arattırdığını, o bambaşka hayat suyunu bulup içenlerdensiniz. Sevgiyi et kemik içinde gerçekten temsil eden, günlük hayatın resullersiniz...

Sonra "kim kime neyi öğretiyor" diye düşündüm. İbrahim'i biz mi çocuklara öğreteceğiz yoksa İbrahim'i biz mi çocuklardan öğreneceğiz.

Çocuklar için bu kadar basit olan bir gerçeği, biz büyükler neden acaba önce zorlaştırıp, problem haline getirip, ondan sonra da çözeceğiz diye uğraşıyoruz?

Üç kitap dininin ortak peygamberi, ortak mesajı, Hz. Muhammed'in "babam" dediği, İbrahim'i anlamakta neden bu kadar zorlanıyoruz?

Aslında bütün insanlığın, kadın erkek, zengin fakir, büyük küçük, gizli veya açık, rüyasi ve hülyası sevmek ve sevilmek, güzel ahlâklı insanlarla güzel ilişkiler içinde yaşamak değil mi?

Allah sevgiye, barışa, güvene çağırırken, nefrete, savaşa, korkuya çağıran şeytanın sesini İbrahim dinlemiş mi?

Kuran başından sonuna kadar "Furkan"dan bahsediyor. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, sevgi ile nefreti, savaş ile barışı, birlik ile ayrılığı ayırd edip doğru seçim yapma sanatı... Bunu yapabilmek için de Allah, sana hiçbir canlıya vermediğim aklı verdim, sana kendi nefesimi verdim, yardım etsin diye melekler, öğren diye kitaplar, örnek al diye peygamberler gönderdim. Muhammed'in örnek insanlığında tezahür edeni görmeyen basiretli gözlere, Muhammed'in ağzını kullanarak konuşan Allah'ın sesini duymayan basiretli kulaklara, Allah'ın kelamını yazı yapan son kitap Kuran, bu gerçeği anlamak, bu gafletten uyanmak için daha ne kadar bekleyeceksiniz, daha hâlâ mı anlamadınız demiyor mu?

Atatürk, yurtta sulh cihanda sulh deyip, bu içeriği dünya diliyle izah ederken; Yunus Emre, manevi diliyle izah ederken bize şahdamarından daha yakın olanı anlatmaya çalışmıyor mu?

Biz büyüklerin çok zorlandığı bu durumu çocuklar gene çok basit bir şekilde anlamışlar. Gene bir derste, çocuklara: "Ne dersiniz? İçimizden gelen sesin veya düşüncenin veya bir olayın, iyi mi, kötü mü, Allah'tan mı, şeytandandan mı olduğunu nasıl anlayacağız?" diye sorduğumda, o muhteşem çocuk mantığı ile gelen cevap, biz büyükler için aslında utanç vericiydi. Cevap aynen şöyle:

"Bunu bilmeyecek ne var? Bizi ve başkalarını mutlu eden herşey iyidir.Bizi ve başkalarını mutsuz eden herşey kötüdür. Allah da bizim mutlu olmamızı istediğine göre, mutluluk Allah'tan, mutsuzluk şeytandan geliyor. Biz mutlu olursak Allah mutlu olur. Biz mutsuz olursak şeytan mutlu olur."

Yoksa Tevrat'ta İbrahim'e söz verilen, sayıları gökteki yıldızlar kadar çok olan İbrahim'in nesli bunlar mı? Acaba Allah'ı, peygamberi, kitabı, biz mi onlardan öğrensek?

"Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım" demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tesbih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim." (Kuran, Bakara Suresi, Ayet 30.)

Bozgunculuk eden, kan döken biz büyükler olduğumuza göre, Allah'ın kendinden çok emin bir şekilde, ben ne yaptığımı biliyorum, ben yarattığım insana ne verdiğimi, onun bozulmamış halini biliyorum ve ona güveniyorum, o beni temsil edebilecek kabiliyettedir dediğinde, Allah, İsa'nın dediği gibi çocukları ve çocuklar gibi yaşayanları mı kasdetti acaba?

İnsanlar, ülkeler, dinler arasındaki, var iken yok olmuş, bağlıyken kopmuş, düzgünken bozulmuş ilişkilerden, mutsuzluk içerisinde avaz avaz şikayet edip, hem kendimizi, hem de birbirimizi suçlayıp, nasıl düzelteceğiz diye kanunlar, kurallar, kitaplar, dersler, kongreler, konferanslar, teoriler geliştirmek yerine: O, İbrahim ile teke tek konuşan, hep var olup, hiç yok olmayan;o, ateşi soğutup, imkansızı mümkün kılan; Musa'ya asa olup, denizleri yaran; ezilmişleri karanlıktan aydınlığa, esaretten feraha çıkaran; ete kemiğe bürünüp İsa diye görünen; Ali'de "can" olan; her derde deva, gönüllere şifa veren; öldüren ve dirilten; Muhammed'e "söyle!" diye bildirmesi için emrettiren; su damlasından insanı yaratan; tufandan hayvanları bile çift olarak kurtaran; yer ve zaman tanımayan; ferman dinlemeyen; Çin malı seccadenin üstünde değil, gönüllerde yaşayan; sevginin; gücün mü farkına varsak acaba?

O'nu evlerde, okullarda, iş yerlerinde, politikada, dinde, dilde ve gönüllerde yaşayıp, herşey meğer ne kadar basitmiş diyip, o sınırlı ve kısa ömrümüzü O'na teşekkür ederek, yaşamaya değer, huzurlu ve mutlu kılabilir miyiz acaba?

Son kararı, son sözü O'na bırakmanın mutluluğu içinde, sevinçle birbirimize sarılıp, kazandık diye bağırır mıyız acaba? [© Canan Kalaç - KanalKultur]

* Netzwerk Bildung und Religion e.V. Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder