Bu Blogda Ara

23 Eylül 2013 Pazartesi

Hasan Gürgenarazili: Hapı Yutmak...

 Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] -  Ne zaman işlerinden bunalıp tatil yapabilecek bir zaman bulabilse, Pasifik'teki o adaya giderdi. Yine öyle oldu...

Dünyanın en yaşlısı, aynı zamanda en genci olan yeni yetme; eski kulağı kesik "Yaşlı Adam", çok sevdiği yerde, küçük teknesi Hexagon'la Pasifik'teki o adada balık tutuyor; okyanusun açıklarında oynaşan balıkların peşine düşüyordu.

Kuşkusuz, elinde balıkçı yüzüğü olmasına karşın, bu amatör balıkçı, kılıç balığı avında değildi ama, köpekbalıklarıyla da sık sık karşılaşıyordu.

Hayatının muhakemesini yaptığı, belli bir süre için inzivaya çekildiği yerde, mutluydu mutlu olmasına ancak, geçmişle gelecek arasındaki anda akıp giden dalgalı suya, esip gelen fırtınaya çevirmeye yüz tutmuş rüzgara karşı kürek çekerken, öylece bir başınaydı...

Kıyıya ulaşıp, Hexagon'u sığınağına çekti. Yılların tecrübesiyle havanın bozmak üzere olduğunu artık anlayabiliyordu.

Kumsalda öbekleşip oturan bir grup adamın yanından kulübesine seyirtirken, rüzgarın yardımıyla artık sesleri duymaktan yorulmuş kulaklarına "hiç" yabancı olmadığı bir lisan çalınınca, "bunlar da nereden çıktı" dercesine dikkat kesildi. Öbekleşen adamları ve rüzgarı önüne alarak, belindeki deniz suyunun giremiyeceği torbasından bir çift kulaklık çıkardı ve kulaklarına takarak, altın rengine dönüşmüş kumsala oturuverdi. Rüzgar, sesleri müzik notaları gibi havada uçurup, ahengli bir şekilde kulaklıkların mekanik aksamından içeri taşıyordu...

"Evet, evet, bu seslerden ibaret lisan o" dedi, kendi kendine...

Erkekler klübünün kumsalda öbekleşen azaları, bağıra çağıra konuşup, kimi a-politik veya a-poletli politikacılara veryansın ederken, Shafak'ın kaldırımlara düşen korsan aşkından söz ediyorlardı...

Sohbet sohbete karıştı. Söz sözü karıştırdı; derken içlerinden yaşı saçsız başındaki birinin sanki Barcelona'da arenadaki boğanın böğürüşüne benzeyen sesi, hepsini bastırdı: "Pipi Prensi şimdi nerede yazıyor?". İçlerinden bir başkası martı seslerini bastırarak "şu falanca fişmancayı mı soruyorsun?" dedi...

Eski bilmem ne olduğu ayan beyan konuşmalarından belli olan diğeri de kadınları diline dolamış, "erkekçe" onların cinsel hayatı hakkında müstesna fikirlerini aşikar ediyordu: "Şimdi yüksek topuklu (... marka) kadın ayakkabısı moda. Bir kadını bu ayakkabıyla gezinirken görürsen, şu kadını yazan kadın yazar diyor ki... Kadının ayakkabılarına bakmalı azizim..."

Yaşlı Adam, tam "uçkurunu hemencecik düşürmeye hazır zevat, hem kadını hem de 'dost başa düşman ayağa bakar' atasözünü yerle yeksan ediyor" diye hayıflanırken; o ana kadar kendini konuşmaktan imtina eden birinin sözleri, ağzından zembereği boşanmış bir saat gibi çıkmaya başlamıştı bile: "Erkeklerin ve erkekliğin mucize ilacı erkekliğinden ödün vermeyen ve erkekliğiyle övünen müstesna memleketimde sudan ucuza satılıyor... Burada üç misli pahalıya aldım..."

Rüzgar şiddetlenmişti. Fırtınaya dönüşüyordu. Deniz, ha patlıyor ha patlayacak gibiydi. Dalgalar kabarmaya başlamıştı. Erkekler klübünün üç tarafı denizlerle çevrili memleketinin yüzme bile bilmeyen "azgın" azaları da "azmış" denizle buluşmak için sabırsızlanıyorlardı. Birbiri ardı sıra Pasifik'in sularına seyirttiler... [© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur]

[04 Eylül 2010]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder