Bu Blogda Ara

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Hasan Gürgenarazili: Absurdistanlı Absurd ve Absurde

Hasan Gürgenarazili
[© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur] - Üryanına püryanına, çıktım filketinin bir yanına; bilenin irfanına, bilmeyenin turp sıkayım bir yanına...

Masal masal matladı, iki sıçan atladı; kurbağa kanatlandı. Gelin çıktı çardağa, mart usurdu bardağa; bardak iki parça oldu, gelinin yüzü kara oldu.

Evvel evvelkene, ahir ahirkene, ezel ezelkene, deve dellalkana, sıçan berberkene, horoz imamkana, eşek âyankana, anamın babamın beşiğini tıngır mıngır sallarkana...

Bir varmış bir yokmuş; o, evvelde ve ahirde ve de ezelde beşte toklu, onda kuzu, yirmide aslan, otuzda kaplan, kırkta öküz, ellide deve, altmışta inek, yetmişte eşek, seksende horoz, doksanda koy çuvala as duvaraymış.

Ateş yanıp pişmeden, ruhu tene kavuşmadan, doğmadan öldü. Kara dağa kar yağdı, köyleri duman bürüdü, değirmeni kurt yedi; ayağı iki iken üç oldu.

Büyük baş, içi boş; tut kulağından çifte koş bir yerde ak kuş geldi, kara kuşu kovaladı; ak kuş bağrına girdi, bağrı ağladı, ondan sonra gözleri ağladı. "Benim bir şeyim var dünya içinde" dedi. O, et et içinde, et fit içinde, dünya dümeni onun içindeydi:

Gökten indi apıştı, cümle âleme yapıştı olan "Absurdistan" denen bir yerde, asurdlar ve absurdeler yaşardı. Bunlar kâh abazaydı, kâh marazaydı. Kâh deliydi, kâh divaneydi... Âlemi döndürür felekten, dünyayı geçirir elekten; her başta bulunmaz yüksek dilekteni gitmiş biçarelerdi.

"İp"li, "ipsiz" absurdlar ve absurdeler; bazen "cacık", bazen "yoğurt", bazen "uTopia" denilen yerlerde yaşarlar; gözle görülür elle tutulmaz olduğu an, "kara bakır tam takır" der, sarmısaklı işkembe çorbası içerlerdi.

Günlerden bir gün; alçacık eşek, kabaca döşek bir Absurde; dişlenmemiş bir nar arayan lâkin derede bağlı, boynuzları köke bağlı bir absurla bakışmış; oynaş olmuşlar. Derken, erenler dervişler, mahalle mahalle gezmişler, ipsizleri bağlamışlar. Absurdistan ahalisinden biri sarmısaklı işkembe çorbası içerken, "cacık"a uğramış. Bakmış ki, oradakiler ağlar; sormuş, "niçin ağlarlar", demişler, "deliyi zincirle bağlarlar"!..

Hemen, bir vapur mısır doldurmuş, yollamış denizin ortasına. Demiş: "Yâ kısmet dönüp de gelmesine; bir mum yaktım koydum odanın ortasına, eğildim baktım kaşların arasına." Ve dahi eklemiş: "Dilber ne güzelsin!"; demiş "Elhamdülillah." Demiş "Dilber tez kocalırsın", demiş "Estagfirüllah"!

Absurdistanlılar "cacık"tan çıkıp "yoğurd"a giderken, hep birlikte Absurd'a tempo tutmuşlar: "Al var da gel, yalvar da gel; koklanmadık gülü al da gel!"

Üç üçüncü üçüdür, üçü siler süpürür, üçü dolu düşürür bir zamanda, bacağı kısa rengi kara ve ot otlanmaz, saman yemez, bir okla et ister birisi başlamış anlatmaya:
"Dağdan gelmiş, taştan gelmiş, burnu sivri, şeytan suratlı, sakallı olan gelmiş: Başında bar otasıyla, lâkin bahçıvan değil; sokakta kaldırımları sular, lâkin saka değil; kilitli kapıları açar, lâkin hırsız değil; açık kapılara girer, lâkin dilenci değil bir şeyle. Girmiş başkasının bağına bostanına. Bir tabak meze niyetine. Amma bu meze taze mi tazesine; yaştır kurumaz; kurudur çürümez bir şeymiş. Ancak, ten ten tena, kokusu fena; at bir temenna demiş ve kapıyı açmış, bağırmış kaçmış..."
Bununla ermiş onlar muradına biz çıkalım kerevetine, amma hey elekler elekler, suya gider külekler. Kim onlara kargış dedi? Kabul oldu dilekler... [© Hasan Gürgenarazili - KanalKultur]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder