[© Yıldırım B. Doğan - KanalKultur] - İnsan neden çalışır?
Avcı toplayıcı düzenden toprağa bağlı düzene
doğru dönüşmesinde en önemli ayrıntı, kişinin gerek kendisi gerekse ait olduğu
topluluk adına üretme zorunda olduğunu anlamasıdır. Bu dönüşüm, çalışmanın başlangıcıdır.
Çalışma, yaşamsal kalım için adeta bir vazgeçilmez olmuştur. Toplumsal cinsiyet
algısının çalışan / çalışmayan ayrımında işlevsel olup olmadığına dair bu dönemlere
ait belge, bulgu yoktur.
Aslolan yaşamda kalım olduğuna göre, çalışma için
gerek-koşul her iki cins için de aynı olmak zorundadır. Başka bir ifade ile kadın
ve erkeği, çalışma bağlamında eşitleyen, ortaklaştıran unsur taşıdıkları güdünün
aynı olmasıdır. Başlangıçta topluluğun kalımı için gerekli olan çalışma eylemi
toprağa bağlı düzenin biçimlenmesiyle "iş" adı ile anılan toplumsal
ifadesine kavuşmuştur. İş hangi gereksinimlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır
sorusunu bu biçimiyle –kısmen de olsa- yanıtlamış olmaktayız.
Çalışma eylemi toplumsal bir hal olarak
giderek daha da ayrıntılı hale gelmiştir. Ayrıntılar artıkça ve insan neden çalışır
sorusunun birden çok nedene bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan 'neden çalışır'
sorusunu karşılayan nedensellikler şu biçimde sıralanabilir:
- Aidiyet duygusunun sağlanması ve sürekliliği,
- Kişinin 'farkındalık yaratma' isteği,
- Toplum tarafından sahiplenildiği inancı,
- Toplumun 'onun' katkısına ihtiyacı olduğu duygusu,
- Öz güveni pekiştiren yeterlilik duygusu,
- Korunma ve kollanma beklentisi,
- Güvenirlik arayışı ve karşılanması gibi özellikler insanın neden çalıştığını anlatan nedenselliği bir bütün olarak açıklamaktadır.
Sanayileşme ile birlikte çalışmak için gerekli olduğu düşünülen nedenselliklerin hepsi toplumsal role göre yeniden belirlenmiştir. Bu belirlemede erkek ağırlıklı kavramlaştırma esastır. Kadınlar iş adı verilen ve erkek egemen odaklı kavramlaştırma ile bir savaş gibi algılanan hayat şeklinin dışında bırakılmışlardır. Onlara düşen ailenin sürekliliği, işe sahip çıkacak erkekleri doğurmak dünyaya getirdikleri kızlara da erkeklere hizmeti öğretmekle sınırlı tutulmuştur. Pozitivizm çağında, pozitivist Freud'un kadınları aileden sorumlu kuluçka makinesi şeklinde görmesi, kadının erkek bilinçaltının karıştırıcısı ana cinsel tema olarak belirlemesi bilinen bir husustur. Bu inanış, psikanalizin değerini azaltmaz ancak erkek egemen iktidarın şekillenmesinde -anamalcı düzen isterleri açısından- psikanalizin nasıl sağlam bir akla uygunluk yarattığını görmemiz gerektiğine dikkat çeker. Feministlerin kimi psikanaliz kabullerini akla zarar dogmalar olarak tarif etmeleri boşuna değildir. Ancak, iş ortamının erkek-egemen dokusunun devamlılığı için böylesi kabullerin ilkeleştirilmesi gerekmektedir. Zaman içinde kadın-erkek rollerinin toplumsal açıdan daha sık ve daha kapsamlı irdelenmesiyle giderek farklılaşan kabuller belirlemeye başlamıştır.
Çalışma eylemi kadını içeride (evinde) duran
edilgen bir nesne durumundan çıkarmıştır. Kadının, dışarıda yani toplum içinde
etkin bir biçimde varoluşu onu çalışma hayatına daha çok katılmaya yönlendiren
en önemli nedenlerdendir. Kadına biçilen rol evinde olmak, eş ve çocuğa bakmak,
daha çok çocuk doğurmaktır. Kadından istenen ve beklenen yalnızca bunlarla sınırlı
kalmıştır. Kadın olmak taksite bağlanmış bir yok oluşla aynı doğrultuda düşünülür
olmuştur. Toplum dışında kalıp yok olma odaklı edilgenliği kadına asla bitmeyen
bir borç olarak öğretilmiştir. Başka bir deyişle, yalnızca borç ödemekle sınırlı
bir çaresizlik kadın olmak asli tarifi olmuştur.
Kadının toplumsal hayata katılması iş aracılığı
ile olmuştur. Geçen yüzyılın başında yapılan bir çalışmaya kısaca değinmek
isterim. Bu Hawthorne çalışmasıdır. Çevresel koşulların (ışık, ısı, dinlenme
vb.) en iyi biçimde sağlandığı koşullarda bile üretimdeki artış beklenen düzeyde
olamamıştır. Dr. Mayo'nun "Western Electric" isimli şirkette yürüttüğü
çalışma ise farklı düşünülmesine yol açmıştır. Dr. Mayo altı(6)kişiden oluşan çalışma
birimlerini iki(2) kadın dört(4) erkek olarak düzenlediğinde verimliliğin
beklenen düzeyde hatta daha fazla artığını saptamıştır. Bu da
- İstek,
- Duyumsama,
- Tutum ve davranış gibi unsurların üretime katılması halinde verimliliğin fizik çevre düzenlemesinden daha fazla artacağını göstermektedir. Kadınların çalışma yaşamına katılımı ile
- İşte devamlılık,
- Arkadaşlık koşulları,
- Uyum işlevselliği gibi etmenler öne çıkmış ve çalışma hayatının alınan ücretle sınırlı kalmayacak biçimde algılanmasına yol açmıştır.
Toplumsal sistemin içinde 'iş' adı verilen ayrı
bir toplumsallaşmanın yalnızca erkeklere vergili bir hakmış gibi algılanması
toplumsal sistemin erkek odaklı ayrı bir gezegenmiş gibi düşünülmesine yol açmıştır.
Yanılsamadan ibaret bu anlayış iş yaşamına kadınların katılımı ile üfleyince sönen
bir alev hükmünde kalakalmıştır. Ancak toplumun erkek odaklı bilinçaltı bu
durumu asla kabullenememiştir. Neden?
Ø Malum erkek dünyası parçalanmıştır. Yanılsamalar
yok olmuştur.
Ø İş denilen büyüsellik yüklenen tanım değişmiştir.
Ø Erkek büyüselliği söylencesi sorgulanmaya başlamıştır.
Kadınların iş hayatına katılması ile emeğin
karşılığındaki ücret düşmüştür. Anamalcı düzenin sahipleri kadının iş hayatına
katılımı ile ucuz işgücü anlamında yeni bir olanağa kavuşmuştur. Erkek işçilerin
bilinçaltının kadına yönelik bir öç şeklinde şekillenmesi çalışma hayatında kadına
yönelik yanlı, küçük düşürücü ve dışlayıcı düşmanlık dolu erkek algısının başlangıcı
niteliğindedir.
Kadınların iş hayatında giderek daha sık ve
daha çok yer alışları iş yeri toplumsallığının niteliksel yapısını değiştirmiştir.
İş bölümü açısından farklı bir akılsallığın inşası söz konusu olmuştur. Artık
kadınlarla erkekler iş olgusunu aynı nedenlere bağlı olarak adlandırmaktadır:
· Fizik ihtiyaçların karşılanması isteği,
· Refahın olduğu bir yaşam arayışı,
· Toplumsal esenliğe ulaşmak,
· Güvenilir kaynaklara sahip olmak.
Bu talepler insan olmanın beklentisi ve dileği
ile doğrudan örtüşmektedir. Asal nitelikli bu haklı arayışların -kadın söz
konusu olduğunda- yok hükmünde olduğunu kim söyleyebilir! Böyle bir şeyi
elbette kimse söyleyemez. Ancak bunu içinden geçirmeyen erkek iktidar gücü
neredeyse hiç yok! Kadınların çalışma yaşamındaki varlığı ekonomi açısından
ciddi bir katkı sağlamaktadır. Toplumsal cinsiyete bağlı ayrımcılığın ekonomik
süreci aksatacağı aşikârdır. Evin dışında ve para kazanan kadının aynı zamanda
farklı bir pazarın oluşumuna işaret edebilir. Üretimde toplumsal cinsiyete bağlı
ayrımcılığın özgül olarak üretimle sınırlı olduğunu söylemek pek abartma olmaz
sanırım. Tüketimde toplumsal cinsiyete bağlı tutum farklılığı sanal bir pozitif
ayrımcılığa dikkat çeker. Tüketim söz konusu olduğunda toplumsal cinsiyet odağındaki
farklılaşma, kadının bir tüketici olarak tavrı ve tüketici kütlesi açılarından
kadın; pazarın günümüz vaz geçilemezlerinden biridir.
Örgütlü yıldırma hangi koşullarda ortaya çıkmıştır?
Birleşmiş Miletlerin 23 numaralı özel oturumu
tarihi bir önem taşır. 2000 yılında gerçekleşen bu oturum 1995 yapılan IV. Dünya
Kadın Konferansı sonrasında tüm üye ülke hükümetlerinin imza altına aldığı
ifadeyi içerir:
Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu
Yirmibirinci yüzyılda kadın ve erkek her
bireyin eşitlik, kalkınma ve barıştan yararlanabileceği bir Dünya için; kadın
ve erkeğin beraber çalıştığı toplumlar gerçekleştirmeye söz veririz.
Not: Türkiye, her iki belgeyi de çekince
koymadan imzalamıştır.
Bu sonuca ilki 1975 yılında yapılan I.Dünya
Kadın Konferansı'nda başlayan uzun ve çaba gerektiren bir sürecin sonunda ulaşılmıştır.
Sürecin odaklandığı başlıklar 'kadın haklarında kurucu özellikteki yasal adımlar',
'toplumsal düzeyde erkeklerle katılım eşitliği', 'siyasi karar almada eşitlik
ve siyasi katılım eşitliği' olarak özetlenebilir. Asıl söylenmesi gereken kadının
toplumsal konumunun iyileştirilmesi kadın odaklı toplumsal hareketlerin odağındaki
sorun olagelmiştir. Kadın haklarının evrensel insan haklarının ayrılamaz, bölünemez
ve devredilemez bir hak olduğu ülkelerin katıldığı evrensel antlaşmaların asli
konusu olmuştur. Ama nedense ne özel ne de kamusal alanda kadının durumu
evrensel ölçülere yükselen bir biçimde iyileştirilememiştir.
Neden?
Bütün bu gelişmeler kadın için adeta bir
savunma hattı oluşturmuştur.
Asırlara yayılmış, dinsel dogmalara konu olmuş
ve erkek egemen kültürün iliklerine dek işlemiş bir kabul vardır. Kadın,
"Yoksulluk / Aksaklık" ve "Kötülük" ile özdeşleşmiş bir biçimde
algılanır. Toplumsal cinsiyete bağlı önyargı yüklü tutum, davranış ve duyumsama
kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Erkek egemen ideoloji, yukarıda andığımız
toplantıları yaparken, evrensel taahhütler yapılandırmaya çalışırken bilinçaltlarını
oluşturan kurumları temizlemek zorunda hissetmişlerdir. Çünkü çıkacak ilk yangında
kül haline gelme olasılığı yüksektir!
Kadınlar bu kazanımlarının ayrımındalar mı? Bu
kazanımlardan –kendi istekleriyle- geri dönerler mi? BM kararlarını imzalayan hükümetlerin
imza sahibi bakanlarının kaç tanesi kadındır? Yoksa kadın hakkını erkekler kadınlardan
daha mı çok korur?
Soruların ne ölçüde kafa karıştırdığı ortadadır.
Hiçbir ülkede, örneğin ülkemizde; imza altına alınan hususların hayata geçirilmesi
adına hükümetlerin eylemi ya da eylemsizliği ele alınıp tabir yerindeyse 'adam'
gibi sorgulanmamıştır. Söz konusu sorgulamayı kendisine amaç edinen herhangi
bir siyasi hareket asla gerçekleşmemiştir. Kadını desteğin ve yardımın nesnesi
değil kalkınmanın temel ve eşit öznesi olarak görebilen siyasete duyulan
gereksinme bugün her zamankinden fazladır.
• Her şeye karşın özellikle son çeyrek yüzyılda
önemli mesafeler alınmıştır. Ciddi kazanımlar söz konusudur. İmza altına alınmış
bunca belge varken kazanımların cüce kalıp giderek yok olması olanaklı mı?
Evet! Kadının edilgen tutumu ile söz konusu tehlike her vakit ve her koşulda
hep vardır. Hep olacaktır. Öyle duygusal durumlar olmalı ki kadının elini
kolunu bağlar. Onu bulunduğu çizgiden geriye doğru çekilmeye zorlar. Kadın çaresizlik
hisseder. Çaresizliği ile ona hissettirilen yetersizlik doğru orantılıdır.
Yetersizlik hissettiği için giderek yaşadığı toplumda yeri olmadığı inancına
sahip olacaktır.
• Kadın üzülecek,
• Kadın sıkılacak,
• Varlığını sürdürmek için nedene sahip
olmayacaktır,
• Kadın köşeye sıkılacak,
• Kadın ulaştığı toplumsal konumu, bir cephe
benzetmesiyle, kendiliğinden bırakacaktır.
Tanımladığım bu süreci önce örtük sonra açık
bir biçimde işleten ve sonuç alana dek şiddetini hiç kaybetmeyen bir araca
duyulan ihtiyaç açıktır. Bunu sağlayacak araç ne olabilir?
Bu araç günümüzde "Örgütlü Yıldırma"
adını almaktadır.
Örgütlü yıldırmada esas şudur: Kadının kazanımları
onun asla sahip olmak istemeyeceği bir hale dönüştürülür. Kadın, sorunlarının
odağında bugüne dek zorluklarla sahip olduğu kazanımlarını görmeye başlar. Bu
noktadan sonra kimsenin onun elinden bir şey almasına gerek kalmayacaktır. Çünkü
zaten kendisi vaz geçecektir.
Yukarıda sözünü ettiğim iş yeri toplumsallaşması
örgütlü yıldırma ile adeta dönüştürülür. Şöyle ki;
Ø Sevmediğin bir işte,
Ø Seçmediğin koşullarda,
Ø Asla seçmeyeceğin insanlarla bir arada olmak
zorundasın.
Ø Üstelik onlarla aynı amaç etrafında tümleşmek
durumundasın.
Ø Bu amaçla grubun normları senin savunacağın
normlar olmak durumundadır
Ø Üstelik rekabet ve işte yükselme açısından
hem şansın hem de nedenin azdır!
Tanımladığım koşullar kişinin kendinden bile
beklemediği biçimde davranmasına yol açabilir. Asıl tehdit bu olmaktadır. Çünkü
beklemediği için davranması kişinin kendisine küsmesi ile sonlanır. Böyle bir güçlüğün
yaşanmaması için kadın kendisine en yakın hissettiği grupta yer almak ister. İsteğinin
yerine gelebilmesi onu yakın bildiği insanların karşısında savunmasız hale
getirebilir. Çünkü ödün vermesi gerekecektir. İlk ödün rekabette vazgeçmesi
olacaktır. Toplumsal cinsiyet odağındaki rekabet kadının mobbinge uğraması için
egemen iktidarın kabullendiği bir nedenselliktir. Çünkü rekabet işte verimin
artması için değil adeta cinsiyetler arası üstünlük içindir. Erkeğin yerimseme
(territoriality) davranışı açısından kadınlar ve güçsüzler her vakit bir tehdit
ve tehlike olarak algılanmaktadır. Bu nedenlerle örgütlü yıldırmanın söz konusu
olduğu her yerde kadına yönelik fizik ve ruhsal şiddet eylemi hep vardır. Kadın,
içinde yaşadığı çevresini cinsel taciz potansiyelinin yüksekliği ve ruhsal
taciz eyleminin sürekliliği şeklindeki özellikleri ile tarif eder. Kadının
kendi içselliğini bir bütün olarak koruyabilmesinin tek yolu çalışmaktan vaz geçmek
olacaktır.
Örgütlü yıldırmanın önüne geçebilmek için çalışma
gruplarının şu üç özelliği sahiplenmesi gerekir:
1. Yansız tutumu benimsemesi,
2. Önyargıdan bağımsız olması
3. Duygusal yükten uzak kalması
Kadının önce iş hayatından ardından büyük
toplum dünyasından çekilmesi o ülkedeki toplumsal yapılanmanın bozulduğunu
giderek darmadağın hale geleceğini gösterir. Dolayısı ile kadına yönelik örgütlü
yıldırmanın yasa ve yönetmelikler açısından yaptırımı gerektiren hukuksal bir
olgu biçiminde ele alınması uygar bir gerekliliktir. İş sırasında eğitim
(Training on the job) mobbing başlığını öncelikli bir başlık olarak ele almalıdır.
Mobbing, toplumsal planda iş yeri sağlığını kirleten bir zararlı olarak ele alınmalıdır.
Bu görev yalnız sendikaların değil işverenin ve aydın kişiler olarak hepimizi
bağlamaktadır. [© Yıldırım B. Doğan - KanalKultur]
* "Kadın ve Mobbing Paneli"nden
** Yıldırım B. Doğan, Ruh Hekimi, Prof. Dr.,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi
[11 Mart 2012]
* * *
Mağdurun haklarının korunması ve yapılması
gerekenlerin sıralandığı komisyon raporunun çözüm önerileri şöyle:
* Mobbing olgusunun birey üzerinde olduğu
kadar kurum üzerinde de tahrip edici sonuçları çıkabilmektedir.
* Mobbing ile mücadelede farkındalık yaratılmalı
ve farkındalığın arttırılmasında da ilgili kurumlara ait el kitapçığı hazırlanmalı.
* Mobbing mağduru hem dava açabilmeli hem de
aynı konuda belirli bir makama şikayet edebilmelidir. Şikayet ve müracaat
yolunu açık tutmak için şikayetin ve müracaatın bir hak olduğu ve bu hakkı
engellemenin suç olduğu yasal olarak düzenlenmeli.
* İşçisine psikolojik taciz yaptığı sabit olan
işverenler belirli sürede kredi, teşvik olanaklarından mahrum bırakılsın
Mağdur ve tanıklar korunsun
* Mobbing şikayetinde bulunanlar ile tanıkların
korunması için yasal düzenleme yapılmalı
* İşçi sendikaları ile yapılan toplu sözleşmelerine
ve memur sendikaları ile yapılan toplu sözleşmelere mobbinge ( işyerinde
psikolojik taciz) karşı alınacak önlemler konulmalı.
* İşyerinde psikolojik taciz yapanlar, yapılmasında
yetkisi olduğu halde bilerek önlemeyenler ve psikolojik taciz yapılmasına doğrudan
ya da dolaylı olarak katkıda bulunanlara disiplin cezası verilmeli.
* Kamu ve özel sektörde, on ya da daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde, psikolojik tacizi önleyici tedbirler alınmalı.
* Psikolojik tacize maruz kalanların ve tanıkların
korunması için iş akitleri 12 ay boyunca tek taraflı fesh edilmesi önlenmeli.
20 bin liraya kadar para cezası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder