Bu Blogda Ara

6 Mart 2014 Perşembe

Yıldırım B. Doğan: Örgütlü Yıldırma ve Kadın

[© Yıldırım B. Doğan - KanalKultur] - İnsan neden çalışır?

Avcı toplayıcı düzenden toprağa bağlı düzene doğru dönüşmesinde en önemli ayrıntı, kişinin gerek kendisi gerekse ait olduğu topluluk adına üretme zorunda olduğunu anlamasıdır. Bu dönüşüm, çalışmanın başlangıcıdır. Çalışma, yaşamsal kalım için adeta bir vazgeçilmez olmuştur. Toplumsal cinsiyet algısının çalışan / çalışmayan ayrımında işlevsel olup olmadığına dair bu dönemlere ait belge, bulgu yoktur.

Aslolan yaşamda kalım olduğuna göre, çalışma için gerek-koşul her iki cins için de aynı olmak zorundadır. Başka bir ifade ile kadın ve erkeği, çalışma bağlamında eşitleyen, ortaklaştıran unsur taşıdıkları güdünün aynı olmasıdır. Başlangıçta topluluğun kalımı için gerekli olan çalışma eylemi toprağa bağlı düzenin biçimlenmesiyle "iş" adı ile anılan toplumsal ifadesine kavuşmuştur. İş hangi gereksinimlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır sorusunu bu biçimiyle –kısmen de olsa- yanıtlamış olmaktayız.

Çalışma eylemi toplumsal bir hal olarak giderek daha da ayrıntılı hale gelmiştir. Ayrıntılar artıkça ve insan neden çalışır sorusunun birden çok nedene bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan 'neden çalışır' sorusunu karşılayan nedensellikler şu biçimde sıralanabilir:
  • Aidiyet duygusunun sağlanması ve sürekliliği,
  • Kişinin 'farkındalık yaratma' isteği,
  • Toplum tarafından sahiplenildiği inancı,
  • Toplumun 'onun' katkısına ihtiyacı olduğu duygusu,
  • Öz güveni pekiştiren yeterlilik duygusu,
  • Korunma ve kollanma beklentisi,
  • Güvenirlik arayışı ve karşılanması gibi özellikler insanın neden çalıştığını anlatan nedenselliği bir bütün olarak açıklamaktadır.
İfade edilen nedenselliklerin tekinden bile vazgeçmek söz konusu değildir. Her biri ayrı ayrı ve hepsi bir arada bireysel var oluşu doğrudan tarif etmektedir. Bireyin var olması şeklindeki kabulün en az üç-dört yüzyıla giden bir geçmişe sahip olduğunu bilmek zorundayız. Andığımız bu nedenlerin bir araya gelişleri kadın-erkek ayrımına göre şekillenmez. Kadınlar ve erkeklerin toplumsal hayata karışırken onları güdüleyen asal unsurlar aynıdır. Cinsiyete göre farklılaşmaz. İnsan varoluşuna katılan, çalışma eyleminin nedensellikleri bağlamında sıralanan bu unsurlar toplumsal cinsiyet rollerine bakarak farklı bir ağırlıkta değerlendirilemez.

Sanayileşme ile birlikte çalışmak için gerekli olduğu düşünülen nedenselliklerin hepsi toplumsal role göre yeniden belirlenmiştir. Bu belirlemede erkek ağırlıklı kavramlaştırma esastır. Kadınlar iş adı verilen ve erkek egemen odaklı kavramlaştırma ile bir savaş gibi algılanan hayat şeklinin dışında bırakılmışlardır. Onlara düşen ailenin sürekliliği, işe sahip çıkacak erkekleri doğurmak dünyaya getirdikleri kızlara da erkeklere hizmeti öğretmekle sınırlı tutulmuştur. Pozitivizm çağında, pozitivist Freud'un kadınları aileden sorumlu kuluçka makinesi şeklinde görmesi, kadının erkek bilinçaltının karıştırıcısı ana cinsel tema olarak belirlemesi bilinen bir husustur. Bu inanış, psikanalizin değerini azaltmaz ancak erkek egemen iktidarın şekillenmesinde -anamalcı düzen isterleri açısından- psikanalizin nasıl sağlam bir akla uygunluk yarattığını görmemiz gerektiğine dikkat çeker. Feministlerin kimi psikanaliz kabullerini akla zarar dogmalar olarak tarif etmeleri boşuna değildir. Ancak, iş ortamının erkek-egemen dokusunun devamlılığı için böylesi kabullerin ilkeleştirilmesi gerekmektedir. Zaman içinde kadın-erkek rollerinin toplumsal açıdan daha sık ve daha kapsamlı irdelenmesiyle giderek farklılaşan kabuller belirlemeye başlamıştır.

Çalışma eylemi kadını içeride (evinde) duran edilgen bir nesne durumundan çıkarmıştır. Kadının, dışarıda yani toplum içinde etkin bir biçimde varoluşu onu çalışma hayatına daha çok katılmaya yönlendiren en önemli nedenlerdendir. Kadına biçilen rol evinde olmak, eş ve çocuğa bakmak, daha çok çocuk doğurmaktır. Kadından istenen ve beklenen yalnızca bunlarla sınırlı kalmıştır. Kadın olmak taksite bağlanmış bir yok oluşla aynı doğrultuda düşünülür olmuştur. Toplum dışında kalıp yok olma odaklı edilgenliği kadına asla bitmeyen bir borç olarak öğretilmiştir. Başka bir deyişle, yalnızca borç ödemekle sınırlı bir çaresizlik kadın olmak asli tarifi olmuştur.

Kadının toplumsal hayata katılması iş aracılığı ile olmuştur. Geçen yüzyılın başında yapılan bir çalışmaya kısaca değinmek isterim. Bu Hawthorne çalışmasıdır. Çevresel koşulların (ışık, ısı, dinlenme vb.) en iyi biçimde sağlandığı koşullarda bile üretimdeki artış beklenen düzeyde olamamıştır. Dr. Mayo'nun "Western Electric" isimli şirkette yürüttüğü çalışma ise farklı düşünülmesine yol açmıştır. Dr. Mayo altı(6)kişiden oluşan çalışma birimlerini iki(2) kadın dört(4) erkek olarak düzenlediğinde verimliliğin beklenen düzeyde hatta daha fazla artığını saptamıştır. Bu da
  • İstek,
  • Duyumsama,
  • Tutum ve davranış gibi unsurların üretime katılması halinde verimliliğin fizik çevre düzenlemesinden daha fazla artacağını göstermektedir. Kadınların çalışma yaşamına katılımı ile
  • İşte devamlılık,
  • Arkadaşlık koşulları,
  • Uyum işlevselliği gibi etmenler öne çıkmış ve çalışma hayatının alınan ücretle sınırlı kalmayacak biçimde algılanmasına yol açmıştır.
Söz konusu gelişme ile iş yaşamı toplumsal sitem genelinde ayrı bir alt toplumsal sistem olarak tanımlı hale gelmiştir. O ülkedeki toplumsal sistemin ilke ve idare biçimi ile ahlaksal çerçevesi iş dediğimiz alt sistem için de geçerlidir. Ayrı bir toplumsallaşma sistemi olarak iş yaşamı özgüldür. Kendine has koşulları vardır. Asırlarca süren yanlı ve değişmez görünen fikirler kadının çalışmaya başlaması ile önce sarsılmış yıkılmıştır. Esasen tartışmanın toplumsal cinsiyet rollerinden çıkarak kadın-erkek ekseninde insan özgürlüğü olarak tartışılmaya başlaması önemli bir farklılık yaratmıştır.

Toplumsal sistemin içinde 'iş' adı verilen ayrı bir toplumsallaşmanın yalnızca erkeklere vergili bir hakmış gibi algılanması toplumsal sistemin erkek odaklı ayrı bir gezegenmiş gibi düşünülmesine yol açmıştır. Yanılsamadan ibaret bu anlayış iş yaşamına kadınların katılımı ile üfleyince sönen bir alev hükmünde kalakalmıştır. Ancak toplumun erkek odaklı bilinçaltı bu durumu asla kabullenememiştir. Neden?

Ø Malum erkek dünyası parçalanmıştır. Yanılsamalar yok olmuştur.

Ø İş denilen büyüsellik yüklenen tanım değişmiştir.

Ø Erkek büyüselliği söylencesi sorgulanmaya başlamıştır.

Kadınların iş hayatına katılması ile emeğin karşılığındaki ücret düşmüştür. Anamalcı düzenin sahipleri kadının iş hayatına katılımı ile ucuz işgücü anlamında yeni bir olanağa kavuşmuştur. Erkek işçilerin bilinçaltının kadına yönelik bir öç şeklinde şekillenmesi çalışma hayatında kadına yönelik yanlı, küçük düşürücü ve dışlayıcı düşmanlık dolu erkek algısının başlangıcı niteliğindedir.

Kadınların iş hayatında giderek daha sık ve daha çok yer alışları iş yeri toplumsallığının niteliksel yapısını değiştirmiştir. İş bölümü açısından farklı bir akılsallığın inşası söz konusu olmuştur. Artık kadınlarla erkekler iş olgusunu aynı nedenlere bağlı olarak adlandırmaktadır:

· Fizik ihtiyaçların karşılanması isteği,

· Refahın olduğu bir yaşam arayışı,

· Toplumsal esenliğe ulaşmak,

· Güvenilir kaynaklara sahip olmak.

Bu talepler insan olmanın beklentisi ve dileği ile doğrudan örtüşmektedir. Asal nitelikli bu haklı arayışların -kadın söz konusu olduğunda- yok hükmünde olduğunu kim söyleyebilir! Böyle bir şeyi elbette kimse söyleyemez. Ancak bunu içinden geçirmeyen erkek iktidar gücü neredeyse hiç yok! Kadınların çalışma yaşamındaki varlığı ekonomi açısından ciddi bir katkı sağlamaktadır. Toplumsal cinsiyete bağlı ayrımcılığın ekonomik süreci aksatacağı aşikârdır. Evin dışında ve para kazanan kadının aynı zamanda farklı bir pazarın oluşumuna işaret edebilir. Üretimde toplumsal cinsiyete bağlı ayrımcılığın özgül olarak üretimle sınırlı olduğunu söylemek pek abartma olmaz sanırım. Tüketimde toplumsal cinsiyete bağlı tutum farklılığı sanal bir pozitif ayrımcılığa dikkat çeker. Tüketim söz konusu olduğunda toplumsal cinsiyet odağındaki farklılaşma, kadının bir tüketici olarak tavrı ve tüketici kütlesi açılarından kadın; pazarın günümüz vaz geçilemezlerinden biridir.

Örgütlü yıldırma hangi koşullarda ortaya çıkmıştır?

Birleşmiş Miletlerin 23 numaralı özel oturumu tarihi bir önem taşır. 2000 yılında gerçekleşen bu oturum 1995 yapılan IV. Dünya Kadın Konferansı sonrasında tüm üye ülke hükümetlerinin imza altına aldığı ifadeyi içerir:

Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu

Yirmibirinci yüzyılda kadın ve erkek her bireyin eşitlik, kalkınma ve barıştan yararlanabileceği bir Dünya için; kadın ve erkeğin beraber çalıştığı toplumlar gerçekleştirmeye söz veririz.

Not: Türkiye, her iki belgeyi de çekince koymadan imzalamıştır.

Bu sonuca ilki 1975 yılında yapılan I.Dünya Kadın Konferansı'nda başlayan uzun ve çaba gerektiren bir sürecin sonunda ulaşılmıştır. Sürecin odaklandığı başlıklar 'kadın haklarında kurucu özellikteki yasal adımlar', 'toplumsal düzeyde erkeklerle katılım eşitliği', 'siyasi karar almada eşitlik ve siyasi katılım eşitliği' olarak özetlenebilir. Asıl söylenmesi gereken kadının toplumsal konumunun iyileştirilmesi kadın odaklı toplumsal hareketlerin odağındaki sorun olagelmiştir. Kadın haklarının evrensel insan haklarının ayrılamaz, bölünemez ve devredilemez bir hak olduğu ülkelerin katıldığı evrensel antlaşmaların asli konusu olmuştur. Ama nedense ne özel ne de kamusal alanda kadının durumu evrensel ölçülere yükselen bir biçimde iyileştirilememiştir.

Neden?

Bütün bu gelişmeler kadın için adeta bir savunma hattı oluşturmuştur.

Asırlara yayılmış, dinsel dogmalara konu olmuş ve erkek egemen kültürün iliklerine dek işlemiş bir kabul vardır. Kadın, "Yoksulluk / Aksaklık" ve "Kötülük" ile özdeşleşmiş bir biçimde algılanır. Toplumsal cinsiyete bağlı önyargı yüklü tutum, davranış ve duyumsama kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Erkek egemen ideoloji, yukarıda andığımız toplantıları yaparken, evrensel taahhütler yapılandırmaya çalışırken bilinçaltlarını oluşturan kurumları temizlemek zorunda hissetmişlerdir. Çünkü çıkacak ilk yangında kül haline gelme olasılığı yüksektir!

Kadınlar bu kazanımlarının ayrımındalar mı? Bu kazanımlardan –kendi istekleriyle- geri dönerler mi? BM kararlarını imzalayan hükümetlerin imza sahibi bakanlarının kaç tanesi kadındır? Yoksa kadın hakkını erkekler kadınlardan daha mı çok korur?

Soruların ne ölçüde kafa karıştırdığı ortadadır. Hiçbir ülkede, örneğin ülkemizde; imza altına alınan hususların hayata geçirilmesi adına hükümetlerin eylemi ya da eylemsizliği ele alınıp tabir yerindeyse 'adam' gibi sorgulanmamıştır. Söz konusu sorgulamayı kendisine amaç edinen herhangi bir siyasi hareket asla gerçekleşmemiştir. Kadını desteğin ve yardımın nesnesi değil kalkınmanın temel ve eşit öznesi olarak görebilen siyasete duyulan gereksinme bugün her zamankinden fazladır.

• Her şeye karşın özellikle son çeyrek yüzyılda önemli mesafeler alınmıştır. Ciddi kazanımlar söz konusudur. İmza altına alınmış bunca belge varken kazanımların cüce kalıp giderek yok olması olanaklı mı? Evet! Kadının edilgen tutumu ile söz konusu tehlike her vakit ve her koşulda hep vardır. Hep olacaktır. Öyle duygusal durumlar olmalı ki kadının elini kolunu bağlar. Onu bulunduğu çizgiden geriye doğru çekilmeye zorlar. Kadın çaresizlik hisseder. Çaresizliği ile ona hissettirilen yetersizlik doğru orantılıdır. Yetersizlik hissettiği için giderek yaşadığı toplumda yeri olmadığı inancına sahip olacaktır.

• Kadın üzülecek,

• Kadın sıkılacak,

• Varlığını sürdürmek için nedene sahip olmayacaktır,

• Kadın köşeye sıkılacak,

• Kadın ulaştığı toplumsal konumu, bir cephe benzetmesiyle, kendiliğinden bırakacaktır.

Tanımladığım bu süreci önce örtük sonra açık bir biçimde işleten ve sonuç alana dek şiddetini hiç kaybetmeyen bir araca duyulan ihtiyaç açıktır. Bunu sağlayacak araç ne olabilir?

Bu araç günümüzde "Örgütlü Yıldırma" adını almaktadır.

Örgütlü yıldırmada esas şudur: Kadının kazanımları onun asla sahip olmak istemeyeceği bir hale dönüştürülür. Kadın, sorunlarının odağında bugüne dek zorluklarla sahip olduğu kazanımlarını görmeye başlar. Bu noktadan sonra kimsenin onun elinden bir şey almasına gerek kalmayacaktır. Çünkü zaten kendisi vaz geçecektir.

Yukarıda sözünü ettiğim iş yeri toplumsallaşması örgütlü yıldırma ile adeta dönüştürülür. Şöyle ki;

Ø Sevmediğin bir işte,

Ø Seçmediğin koşullarda,

Ø Asla seçmeyeceğin insanlarla bir arada olmak zorundasın.

Ø Üstelik onlarla aynı amaç etrafında tümleşmek durumundasın.

Ø Bu amaçla grubun normları senin savunacağın normlar olmak durumundadır

Ø Üstelik rekabet ve işte yükselme açısından hem şansın hem de nedenin azdır!

Tanımladığım koşullar kişinin kendinden bile beklemediği biçimde davranmasına yol açabilir. Asıl tehdit bu olmaktadır. Çünkü beklemediği için davranması kişinin kendisine küsmesi ile sonlanır. Böyle bir güçlüğün yaşanmaması için kadın kendisine en yakın hissettiği grupta yer almak ister. İsteğinin yerine gelebilmesi onu yakın bildiği insanların karşısında savunmasız hale getirebilir. Çünkü ödün vermesi gerekecektir. İlk ödün rekabette vazgeçmesi olacaktır. Toplumsal cinsiyet odağındaki rekabet kadının mobbinge uğraması için egemen iktidarın kabullendiği bir nedenselliktir. Çünkü rekabet işte verimin artması için değil adeta cinsiyetler arası üstünlük içindir. Erkeğin yerimseme (territoriality) davranışı açısından kadınlar ve güçsüzler her vakit bir tehdit ve tehlike olarak algılanmaktadır. Bu nedenlerle örgütlü yıldırmanın söz konusu olduğu her yerde kadına yönelik fizik ve ruhsal şiddet eylemi hep vardır. Kadın, içinde yaşadığı çevresini cinsel taciz potansiyelinin yüksekliği ve ruhsal taciz eyleminin sürekliliği şeklindeki özellikleri ile tarif eder. Kadının kendi içselliğini bir bütün olarak koruyabilmesinin tek yolu çalışmaktan vaz geçmek olacaktır.

Örgütlü yıldırmanın önüne geçebilmek için çalışma gruplarının şu üç özelliği sahiplenmesi gerekir:

1. Yansız tutumu benimsemesi,

2. Önyargıdan bağımsız olması

3. Duygusal yükten uzak kalması

Kadının önce iş hayatından ardından büyük toplum dünyasından çekilmesi o ülkedeki toplumsal yapılanmanın bozulduğunu giderek darmadağın hale geleceğini gösterir. Dolayısı ile kadına yönelik örgütlü yıldırmanın yasa ve yönetmelikler açısından yaptırımı gerektiren hukuksal bir olgu biçiminde ele alınması uygar bir gerekliliktir. İş sırasında eğitim (Training on the job) mobbing başlığını öncelikli bir başlık olarak ele almalıdır. Mobbing, toplumsal planda iş yeri sağlığını kirleten bir zararlı olarak ele alınmalıdır. Bu görev yalnız sendikaların değil işverenin ve aydın kişiler olarak hepimizi bağlamaktadır. [© Yıldırım B. Doğan - KanalKultur]

* "Kadın ve Mobbing Paneli"nden

** Yıldırım B. Doğan, Ruh Hekimi, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

[11 Mart 2012]

* * * 

Mağdurun haklarının korunması ve yapılması gerekenlerin sıralandığı komisyon raporunun çözüm önerileri şöyle:

* Mobbing olgusunun birey üzerinde olduğu kadar kurum üzerinde de tahrip edici sonuçları çıkabilmektedir.

* Mobbing ile mücadelede farkındalık yaratılmalı ve farkındalığın arttırılmasında da ilgili kurumlara ait el kitapçığı hazırlanmalı.

* Mobbing mağduru hem dava açabilmeli hem de aynı konuda belirli bir makama şikayet edebilmelidir. Şikayet ve müracaat yolunu açık tutmak için şikayetin ve müracaatın bir hak olduğu ve bu hakkı engellemenin suç olduğu yasal olarak düzenlenmeli.

* İşçisine psikolojik taciz yaptığı sabit olan işverenler belirli sürede kredi, teşvik olanaklarından mahrum bırakılsın

Mağdur ve tanıklar korunsun

* Mobbing şikayetinde bulunanlar ile tanıkların korunması için yasal düzenleme yapılmalı

* İşçi sendikaları ile yapılan toplu sözleşmelerine ve memur sendikaları ile yapılan toplu sözleşmelere mobbinge ( işyerinde psikolojik taciz) karşı alınacak önlemler konulmalı.

* İşyerinde psikolojik taciz yapanlar, yapılmasında yetkisi olduğu halde bilerek önlemeyenler ve psikolojik taciz yapılmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunanlara disiplin cezası verilmeli.

* Kamu ve özel sektörde, on ya da daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, psikolojik tacizi önleyici tedbirler alınmalı.

* Psikolojik tacize maruz kalanların ve tanıkların korunması için iş akitleri 12 ay boyunca tek taraflı fesh edilmesi önlenmeli.

20 bin liraya kadar para cezası

* TCK'da 'psikolojik tacizin açık bir tanımı yapılarak tacizi yapanlara, yapılmasına göz yumanlara alt sınırı 2 yıl olmak üzere hapis cezası öngörülmeli ve mobbing suçu işleyenlere ayrıca en az 10 bin ile 20 bin lira para cezası verilmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder