Alevilik kültürü, günümüze kadar, kapalı toplum ve küçük gurupların kendi kendilerine yaşamalarıyla, özelliğini yitirmeden gelmiştir. Öte yandan, Alevi kültürlerinin yüzyıllardır birleştirilmesi arzusu da mevcuttur. Cemevleri ile bu kültürün ne yönde kimlik kazanacağı tartışılmaktadır. Bu yüzden, öncelikle cemevlerinin, Aleviliğin yaşam felsefesini düşünerek, çağımızın dünya ve ulusal toplum yapısıyla konbinesi düşünülerek sosyo-kültürel kimlikli kültür merkezleri haline getirilmesi gerekmektedir.
Cemin yapıldığı her türlü mekân cemevi görevini üstlenirken, oluşan "dede evleri" daha gelişmişlik göstermiştir. Çünkü "dede evi"nin genelde misafirlerin ağırlandığı ve ekseriye cemin yapıldığı mekân olması, biraz daha itinalı olmasını gerektirmiştir. Bu yüzdendir ki, bazı yörelerde görüldüğü üzere, Tahtacıların dinsel merkezi Narlıdere/İzmir'de, Yanyatır ocağının mürşidinin yaşadığı, kısmen taliplerinin katkılarıyla (iki büyük dede evinin ahşapları Mersin ve Adana'dan gemi ve trenle gelmiştir) "dede evleri" oluşturulmuştur. Tabii ki temelinde tamamıyla yerleşik kültür izleri bulunmadığından, kültür ile ilgili güçlü mekân materyalleri oluşamamış ve mekânın kuruluşunda, bölgenin en ileri mekânsal tipleri (sakız tipi ev) kullanılmıştır. Mekân olarak köklü yerleşik kültür izi taşınmadığından, yerleşik düzenin mekânına alışmak da güç olmuştur. Bu da bu kültüre geçiş evresinin aşamalaşmasına ve ana binanın etrafında ek binanın yapılmasına sebep vermiştir. Yani gündelik yaşam faliyetlerinin yarattığı planimetre ile "dede evi" bitişmiştir. "Dede evi"ne dede ailesinin yerleşimi zaman almıştır. Bu "dede evleri" hiç bir zaman dergâh, tekke gibi benzeri sıfatlara sahip olmamıştır. [© Bircan Coşkun - KanalKultur]
© Bircan Coşkun |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder