Bu Blogda Ara

27 Ekim 2013 Pazar

Celal Necati Üçyıldız: Neşet Ertaş ve Abdallar

"Dost elinden gel olmazsa varılmaz /
Rızasız bahçanın gülü derilmez /
Kalpten kalbe bir Yol vardır görülmez /
Gönülden, gönüle Yar. Oy Yar Oy Yol gizli.." //

[© Celal Necati Üçyıldız - KanalKultur] - Bir köy vardı uzakta. Gidildi, görüldü. O köy "Kırtıllar" (Gırtıllar) köyü. Eski adı "Abdallar Köyü". Bir sel gelmiş, sonra birkaç km. öteye yeniden köy kurmuşlar. İşte ozanımız Neşet Ertaş bu köyde doğmuş. Eli saz tutan, keman tutan, zurna tutan çalmış, söylemiş. Ekmek tekneleri bunlar. Keskin'in bir köyü iken şimdilerde bir mahalle.

Açlık, yokluk. Göç etmişler: Kaman, Kırşehir, Çiçekdağı, İzmir, Ankara, İstanbul. Kaman'da belediye arsa vermiş, onları iskan etmişler. Her yıl Kaman'da "Abdallar Şenliği" yapıyorlar.

Geçen yıl katıldığım "2. Abdallar Şenliği"nde; pankart asılmıştı. Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş. Onlar İç Anadolu'da Dadaloğlu'nu yeniden yaşatmaya başlamışlardı. O yürekli sesleri Dalaoğlu'nun "bozlaklar"ından geliyordu. O kendilerine has; gırtlak namelerinin iç dünyasında Toroslar'da Türkmenlerin yaşamları sergileniyordu. Ağıtlar, bozlaklar İç Anadolu'dan Toroslar'a uzanıyor. Köyde, kentte yaşlı, genç onların türkülerinde kendini buluyordu.

Neşet Ertaş, don değiştirdi. Ama onun adı yaşıyor. Her kentte bir Neşet; her kente bir Ertaş var. Silifke'de Ali Topuz dostumuz, Neşet Ertaş sevgisi ile oğluna Neşet adını koydu. Gitti mahkeme kararı ile soyadını Ertaş yaptırdı. Şimdi oğlu Neşet Ertaş yaşamına devam ediyor. Onun sevgisi yüreklerinde.

Silifke demişken, bir gün Neşet Ertaş, Silifke'ye konsere geldi. Rahmi Doğanlar Sineması yeni yapılmıştı. Yaklaşık 1968-1969 yılları olmalı. Salon tıka basa dolu idi. O gece "ben otelde yatmam, beni topraklarım ile buluşturun" dedi. Say mahallesinde yaşayan Abdal hısımlarının yanına gitti. Hüseyin Say'ın (Foforlu Hüseyin) konuğu oldu. O dostlarını sevdi. Bir hafta kaldı. Akşamları oturuyorlardı; kemanını, gırnatasını alan geliyordu. Sabahlara kadar muhabbet ettiler. Sabahları kalkıyordu, Ağa'nın Kahvesi'nde kahvesini içiyor, sohbet burada devam ediyordu. Küçük Hüseyin Say onun mihmandarı idi. Yanından ayrılmıyordu. "Hüseyin oğlum, sazımı getir." Hüseyin bir çırpıda gidiyor, evden sazını alıp, geliyordu. Kahvede onlara saz çalıp, türkü çığırıyordu. Sonra birlikte eve gidiyorlardı. Bir hafta sonra Ankara'dan bir telefon geldi. "Artık gel gayri dediler" o da Ankara'nın yolunun tuttu. Sonra ne olsun biliyor musunuz? Hiç baba mesleği ile ilgilenmeyen oğul Hüseyin Say'a bir ilham geldi; saz çalıp, türkü çağırmaya başladı. Şimdi hâlâ çalıyor.

İşte Neşet Ertaş'ı orada tanıdım. Ondan sonra radyolarda "Almalı Dağlar", "Acem Kızı", "Hacıbektaş", "Mühür Gözlüm", gibi türkülerini dinliyorduk. Gençler bir araya geldiğinde onun plaklarını dinliyor; sonra sazı eline alan onun türkülerini çalıyordu. Toroslar'da, Tahtacı köylerinde plakları hem çalıp, dinliyorlar, hem ağlaşıyorlardı.

Yetmiş dört yıllık yaşamı boyunca, o mahalli sanatçılıktan, ülke ve dünya sanatçılığına adım, adım gitti. Zor yollardan geçti. Sağlığı bozuldu. Yurt dışına gitti. 20 yıl Türkiye'de değildi. Ama türküleri ile biz onu yanımızda hissettik. Onun, o yaşam sürecini biz bilmedik. Onun yaşam zorluklarını o kültür camiası görmedi. Herkes kendi sevdasında. Ama TRT ona bir hediye verdi. Dostumuz Ali Bozkurt, ona "Bozkırın Tezenesi" belgeselini yaptı verdi. İşte bu belgesel sanatçıya yaşadığı dönem içinde, buhranlı yaşam sürecine renk kattı, fışkı oldu, yeşertti yeniden Neşet Ertaş'ı. Yeniden aldı sazı eline, çaldı söyledi. Yorumlar getirdi. İşte "Yalan Dünya"... Tufan Altaş'dan bu türküyü dinlemek gerekir. Onun yüreği, onun tezene vuruşu, onun gırtlak süslemeleri...

Neşet Ertaş ölmedi. Ölemez. O yaşayacak. Özellikle Kırşehir yöresinde onun yolundan giden, Horasan Erenleri, Abdal geleneği var. O, babası Muharrem Ertaş, Ali İzet Özkan, Çekiç Ali'den bu bayrağı aldı getirdi buralara. Şimdi onun kültürünü yaşatmak için Kaman'da "Abdallar Derneği" kurulmuş. Her yıl şenlik yapıyor, Dadaloğlu'nu anıyor; Dadaloğlu'ndan esin alıyor; onun yürekli davranışını devam ettiriyor.

Osmanlı'dan bu yana, bu toplum üzerinde asimilasyon uygulaması devam ediyor. Kırtılar köyünün ortasında bir cami var; gittiğimde İlahiyat Fakültesi mezunu bir imam vardı. Köyden birkaç kişiyi, Fak-Fuk Fonu desteği ile hacca gönderdiklerini ballandıra, ballandıra anlatıyordu. Ağaç dikilmiş; meyve vermeye başlamıştı.

İşte kanımca, çocuklarının cenazeyi camiden kaldırmak isteklerinin altında yatan neden bu. Kutluyorum başardınız! Neşet Ertaş gibi ikrarı, musahiplik yolunu bilen birine, cemevinde inancına uygun töreni yaptırmadınız. Neşet Ertaş'ın canları iki kere üzgün: İlki, o aralarından don değiştirdi gitti, diğeri ise bir cemevinde onu Türkçe gülbenkleri, "Hayırlı Duaları" ile son kez uğurlayamadılar.

Kırşehir yöresinden Taşeli yöresine giden Abdallar, halen geleneklerini bağlı yaşamlarını sürdürüyorlar. İkrar alma, musahiplik inançlarını yerine getiremeseler de Cuma akşamları bir araya gelip, yanlarında getirdikleri lokmaları birlikte yenip, nefeslerini söylüyorlar. Abdalların dede ocağı "Yağmurlu Ocağı"ndan dedeler gelmez olmuş. Onun için zaman, zaman kendilerine en yakın hissettikleri Tahtacı, Bayat Dedelerini çağırıp cem yaptıkları oluyor.

Diyeceğim şu ki, kim ne yaparsa, yapsın; Neşet Ertaş'ın "Topraklarım" dediği Abdallar, onun ruhunu rahat ettirecekler... Gün gelecek, Kırşehir'de asimile buyruğundan çıkıp, kendi benliklerine geri dönecekler. Buna inanıyorum, bu duygularımla, Hakk'a yürüyen can dostumuz Neşet Ertaş'a Tanrı'dan rahmet diliyorum.

Tüm onu sevenlerin başı sağ olsun. [© Celal Necati Üçyıldız - KanalKultur]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder