Bu Blogda Ara

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Havva Engin: İnanç Bazında Göç Toplumlarında Ne Gibi ve Ne Kadar Temel Eğitime İhtiyaç Vardır?

Prof. Dr. Havva Engin
[© Havva Engin - KanalKultur]
- Son yıllarda, değişik göç dalgaları ve globalleşme süreci akabinde, Almanya'da dil, kültür ve inanç boyutunda çoğulcu (plural) bir toplum oluştu. Dinbilimleri Bilgi ve Enformasyon Merkezi'nin (Religionswissenschaftlichen Medien- und Informationsdienst- REMİD) aktüel verilerine göre; Almanya'da 25 milyon kişi Katolik Kilisesi'nin, 24 milyon kişi Protestan Kilisesi'nin ve 1 milyona yakın kişi de Ortodoks Kilisesi'nin üyesi olarak görünüyor. Keza bunun yanında, 4 milyon Müslüman, 250 bin Budist, 200 bin Musevi ve 100 bin Hinduist yaşıyor. Öte yandan, çoğu zaman bu konu bağlamında göz ardı edilen ve konuşulmayan; ama sayıları 27 milyonu bulan, kendilerini hiçbir inanç grubuna dair etmeyen ve inançsız gören insanlar da var...

Almanya'da inançların toplumsal hayattaki yeri Anayasa düzeyinde koruma altına alınmış durumda. Her vatandaş, inancını istediği gibi yaşayabiliyor ve bu doğrultuda kurumlar kurabiliyor. Buna ek olarak, değişik eyaletlerde din dersi, müfredatın bir parçası olarak ya devlet tarafından ya da devletin muhatap kabul ettiği dinî cemaatler tarafından - Alman Anayasası esaslarını temel aldıklarını beyan ettikleri sürece - verilebilir / veriliyor da. Kendilerini hiçbir inanca bağlı kabul etmeyen ailelerin çocukları için, değişik eyaletlerde din bilgisi, etik veya felsefe dersleri de okul müfredat programında yer alıyor ve okullarda veriliyor..

Artan Müslüman göçmen sayısını ve onların Alman toplumuna uyumunu dikkate alarak, Alman devleti son iki yılda değişik üniversitelerde dört tane "İslam Araştırmaları Merkezi" oluşturarak, orta vadede İslam din dersi için öğretmen, camilerde ve sosyal kurumlarda çalışabilecek imam yetiştirilmesine zemin ve imkân sağladı.

Bugüne kadar, Alman eğitim sisteminde, çocukların ve öğrencilerin temel inanç eğitimine dair konular hemen hemen tümüyle, din temsilcileri veya din pedagojisi tarafından gündeme getirilip, teoriler ve modeller geliştirildi.

Ancak, enteresan olanı, Almanya'da otuz yılı aşkın geçmişi olan "kültürlerarası pedagoji dalı"nın ("Interkulturelle Pädagogik"), akademik anlamda "çok dilliliğe" ve "çok kültürlülüğe" dair birçok teori geliştirmesine rağmen, toplumun "çok inançlılık" boyutuna dair, yok denecek kadar çalışmaya yön vermesidir ve bunlar da dinî inancı genel olarak "kültürlenme" bağlamında ele almaktadır.

Son yirmi yıl içinde Almanya toplumsal olarak hızlı bir şekilde değişik evrelerden geçiyor, "sosyal taban" olarak da toplum değişiyor. Bu da kendisine, eğitim kurumlarının toplumsal gerçekler doğrultusunda, öğrencilerini eğitmesi ve yetiştirmesi anlamına geliyor. Özetle, yeni yetişen nesillerin, farklılıklarını ve çoğulcul yapısını bir eksiklik yerine, olağan ve toplumsal zenginlik olarak gören yeni eğitim modellerine ve konseptlere ihtiyaç duyuluyor...

Almanya'da son yılların getirdiği değişiklikler ana hatlarıyla şunlardır:
  • Farklı dillerden, kökenlerden ve inançlardan gelen insanlar, günlük hayatta planlı değil, tesadüfen; yani kreşte, okulda veya işyerinde biraraya geliyor. Buna karşın, yapılan çalışmalar, birarada olmanın, otomatikman bireylerin birbirilerine dair (dil, kültür, inanç) kökenlerini öğrendiği anlamına gelmediğini gösteriyor. Örneğin, gençler arasında yapılan bir araştırma, başka inançtan olan biriyle % 50'sinin hiçbir tanışıklığı olmadığını gösteriyor (bkz. Willems 2011: 205).
  • Değişik inanç grupları, gündelik hayatta inanç pratiğini değişik şekilde yaşıyor; kimisi kendini dinî anlamda çok muhafazakâr görürken, kimisi sadece yaşam biçimi olarak görebiliyor. Bunun yanında, Almanya'nın doğusundaki eyaletlerde, çocukların ve gençlerin çok büyük bir çoğunluğu, kendini hiçbir inanca dahil etmeyen ailelerde büyüyor...
  • Son yıllarda, (yoğunluklu olarak Almanlar arasında) "din değiştirme" sonucunda oluşan veya değişik dinlere ait insanların evliliğinden doğan yeni nesiller arasında, inanç bazında "Patchwork-kimliği" oluşmuş bulunuyor. Münster Üniversitesi'nin 2012 sonunda yaptığı bir çalışmada, bu insanların toplumun % 20'sini oluşturduğu görülüyor. Sözü edilen kesimin inanç pratiğinde, değişik, en az iki inancın öğelerinin uygulandığı görülüyor: Örneğin, Hıristiyan kültüründen gelip, Budizmin ibadet şekillerini uygulamak ya da annesi veya babası Müslüman veya Hıristiyan olan çocukların iki inancın da bayramlarını kutlayıp, vecibelerini yerine getirmesi gibi.
  • Yine son yıllarda, kiliselerin açtığı ve sorumluğunu üstendiği okul öncesi eğitim kurumlarında ve kreşlerinde, Hıristiyan inancına mensup olmayan çocukların sayısı giderek artıyor. Bu durum söz konusu kurumların, Hıristiyanlığa dayalı inanç ve değerlerini, bu inanca dair olmayan çocuklara nasıl verdiği ve bu çocukların inançlarını kendi eğitim modeline nasıl entegre ettiği sorusuna büyük önem yüklüyor. 
Kısaca, sözü edilen gelişmelerden yola çıkarak, sorulması gereken soru; her alanında, farklılığı ve çoğulculu yaşayan ve yaşatmakla yükümlü bir göç toplumda, eğitim bilimlerinin - özellikle temel inanç eğitimine dayalı konularından - daha ne kadar uzak kalabileceğidir?

Gelişmeler, eğitim bilimlerini de posiyon almaya zorluyor. Zira, din dersi ve onun çerçevesinde verilen eğitim yetersiz kalıyor; çünkü bu ders modelleri doğrultusunda, çocuklar ve öğrenciler, öncelikli olarak kendi dinlerini ve inançlarını öğreniyor; çocukların arkadaşı veya komşusunun inancı hakkındaki bilgileri son derece kısıtlı kalıyor.

Bunun yanı sıra, inanca dair sorular ve sorunlar, sadece din dersi çerçevesinde odaklanmıyor. Dolayısıyla, eğitim veren bütün kurumlarda, her öğretmen, hangi dersi verirse versin, bütün çocukların ve öğrencilerin inançlarını kapsayan temel bilgileri edinmekle ve verdiği eğitime katmakla yükümlü bulunuyor. Hedef, inançsal farklılıklara dair konuları ne din dersi veya din bilgisi öğretmelerinin elinden almak ne de dinler ve inançlararası var olan ayrılıkları, farklılıkları ortadan kaldırmaktır. Tam tersi, bütün öğrencilerin bu farklılıkları bilmeleri, tanımlayabilmeleri ve "empati" içinde bunların bir zenginlik olabileceği bilinciyle yetişmelerini sağlamaktır...

Bunun için en uygun olan "inançların motif bazında kesiştiği noktalarda dinlerarası eğitim" modelidir (bkz. Willems 2011: 207). Derste, inançların, pratiklerinin veya kodlarının kesiştiği ve karıştığı, iç içe girdiği anlar, çıkış noktasını oluşturur, ki bu konular öğrenciler tarafından ilk anda endişeye, reddetmeye ve egzotik algılanmaya kadar gidebilir. Bu konular, genelde bütün bireylerin var oluşlarına dair sorduğu sorulardır ve herkesi ilgilendirir. Cevapları en iyi şekilde, sadece sınıfta görülen ders çerçevesinde değil, inançların uygulandığı ve yaşatıldığı yerlerde alınabilinir. Zira inanç demek, sadece onun tarihini ve uygulama pratiğini / şartlarını bilmek ve saymak anlamına gelmez; bu inancı taşıyanların, nerede ve nasıl yaşadıkları daha önem kazanır. Bu doğrultuda yapılan derste, örneğin Müslüman olmayan öğrenciler, İslamın "beş şart"ının "bazı" Müslüman öğrenciler için hangi önemi taşıdığını - örneğin Ramazan ayında oruç tutmaları -, onların spor dersine ve sınavlara katılımını nasıl etkilediği sorularını beraberinde getirir. Böylelikle en iyi öğretmen, hayatın bizzat kendisi olur...

Toparlamak gerekirse, göç toplumlarında, inanç farklıklarını da toplumsal zenginlik ve potansiyel olarak alan - gören eğitim modellerinin önemi giderek artacaktır ve böylelikle okul talim ve terbiyesinin temelini oluşturacaktır. Bunun için sadece din pedagojisi değil, çokkültürlü, kültürlerarası veya kültürleraşırı eğitim dalının da konsept ve müfredat hazırlaması gerekmektedir. Hedef, toplumların geleceğinde bu denli hayatî önem taşıyan konuların eğitimi için bütün öğretmenleri bilinçlendirmek ve donatmaktır. Onların görevi, çocuklara ve öğrencilere ulaşıp, inanç değerlerinin ve ahlâkın bireylerin hepsi için büyük önem taşıdığını ve dinlerin / inançların kesiştiği nokta olduğunu, anlatmasıdır. Ancak o zaman, inançsal boyutta da farklı olmak, birey için bir tehditden ziyade, kendi inancını bilinçli ve hür bir şekilde yaşayabilmesi anlamına gelir; ki bu barış ve eşitlik içinde beraber yaşamanın olmazsa olmazıdır. [© Havva Engin - KanalKultur]
Kaynakça

• Engin, Havva: "Ohne muslimische Erzieherinnen bleibt der Dialog ein Lippenbekenntnis". Über Chancen und Risiken interreligiös arbeitender Kindertagesstätten. In: Bildung + Innovation. Das Online-Magazin zum Thema Innovation und Qualitätsentwicklung im Bildungswesen. URL: http:// www. bildungsserver. de/innovationsportal/bildungplus.html?artid=553 [Aufruf am 06.01.2013]
• Heumann, Jürgen: Religiöse Grundbildung in der öffentlichen Schule. In: Theo-Web. Zeitschrift für Religionspädagogik 02 (2003), 136-148.
• Religionswissenschaftlicher Medien- und Informationsdienst (REMID) : Religionen & Weltanschauungsgemeinschaften in Deutschland: Mitgliederzahlen. URL: http:// www. remid. de/index.php?text=info_zahlen [Aufruf am 07.01.2013]
• Westfälische Wilhelms-Universität Münster : "Wenn Familien zweimal Weihnachten feiern". Presseerklärung des Exzellenzclusters "Religion und Politik" vom 20.12.2012. URL: http:// www. uni-muenster. de/imperia/md/content/religion_und_politik/aktuelles/2012/12_2012/pm_patchwork-religiositaet.pdf
• Willems, Joachim: Interreligiöses und interkulturelles Lernen – notwendige Bezüge und notwendige Unterscheidungen. In: Interculture Journal. Online-Zeitschrift für Interkulturelle Studien. 9 (2009), 23-44.
• Willems, Joachim: Lernen an interreligiösen Überschneidungssituationen – Überlegungen zu Ausgangspunkten einer lebensweltlich orientierten interreligiösen Didaktik. In: Theo-Web. Zeitschrift für Religionspädagogik 01 (2011), 202-219.

* Havva Engin, Prof. Dr., Direktör, Hei-MaT- Heidelberger Zentrum für Migrationsforschung und Transkulturelle Pädagogik, Pädagogische Hochschule Heidelberg / Heidelberg Eğitim Bilimleri Üniversitesi, Göç Araştırmaları ve Transkültürel Pedagoji Merkezi (Hei - MaT) Direktörü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder