Bu Blogda Ara

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Ali Şehepli: Hiç

[© Ali Şehepli - KanalKultur] - Önce Neyzen Tevfik ve bir anekdot

Neyzen Tevfik, sıradışı gibi gözüken davranışlarıyla ve hayat tarzıyla dikkat çeker. Söz gelimi, boynuna astığı "Hiç" yazılı bir levha ile sokaklarda dolaşır, bazan sokaklarda boynunda bu levha ile ney üfleyerek dilenir, >Madam Rosika aşkına< para toplar.

»Ben Bugün de "Hiç"im!

Sadrazam Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinden birinde katiplik önerir. Neyzen Tevfik:

—Katip olacağım da ne olacak? diye sorar.

Teşekkür beklerken böyle bir soruyla karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste sıralar:

—Önce şu, sonra bu...

Neyzen'in yine hoşnut olmadığını sezince de şöyle sürdürür:

—Daha sonra vekil, nazır, kim bilir belki de sadrazam...

Neyzen'in yanıtı yine bir sual olur:

—Ya sonra?

Talat Paşa bir an duraksar, "sonrası" padişahlıktır çünkü. İster istemez:

—Hiç! der.

Bu yanıt karşısında gülen Neyzen şöyle söyler:

—Ben bugün de "hiç"im! Sonu "hiç" olduktan sonra, onca zahmete ne gerek var?«

"Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer
Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hânde-i hürrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer, gussa-i mâtem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem Adem de geçer"

diyen Neyzen, gün olur, göçer; Canan'ına kavuşur.

Şimdi de son kez "Hiç66"

Yaklaşık 3,5 yıl önce, "Hiç66" başlığıyla yazdığım bir yazıda ona dikkat çekmiştim.

"Öbür Dünya" adını verdiğim bir dünyada, "Palistan" dediği "chat odaları"nı dolaşır; hayat tarzında paralellikler olmasa da Neyzen'in "turab"lığını örnek alırdı.

Ney çalamıyordu, ama Neyzen'in ünlü levhasını boynuna asmış, "Öbür Dünya"nın ülkelerini kolaçan ederdi. "Sen kimsin?" diye sorulduğunda sadece "Hiç" yanıtını verir; ona "Hiç, sen hakikaten hiçmişsin!" diyenler de olurdu. "Azâb-ı mukaddes" denilen bir tür çileyi doldurduğunu söylerdi. Odaları dinlemezdi. Dinleyemezdi, çünkü az duyardı...

Bir de "Hücre" bulmuştu, sonraları. Onun için, "azâb-ı mukaddes"in çilehânesi, "vuslat-gâh"ı; "hücre"siydi. Orada, "Kün fe-kân — Kün fe-yekûn" diyeni, var edeni, "can-efzâ"yı, bulacağını ve vuslatın sona ereceğini umardı.

Kuşkusuz, ne vuslatı sona erdi; ne de can-efzâ'sını bulabildi... "Ben"liğiyle uğraştı, sonunda pes etti. Gel zaman, git zaman "gece gündüz yok olur, ân-ı dem Adem de geçer" diyen Neyzen bu dünyadan nasıl göçtüyse, o da "Öbür Dünya"dan "size kolay gelsin bana eyvallah" deyip, "durup dururken" alıp başını gitti; göçtü...

* * *

Bu dünyada, alıp başını gittiği "cehennemin tam ortasında", nedense Simens'in yaptığı son teknoloji harikası dijital kulaklıklarını almamıştı. Sağırdı adeta...

Ateşten dumanların tüttüyordu. Gittiğinin ardından kısa bir süre sonra, sokakta iyi bildiği bir dille, "buradan derhal git!" deyiveren tok sesi içgüdüsel duydu, nedense. Hızla dönmüştü, gerisingeriye... Aniden bir sızı duydu sol yanında, canı acımıştı... Önce elindeki "Arab News" başlıklı gazete düştü; ardından da kendisi devrilmişti... Gazete, kızıla boyanmış, kendisi de yüzükoyun yatıyordu. "Hiç" bir ses duymamıştı, duyamamıştı. Sokak ortasında öylece yatarken, gazetenin hışırtısını, kuş seslerini duymak istiyordu. Kendinden geçmişti...

Şimdi, gecenin gündüz, gündüzün gece olduğu bir yerde, "azâb-ı mukaddes"ini tamamlamaya çalışıyor... [© Ali Şehepli - KanalKultur]

[03 Kasım 2007]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder